Yves Rocher Vakfı’nın 15 yıldan bu yana düzenlediği “Toprağın Kadınları” yarışmasına Türkiye’den kabul edilen ilk projenin sahibi Özgül Öztürk, Türkiye birinciliği, halk oylaması ve dünya birinciliği olmak üzere üç ödülün sahibi oldu. Kâr amacı gütmeyen, çevreyi koruyan ve cinsiyet eşitliği, eğitim gibi alanlarda sosyal gelişime katkıda bulunan kadınlara verilen ödüle giden süreci, “Nimri’de Yeniden Hayat” projesini Öztürk’ten dinledik…
Nevra YARAÇ
Bir mimar olarak, ekolojik mimari ile tanışmanız nasıl oldu?
1998 yılında ilk ofisimi açtım. Apartman, plaza ya da binada bir ofis hayalim olmamıştı hiç. Hep yeşillik ve bahçe içinde bir yer olsun istedim. Çiftehavuzlar’da çok güzel bir semtte, cadde üstünde bir binanın arka bahçesinde kapıcı evi olarak yapılmış bir müştemilatı ve 750 metrekarelik bahçesini dönüştürerek ofis haline getirdim. Farkında olmadığım ama sonradan adının ekoloji, sürdürülebilirlik ya da geridönüşüm olduğunu öğrendiğim şeyleri yapmıştım. Sonra kentsel dönüşüm nedeniyle orası yıkıldı. İkinci ofisim için de İdealtepe sahilinde yine müştemilat olan bir yerde, geridönüşümlü malzemeler kullandım. Bunları içgüdüsel olarak yapıyordum. Kendi yaşamımdaki dönüşümle ekoloji, yeşil mimari dönüşümleri çok paralel ilerledi.
Nimri ile yolunuz ne zaman kesişti?
Nimri’yle olan yoldaşlığımın başlaması babamın son yıllarında orayı çokça ziyaret etmesi ve 2006 yılında orada vefat etmesiyle başladı. Anne ve baba tarafım oralı. Babam mimar, Ankara’da okumuş. Benim bütün öğrenim hayatım ve yaşamım İstanbul’da geçti. Oradaki yaşama dair hiçbir fikrim yoktu. Babamın vefatının birinci senesinde köye gittik ve o ziyarette ben ilk kez “Köy için ne yapabilirim” sorusunu sordum. Babamın ayak bastığı toprağa ayak basarken burayı ilk kez kendi köyüm gibi hissettim. Ve bir mimar olarak neler yapabilirim diye düşündüm. O sıralarda ekolojik mimari ile ilgili çalıştaylara, sertifikalı çalışma programlarına, yurtdışından gelen hocalarla eğitimlere katılıyordum. Projeyi hemen çizemedim. Çünkü ailemde sağlık problemleri nedeniyle yorucu bir süreç geçirmiştik. Ama akrabalarım ve çevremdeki insanlar köy için bir şeyler yapmak istiyordu. Bunları konuşmak için İstanbul’da bir araya geliyorduk. Sonrasında daha büyük kitleyle, gençler olarak ne yapabiliriz diye çalışmalara başladık. “Nimri’de Yeniden Hayat” adı konularak başlamamıştı ama yaptıklarımızın sonucunda bir yarışma projesi çıktı. Hedeflerimizle “Toprağın Kadınları” yarışması çok örtüştü. Yoksa “ödül alalım da bunları yapalım, para gelsin” gibi düşüncelerle çıkmadık yola. Ben şuna inanıyorum: Katıksız gönülden yapılan bir şeyin kıymeti bir şekilde görülüyor.
Toprağın Kadınları yarışmasına giden süreç nasıl ilerledi?
15 yıldır bu yarışmayı düzenleyen Yves Rocher Vakfı, son birkaç senedir hızlı bir büyüme sergilediği için Türk kadınlarının projelerini de yarışmaya dahil etmeye karar vermiş. Ben de arkadaşlarım sayesinde haberdar oldum yarışmadan. Doğa, biyoçeşitlilik, toplum, eğitim ve dayanışma konularında kâr amacı gütmeden çalışmalar yapan kadınlara bu ödülü veriyorlar. Ben de zaten köyümün derneğinin yönetimindeyim, KAGİDER’in yönetimindeyim ve kadınlar için çalışıyorum. İTÜ Vakfı Toprak Yapılar Grubu’nda ekolojik doğal yapı, toprak yapı nasıl yapılır, bunlarla ilgileniyorum. Bunların dışında ekolojiye dayalı bir sürü ortak çalışma grubunun içindeyim, bir aktivistim aslında. Sadece söylemle kalmayıp, hayal ettiğim ve düşündüğümü yaparak göstermeyi daha sonuca varan bir şey gibi görüyorum. Herkesin kendince tutkuyla yaptıklarını da doğru buluyorum.
O süreçte Ege Bölgesi’nde yürütülen bir sosyal sorumluluk projesinin içinde gönüllü olarak yer alıyordum. İlk aklıma gelen öneri olarak orada doğal yapıdan bir kreş yapmayı hayal ettim. Hem çalışan kadınların çocukları yakınlarında olsun hem de doğal yapı diğer yapılara örnek olsun istiyordum. Aynı süreçte Konya yakınlarındaki bir köyde kadın kooperatifi kurmaya çalışan bir kadın grubu vardı. Doğal yapıyla ilgili destek istediler, onların projesini de destekledim. Ege’deki proje belli bir yere geldi ve ödül aldı. KAGİDER güçlü bir destek, o devam ediyor. Öbür kadınlar kooperatif kurdu ve o da devam ediyor.
Köyümüz için gönüllü çalışan bizler çok şey yapmışız ama hep görünmez ağlarla. Her şey kültür, dayanışma, sosyal tanıma, dinamiklerimizi fark etmekle olmuş. Toprağın Kadınları Yarışması için ilk etapta sosyal sorumluluk çalışmaları ile yaptığım bu projeler aklıma geldi. Nimri’yi hiç proje olarak görmediğim için hep gönül kısmındaydım. Sonra da neden Nimri olmasın dedim, sonuçta kendi köyüme, atalarımın topraklarına faydası olacaktı.
Oylama süreci nasıl ilerledi?
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Türkiye birincilik ödülünü Fransız Sarayı’nda çok güzel bir törenle aldım. 13 Mart ile 21 Mart arası ABD’deydim. 8 Mart’tan 27 Mart’a kadar da oylama süreci vardı. ABD’de olduğum hafta iki kere bomba atıldı Türkiye’de. İnsanlar ölüyor, ben nasıl oy verin diyeyim! Artık proje Nimri’ye ait olmaktan çıktı, her kesimden, herkes projeyi sahiplendi, inisiyatif aldılar, tanıdık tanımadık yüzlerce kişi oy vermeye davet eden yönde yazılar yazdı: “Bu kadar karanlığın içinde bir de böyle bir proje, bir ışık var. Bunda umut var. Haydi hep birlikte ayağa kaldıralım.” Bu dayanışma beni o kadar mutlu etti ki. Orası için bir şeyler yapmış olup da sonucunda ortaya çıkanları okumak insanlara “Ben de yapabilirim” ilhamını verdi.
Nimri’de neler yaptınız?
Nimri’de düzenlediğimiz etkinlikleri bir festival haline getirdik. 2011’den beri düzenliyoruz. 2012’de ağaç ve fide ekme kararı aldık. Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın hibe ettiği fideler vardı ama işçiliğinin parasını imece usulü topladık. Herkes azar azar katkıda bulundu.
2013’te dernek yönetiminin hiç kadın üyesi yoktu. Kadın üyesini sıfırdan dokuza çıkararak erkek sayısıyla eşitledik. Kadın enerjisini katınca işin içine her şey daha kolay yapılır hale geldi. Sadece üniversiteliler olsun demedik, her ailenin dernekte temsil edilmesine özen gösterdik.
Arkadaşım, hikaye anlatıcısı Judith Lieberman’ı köye davet ettik ve masal atölyesi düzenledi çocuklarla üç gün boyunca. O da başka masallar dinledi köyümüzün yaşlılarından. Ayvalık’tan bir vitray sanatçısını davet ettik. Festival boyunca bir hafta kaldı köyde. Köyün Ağbaba adındaki tepesinden ve pelit ağaçlarından esinlenerek cam mozaikler ve kırık aynalarla çok güzel çalışmalar yaptı. Onların satışını açık artırmayla yaptık, geliri köy derneğine kaldı.
Her sene artan beton evlerin köyün yerel kimliğini bozması tehdidine karşın köylümüze Ekolojik Mimari, Toprak Yapılar sunumu yaptım.
İstanbul’da düzenlenen “Yeşil İş Konferansı”na katılmış bir Ege köyü muhtarını yapmış olduğu çalışmalar bize rol model olsun diye köyümüze davet ettik. Muhtarımızı ve köylümüzü bilgilendiren bir sunum yaptı.
Kaybolmaya yüz tutan değerlerimizi ortaya çıkarmak için yaşlılarla sözlü tarih çalışması yapmaya başladık, yolun başındayız, devam ediyoruz, bunları kayda alıyoruz. 69 tane çeşmenin yerini harita üzerinde tespit ettik. Gençlerimiz üç tanesinin tamiratını yaparak kullanılır hale getirdiler. Köyümüzün adı, asırlardır Nimri iken 1900’lerin başında başlıyor göç. 1950’lerde çoğalıyor, 1970’lerden sonra bayağı boşalıyor köy. Bu süreçte devlet köyün adını Pınarlar olarak değiştirmiş ama herkes Nimriliyim diyordu. Sonra devlete başvurduk ve 9 Aralık 2014’te ismi geri aldık. Bu yaz da tabelayı astık ve artık gerçekten Nimriliyiz.
Bizim gelmemiz teknolojiyi de canlandırdı. Sosyal medyayı kullanarak daha fazla bir araya gelebiliyoruz. Her sene festivalimizin son gecesi muhakkak “Ortak Sofra” diye bir etkinlik yapıyoruz. Kadınlar evde yöresel yemekler hazırlıyor, masalar kuruluyor; halaylarla, türkülerle, oyunlarla eğlenceli bir akşam geçiriyoruz. Çok yoğun şeyler yapmışız aslında. Bunları üst üste toplama şansım oldu bu yarışma vesilesiyle. Her şey kolektif ilerledi. Ben ön planda “Toprağın Kadını” olarak çok vurgulu ve net bir şekilde gözüktüm ama ben herkesi temsil ettim ve onları kalbimde taşıyarak o kürsüye çıktım.
Proje hedefinizde üretimi ve kadın istihdamını artırmaya yönelik çabalarınız var. Nasıl bakılıyor kadının çalışmasına köyünüzde?
Köyümüzde halihazırda üretim yok. Kışın 10 kişiyi geçmiyor nüfus. Bizim yarattığımız sinerjiyle yazın 250-300 kişiyi buluyor artık. Muhtarın dediğine göre ilkbaharda 20-30 hane, yazın da en az 60- 70 hane dolu oluyor. Misafirler de geliyor. İnsanlar baharda kendi bahçelerini ekip, kendi ihtiyaçları kadar üretim yapıyorlar ama bu bir iş modeli değil. Üretim önce gıdada, sonra el işi, doğal kozmetik, doğal deterjan, arıcılık vb. konularında olabilir diye düşündüm. Birkaç sene önce yaşlıları ve kadınları toplayarak “Kadim Bilgiler, Şifalı Bitkiler Atölyesi” yaptım. Belki ileride krem olur, sabun olur, aromatik yağ olur bu bitkilerden. Fransız Sarayı’nda düzenlenen Türkiye birincilik ödül töreninde, Jacques Rocher “Babam Yves Rocher da böyle başladı zaten” dedi.
Bahçe, köyün ortak bir alanında, kadınların temsiliyetinde. Üretim için de permakültür eğitimi aldırmak istedim köylülere. Bu bilgiyle en azından yiyeceğimiz gıdayı, sağlıklı gıda olarak İstanbul’dan sipariş verip alırsak, kadınlara da bir istihdam sağlanmış oluruz. Belki yan köylerden de destek alırız. Belki model oluruz, sonradan bizden yardım isteyenler olur. Orada üretilen ürünlerin depolanması için de bir Toprak Yapı yapıp, o yapıyı çok amaçlı kullanacağız. Enerji tüketiminde tüm harcanan enerjinin dünya toplamında %45’ini inşaat sektörü harcarken, nefes alan, doğal malzemeler kullandığımız, ileriye yönelik Örnek Köy Ev’i olabilecek bir ekolojik mimari ile yapı yapmayı hedefledim. Toprak Yapı konusunda değerli hocamız Prof. Ruhi Kafescioğlu yönetiminde, çalışmaları içerisinde katılımcı olduğum İTÜ Vakfı Toprak Yapılar Grubu ile işbirliği içerisinde olacağız. Yapı yapmak çok kolay. Parası verilir, yapılır. Fakat o bağların kurulması, o dayanışmanın olması, bizim oraya uyum sağlamamız, oranın bize karşılık vermesi devam eden bir süreç; canlı bir organizma gibi.
Köyümüzün kültür ve eğitim seviyesi çok yüksek. Bir araya geldikçe ve paylaşıldıkça da çoğalıyor. Kadınlarımız çok güçlü. Erkek çocuk nasıl yetiştirilirse biz de öyle yetiştirildik. İstihdam kısmında henüz yaptığımız bir şey yok ama bu konuları konuşurken aktif olanlar hep kadın zaten. Dolayısıyla bir şeyler yapıldığında başlangıçta üretime geçecek, para kazanacak sadece bir kadın bile olsa bunu çok önemsiyorum.
Bunun bir zincirleme etki yaratacağını düşünüyor musun?
Herkesin hikayesinde boşalmış bir köy var. O süreç sadece bizim köye özel bir şey değil. Türkiye’de 1950’lerde tamamen politik sebeplerden ötürü başlatılan Marshall yardımları verilirken zeytin ağaçları sökülmüş, Vita yağ fabrikası kurulmuş. Üretimin bitirildiği, köy enstitülerinin kapatıldığı, zihniyetin değiştiği dönemin tam kırılma noktasında insanlar köylerinde kendi evinin efendisi iken çok alt hizmetlerde çalışma pahasına şehre gelmeye razı olmuş. Öyle boşalmış bu köyler. Herkes gidince kültür de gidiyor, miras da gidiyor.
Başta biz bunları sessiz sedasız yapıyorduk ama şimdi herkesle yaptıklarımızı paylaşacağım ilham olması için. Yan köylerden de ilgilenenler oluyor. Her şey hayal etmekle başlar. Ben dünya birinciliği alacağımı hayal etmiyordum. En başta tek hayalim bu köy için neler yapabileceğimdi. Demek ki yapabileceğim çok şey varmış. Yapabileceği çok şey olan başka insanlarla birleşmişiz ve hepimiz çok güzel şeyler yapmışız. Çok ileriye yönelik hayalim bir Eko Köy yaratmak olabilir; üretim yapan, evi doğal olan, eko turizmin olduğu bir köy…
Şimdilerde özellikle büyük şehirlerden kaçmak, köylere yerleşmek isteyen çok sayıda insan var. Aslında köyleri yeniden canlandırma adına küçük küçük adımlar atılıyor. Bu küçük adımlar büyük bir dönüşüme yol açabilir mi sizce?
Ben, olur mu olmaz mı diye düşünmeden hep parlak hayaller kuruyorum. Her şey zamanı gelince oluyor. İşin içine giren korku, planları çökertiyor. Burada kesinlikle herkesin bir inisiyatif alması lazım. Bekleyeyim de önüme gelsin modelinde hiçbir şey olmuyor. Bekleyip de gelen ne? Başkasının sana sunduğu. Aktivist insanın, söylemiyle eylemi bir olarak yola çıkması gerekir. Bu noktada aklın yanında tutku, hayaller ve duygular işin içine girince her şey farklılaşıyor. Benim için oradaki evin bir hikayesi var şu an. Küçücük bir şey olacak aslında ama o hikayesiyle çok kıymetli. Bence o ev, başka yerlere de ışık olacak.
Bundan sonra Nimri’de neler olacak?
Buluşmalarımızı kışın şehirde devam ettiriyoruz, çünkü ben bir hafta gidebiliyorum Nimri’ye. Ama bu yıl toprak yapı için bir aylığına gideceğim. Kadın günüyle, kermesle, piknikle dayanışmayı artırmaya yönelik etkinliklere devam edeceğiz. Toplumsal değerleri, kültürü, tarihi ortaya çıkaracak bellek çalışmalarını sürdüreceğiz. Üretim kısmında alınacak çok yol var. Bence o kısım da olursa köy farklılaşacak. Belki daha çok insan orada sürekli yaşamaya karar verecek. Sonuçta birçok insan “ben ne yapabilirim” dediğinde ve kendi yapabildiğini yaptığında hayat gerçekten başka olacak.