#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
asbest

“Enkazlardaki Asbest Riski Çok Büyük”

Marmara Üniversitesi Çevre Mühendisliği bölümünden Prof. Dr. Barış Çallı, inorganik ağırlıklı olan deprem yıkıntı atıklarının tarım arazilerine, ormanlara, özel koruma alanlarına, hayvanların yaşadığı göç bölgelerine dökülmesinin ekosistemi ve ekolojiyi tehdit ettiğini belirtiyor. Türkiye’nin çölleşme ve toprak verimsizleşmesi sorunlarıyla karşı karşıya olduğunu da söyleyen Prof. Dr. Çallı, “Bu inşaat atıklarını verimli tarım arazilerine dökersek tarım toprakları verimsizleşir” diyor.

YAZI: Erhan ARCA

Deprem bölgesinde neden “Entegre Çevre Yönetimi” yapılması gerekiyor? Yapılmadığında bizi ne gibi riskler bekliyor?

Öncelikle şunu vurgulamamız lazım ki afetler sıradışı olaylardır. Günlük yaşamımızda olağan şekilde açığa çıkan atıklar, afetlerden sonra hem içerik açısından hem miktar açısından çok ciddi farklılıklar gösterebiliyor. Depremden sonra da insansal faaliyetler, yani kentsel, evsel ya da belediye sınırları içerisinde gerçekleşen faaliyetler sonucunda atıklar oluşmaya devam ediyor. Yaşadığımız Maraş Depremleri’nde de atıkların toplanmasında ve yönetilmesinde aksamalar karşımıza çıktı. Çünkü bölgedeki belediyeler insan ve araç gücü gibi önemli faaliyetlerini kaybetti.

Günlük hayatta kentsel dönüşüm veya normal dönüşümler ile orta ölçekli bir ilde az sayıda bina yıkılırken deprem böl-gesinde ne yazık ki bir anda binlerce binanın yıkıldığına şahit olduk. Bu durum yıkıntı atıkları gibi büyük miktarda bir atığa sebep oldu. Yıkıntı atıkları günlük hayatımızda kentsel dönüşüm sebebiyle bilhassa son yıllarda dikkatimizi çeken bir atık türüydü ama afetten sonra çok ciddi miktarda ortaya çıktı. Bu atıkları entegre, yani birbirleriyle ilişkili şekilde yönetmemiz lazım.

Bizim yönetmeliklerimiz zaten bunun altını çiziyor; yıkıntı atıklarıyla belediye atıklarını birbiriyle karıştırmamamız lazım. Biraz daha detayına girecek olursak, belediye atıkları daha çok organik ağırlıklı atıkları kapsıyor. Türkiye’de normal günlük hayatta belediye atıklarımızın yaklaşık %50’si sebze, meyve, gıda atıkları gibi mutfak atıkları, ne yazık ki bu da acı bir durum. Diğer tarafta ise yıkıntı atıkları içinde; tuğla, kiremit, beton, ahşap, plastik mevcut.

Ne yazık ki afet sırasında insanlar evle-rinde bulunduklarından yıkıntılar içinde mobilya ve elektronik eşyalar da bulunuyor. Belediye ve yıkıntı atıklarını birbirinden ayrı ama birbiriyle ilintili şekilde yönetmemiz gerekiyor. Bu nedenle özellikle depremden sonra atık yönetimi uygulamalarını bir an önce hayata geçirmek gerekiyor, elbette bunu bölgedeki yerel yönetimden beklemek doğru değil. Dünyadaki örneklere bakarsak afet sonrası destek için kardeş beldeler, kardeş ilçeler belirlemek gerektiğini görüyoruz. Türkiye bir afet ülkesi olduğu için depremlere ciddi hazırlık yapmamız gerekiyor. Örneğin, İstanbul için ilçe belediyesi bazında hangi ilçeye hangi ilçenin yardım edeceğinin belirlenmesi gerekiyor. Depremin etkileyeceği muhtemel bölgenin dışından; Ankara’dan, Konya’dan, Kayseri’den, Muğla’dan, İzmir’den bir şekilde ilçe belediyelerin yardıma gelmesi için şimdiden hazırlık yapılması lazım. Hani kardeş şehirler vardır, daha çok turizm temelli bir yaklaşımdır. Afetle ilgili de böyle bir yaklaşımın oluşturulması gerektiğini düşünüyorum. Bahsettiğim üzere deprem, sel ya da Amerika kıtasında veya Japonya’da karşımıza sık çıkan kasırga gibi afetlerden sonra yerel belediyenin, eşleştirildiği belediyenin yardımıyla bir an önce afet yönetimi faaliyetlerine geri dönmesi esastır.

Afet yıkıntı atıklarının doğal yaşam alanları gibi uygun olmayan yerlere dökülmesi ne gibi ekolojik riskler barındırıyor?

Afet yıkıntı atıkları bildiğimiz üzere inorganik ağırlıklı atıklar. Bunların tarım arazilerine, ormanlara, özel koruma alanlarına, hayvanların yaşadığı göç bölgelerine dökülmesi; oradaki canlı hayatını, ekosistemi ve ekolojiyi ciddi şekilde tahrip eder. Ülkemizde ciddi bir çölleşme, toprakların verimsizleşmesi sorunuyla karşı karşıyayız. Toprakların organik içeriğinin azalmasıyla inorganik toprağa yani, çöl toprağına doğru dönüşümü söz konusu. O zaman tarım yapamıyorsunuz, ne kadar sularsanız sulayın toprak su tutmuyor. Dolayısıyla bu inşaat atıklarını verimli tarım arazilerine dökersek tarım toprakları verimsizleşir, değer kaybetmiş olur.

Çöken binaların içerisinde ağır metaller var. Örneğin floresan lambalar, cıva ve boyalar var. Kullandığımız temizlik malzemeleri, organik kirleticiler, toksik maddeler içeriyor. Bunları ayırmak bırakın kolayı, neredeyse mümkün değil ama öyle döküm alanları belirlenmeli ki ne sulak alanlara ne de çok kritik olan su kaynakları ve tarım arazilerine bu maddeler karışsın.

Bölgedeki insanların şu an en büyük sıkıntısı içme ve kullanma suyu. Kilometrelerce öteden bölgeye ambalajlı su taşınması hiç mantıklı değil. Bir an önce oradaki mevcut su kaynaklarının ve dağıtım şebekesinin onarılması, sağlıklı ve yeterli miktarda su sağlar hale getirilmesi elzem. Bu bir altyapı hizmetidir. “Taşıma suyla değirmen dönmez” diye bir atasözümüz var. Yani Bursa’dan, İzmir’den, İstanbul’dan Antakya, Maraş, Adıyaman’a ambalajlı su taşıyarak bu iş olmaz. İklim değişikliği nedeniyle, fosil yakıt kullanan araçlardan kaynaklanan seragazı emisyonlarından sıkça bahsederken bu olmamalı. Özet olarak yıkıntı atıklarını geçici veya nihai depolarken sulak alanları, bölgedeki nehirleri, temiz su kaynaklarını ve tarım arazilerini öncelikli olarak gözetmemiz, kollamamız büyük önem arz ediyor.

Belki 100 milyon ton, 150 milyon ton yıkıntı atıktan bahsediyoruz. Hacim olarak çok ciddi, ekstrem sayılar veriliyor. Bir de bu atıklar dağınık, tek bir noktada değil. Belki de yüzlerce depolama sahası belirlenecek. Bunlar önce geçici olacak, içerilerinden değerli, tekrar kullanılabilir ve geri dönüştürülebilir atıklar seçilecek. Sonrasında atıkların nihai depolama dediğimiz daha verimsiz topraklara, daha verimsiz bölgelere taşınıp orada bertaraf edilmesi gerekiyor.Ekosisteme zarar vermemek adına uygun yerlerin seçimi önemli, buna özellikle çok dikkat edilmeli.

Afet yıkıntı atıkları arasında çok fazla asbestli atığın olduğu biliniyor. Asbestli atıkların bertarafında nasıl bir yol izlenmeli?

Asbest konusu çok hassas bir konu. Özellikle şunu söylemekte fayda var; asbest olumsuz etkileri çok uzun vadede görülen lifli yapıda doğal bir silikat minerali. Asbest tüm dünyada yapı malzemelerinde ve ısı yalıtımında yoğun olarak kullanılıyordu. Türkiye’de de 2010 yılında çıkan mevzuata kadar uzun yıllar kullanıldı. Bir anda asbestli ürünlerin piyasadan çekildiğini ve kullanımının sona erdiğini düşünmemiz doğru olmaz.

Asbest özellikle 1990’lı, 2000’li yıllara kadar tüm dünyada kullanılan mükemmel bir yalıtım malzemesi. Yer ve tavan kaplamaları, yalıtım amaçlı püskürtme kaplamalar, ara duvarlar, yangına dayanıklı yalıtım panelleri, kazanlar, kaloriferler, yalıtım ceketleri, su ve atık su boruları, eternit levhalar, derzler gibi birçok yerde kullanılıyordu. Depremde yıkılan hangi binada ne kadar asbest olduğunu bilmiyoruz. Ancak binaların yapım yıllarını biliyoruz, buradan yaklaşık bir sonuca varabiliriz. 2000’li yıllardan sonra yapılan binalarda ya da 2010’u bir milat kabul ederek, kullanımının gitgide azaldığını ve yeni binalarda bulunmadığını kabul edebilir ve asbest miktarını binanın yaşına bağlı olarak tahmin edebiliriz.

Yalnız şöyle bir durum da var: Asbest uygun bir şekilde depolama sahalarına götürülüp üzeri örtüldüğü zaman, yani rüzgarın etkisiyle yayılmadığı, havayla taşınmadığı sürece ciddi bir tehlike arz etmiyor. Dolayısıyla yeraltı sularını kirletmesinden endişe etmemeliyiz. Asbest, tozla birlikte havaya karıştığında tehlike oluşturuyor. İki çok şiddetli deprem oldu, daha sonrasında da şiddetli artçılar yaşadık. Ağır hasarlı binalar gibi önemli bir kısım bina da bu artçılarla birlikte yıkıldı. İnsanlar bölgedeyken binalar yıkıldığında ciddi miktarda toz açığa çıktı. Binalar kontrolsüz bir şekilde yıkıldığı zaman asbestli atığın nerede olduğunu belirlemek mümkün değil. Binalar, büyükşehirlerde kentsel dönüşüm esnasında kontrollü yıkılırken önce Belediye, İl Çevre Müdürlüğü ya da sorumlu kişiler gelip binada testler yapıyor. Asbest miktarı belli bir oranın üzerinde olduğunda önlemler alarak; özel koruyucu ekipman ve maskeler gibi donanımlara sahip işçiler tarafından asbestli maddeler ayrı toplanıyor. Bu maddelerin kontrollü, tamamen kapalı araçlarla ilgili depo sahalarına götürülüp orada bertaraf edilmesi gerekiyor. Ama elbette afet anında kendiliğinden yıkılmış binaların içinde asbest olup olmadığını tespit etmek veya asbestli malzemeleri diğer yıkıntı atıklarından ayırt etmek ve ayrı toplamak ne yazık ki hiç kolay değil.

Yıkım esnasında toz kalkmasını engellemek için en azından yıkıntıları sulamak gerekiyor. Bölgede kullanım suyu sıkıntısı yaşanırken bu büyük bir sorun. Bu bizim afetlere hazırlıksız olmamızdan kaynaklanıyor. Değil yıkım esnasında kullanmak üzere, insanların temel ihtiyacı olan suyu temin etmekte zorlanıyoruz. Diğer taraftan, yıkıntı atıkları içinde ne kadar asbest bulunduğunu da net olarak bilemiyoruz, tespit edemiyoruz. Yıkılan binalarda eğer asbest mevcutsa, yıkım esnasında havaya tozla birlikte dağılmıştır. Depremden yaklaşık bir buçuk ay sonra bölgede ciddi bir yağış olduğu ve çadır kentleri, konteyner kentleri su bastığı biliniyor. Bu olumsuz etkinin yanı sıra yağmur havadaki tozu da temizledi, bu doğal bir sulama yöntemi. Bu nedenle atmosferin ve varsa bölgedeki yerleşim yerlerindeki havanın asbest açısından temizlendiğini tahmin ediyorum. Sonraki süreçte özellikle asbest bulunma riski daha yüksek olan eski binaların yıkımı sırasında daha fazla önlem alınabilir. Daha önce bahsettiğim gibi asbestli malzemeler daha çok kazanlarda, borularda ve çatılarda bulunuyor.

Bu ve benzeri yerlerdeki yalıtım malzemeleri asbest içeriyorsa özel personelin çalışması gerekiyor ama işleri gerçekten zor; bölge çok büyük ve çok sayıda bina yıkılmış durumda. Çok sayıdaki yıkıntıya müdahale edecek profesyonel personel bulmak pek mümkün değil. Havada uçuşan partikül sayısından asbestin yoğunlaştığı bölgeler saptanırsa asbestli binaların yıkımı esnasında tankerlerle sulamaya dikkat edilebilir. Yıkıntı atıklarının taşındığı geçici depolama sahaları belki zaman zaman rüzgarla tozumaya karşı sulanabilir, şu anda yapılabilecek en uygun gerçekçi ve sürdürülebilir önlem bu gibi görünüyor. Yıkılan veya yıkılacak bina sayısı çok fazla olduğu için normal zamanda kentsel dönüşüm ve benzeri uygulamalar için yıkılan binalarda olduğu gibi asbeste karşı önlem alınabileceğini pek düşünmüyorum açıkçası.

Geçtiğimiz yıl asbestli bir geminin ülkemize gelmemesi için haklı olarak ülkece ayağa kalkmıştık ama şu anda bir gemiyle değil, depremde yıkılan veya sonrasında yıkılacak on binlerce binayla karşı karşıyayız. Yıkım yapılan bölgelerde havada asbest takibi ve yıkım esnasında toz kalkmasını engellemek için sulama yapmak önceliğimiz olmalı.

EkoIQ Editör