“Avokado gerçekten sığır etinden daha mı kötü? Ya arıların katliamına sebebiyet veren badem üretimi? Peki ya et yemekten yana olanlardan gelen, vegan diyetlere karşı tüm bu argümanlar? Kırmızı etle ilgili büyük pembe yalanlardan başlayalım” Diyor Guardian Çevre Editörü Damian Carrington. Buyrun
Yazı: Damian Carrington
Çeviri: Cansu Yumuşak
İster sağlığınızı, ister çevreyi, isterseniz hayvan refahını düşünen biri olun, bilimsel kanıtlar sizin için en iyi beslenme sisteminin etsiz diyetler olduğunu söylüyor. Varlıklı uluslarda yaşayan milyonlarca insan, hâlihazırda hayvansal ürün tüketimini azaltıyor.
Tabii ki hayvancılıkla uğraşanlar ve et-severler hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde karşı mücadele yürütüyorlar ve bu durum kafaları karıştırabiliyor. Avokado gerçekten sığır etinden daha mı kötü? Ya arıların katliamına sebebiyet veren badem üretimi?
Koronavirüs pandemisi bu karışıklığa bir bileşen daha ekledi. Doğal yaşamın dizginlenemeyen yıkımı, hastalıkların insanlara sıçramasının temel nedeni olarak görülüyor ve bu yıkım büyük ölçüde tarım alanlarının genişlemesi ile ilişkilendiriliyor. Dünyanın biyolojik çeşitlilik alanında çalışan en ileri gelen bilim insanları, eğer ekolojik yıkım hızla durdurulmazsa, daha ölümcül salgınların da yolda olduğunu söylüyor.Vejetaryen
Bir taraftan yemekler kültürümüzün hayati bir parçası iken, diğer taraftan insanların yemekleri satın alım güçleri bir sosyal adalet meselesi. Yani tek bir beslenme reçetesinden, mükemmel bir diyetten söz etmek mümkün değil. Bununla birlikte, araştırma bulguları açık bir şekilde şunu gösteriyor: Sağlıklı ve sürdürülebilir olan hangi beslenme biçimini seçerseniz seçin, bugünkü standart bir Batılı beslenme biçiminden çok daha az kırmızı et ve süt ürünü içerecek ve hatta muhtemelen hiç içermeyen bir beslenme sistemine yönelinmeli. Bunun iki temel nedeni var.
Birincisi, etin aşırı tüketiminin başlı başına bir hastalıklar epidemisine neden olması: Her yıl yaklaşık 285 milyar dolar, sadece kırmızı et yemekten kaynaklanan hastalıkları tedavi etmek için harcanıyor. İkincisi, bitkileri yemenin, yani gezegenin zaten son haddine kadar genişletilerek kullanılan kaynaklarını yemenin; bu kaynaklarla önce hayvanları besleyip sonra hayvanları yemekten çok daha verimli bir kullanım şekli olması. Küresel çaptaki canlı hayvan sürüleri ve onların tükettikleri tahıllar, küresel tarım alanlarının %83’ünü kaplıyor ancak, buna rağmen gıdalardan aldığımız kalorilerin sadece %18’i hayvansal gıdalardan geliyor.
Peki ya et yemekten yana olanlardan gelen, vegan diyetlere karşı tüm bu argümanlar? Kırmızı etle ilgili büyük pembe yalanlardan başlayalım.
1. İddia: Otla beslenen sığır etinin sebep olduğu karbon salımı düşüktür.
Bu sadece endüstriyel sığır etinin orman tahribatı ile bağlantısı göz önüne alınarak bir karşılaştırılma yapıldığında geçerli bir argüman. İngiltere Ulusal Çiftçiler Birliği, İngiltere sığırlarının emisyonlarının dünya ortalamasına kıyasla sadece yarı oranda olduğunu söylüyor. Ancak birçok araştırma, otla beslenen sığır etinin üretimi için daha fazla arazi kullanıldığını ve daha fazla -veya en iyi ihtimalle aynı oranda- emisyon üretildiğini gösteriyor; zira tahıl inekler için sindirimi daha kolay bir besin ve endüstriyel sığır eti için yetiştirilen inekler daha kısa bir yaşam döngüsüne sahip, yani daha az yaşıyor. Her iki faktör de daha az metan anlamına geliyor. Her iki durumda da, en iyi koşulda, en az emisyonla üretilen sığır etinin bile sebep olduğu emisyon, hâlâ fasulye ve bakliyata oranla kat be kat daha fazla.
Dahası var. Oxford Üniversitesi’nden Joseph Poore’un araştırmasına göre, dünyanın tüm mera arazileri doğal bitki örtüsüne geri dönüştürülürse, atmosferden yılda yaklaşık 8 milyar ton CO₂’e eşdeğer miktarda seragazını temizleyebilecek. Bu, dünyadaki toplam seragazı emisyonlarının yaklaşık %15’i kadar. Bu sırada vazgeçilen sığır eti yerine yenecek bitkileri yetiştirmek için o mera arazisinin sadece küçük bir kısmına ihtiyaç duyulacak. Dolayısıyla, eğer iklim kriziyle mücadele etmeyi tercih ediyorsanız, sığır etini tercih etmiyorsunuz demektir.
2. İddia: Sığırlar aslında iklim için nötr bir faktör çünkü metan nispeten kısa ömürlü bir seragazıdır.
Metan çok güçlü bir seragazıdır ve geviş getiren hayvanlar bu gazdan çok miktarda üretir. Ancak atmosferde nispeten kısa bir süre kalır: Yarısı dokuz yıl içinde bozunur. Bu, bazılarının küresel ölçekteki sığır sürülerinin mevcut seviyelerde (yaklaşık 1 milyar hayvan) korunmasının gezegeni ısıtmadığını iddia etmesine neden oluyor. Geğiren inekler sadece zaman geçtikçe parçalanan metanın yerini alıyor.
Aberdeen Üniversitesi’nden Pete Smith ve Cambridge Üniversitesi’nden Andrew Balmford’a göre bu iddia, sadece bir tür “yaratıcı muhasebe”. Sığır çiftçilerinin, geçmişte zaten bunu yaptıkları için atmosferi kirletmeye devam edebileceklerini iddia edemeyiz; bilim insanları “yerimizde saymaktan daha fazlasını yapmalıyız” diyorlar. Aslında metan gazının kısa ömürlü doğası, iklim krizinin yaklaşmakta olan en kötü etkilerinden kaçınmak için umutsuzca çırpınırken, mümkün olan en kısa sürede seragazı emisyonlarını azaltmamız gerektiği göz önüne alındığında, hayvan sayısını azaltmayı “özellikle çekici bir hedef” haline getiriyor.
Her halükârda, sadece metana odaklanmak, Güney Amerika’daki sığır çiftlikleri tarafından yaygın bir şekilde gerçekleştirilen ormansızlaşmayı ortadan kaldırmıyor. Poore, metanı tamamen görmezden gelseniz bile, hayvansal ürünlerin hâlâ bitkilerden daha fazla CO2 ürettiğini söylüyor. Metan iddiasının savunucularından biri bile “Endüstriyel hayvan yetiştiriciliğinin sürdürülebilir olmadığına katılıyorum” diyebiliyor.
3. İddia: Birçok yerde birden yetiştirebileceğiniz tek şey sığırlar ve koyunlar için ot
National Farmers Union (NFU-Ulusal Çiftçiler Birliği) başkanı Minette Batters, “İngiltere’nin %65 toprağı sadece hayvan otlatmaya uygun. Ayrıca, yüksek kaliteli kırmızı et ve süt ürünleri üretmek için uygun iklime sahibiz.” diyor
Oxford Üniversitesi’nden Marco Springmann, “Fakat eğer herkes ‘kendi otlaklarının en iyisi olduğu ve hayvan otlatma için kullanılması gerektiği’ iddiasında bulunsaydı, küresel ısınmayı sınırlamanın bir yolu olmazdı” diyor. Springmann’ın çalışmaları, ağırlıklı olarak bitki temelli olan, haftanın en az üç günü etsiz beslenme temelli diyet olan fleksitaryen diyete geçişin hem mera alanlarından hem de ekili arazilerden alan kazanabileceğimizi gösteriyor.
Meralar, bunun yerine ağaç yetiştirmek ve karbonu hapsetmek, yeniden-yabanıllaştırma ve doğanın yenilenmesi için toprak sağlamak ve fosil yakıtların yerini alabilecek için biyo-enerji bitkilerini yetiştirmek için kullanılabilir. Artık hayvanları beslemek için kullanılmayacak olan ürünler bunun yerine doğrudan insanlar için besin olabilir ve bir ülkenin tahıllar bakımından kendi kendine yeterliliğini artırılabilir.
4. İddia: Otlayan sığırlar, atmosferdeki karbonun toprakta depolanmasına yardımcı olur
Bu bilgi doğru. Ancak sorun şu: En iyi koşullarda bile, otlayan sığırlar tarafından toprakta depolanan karbon, yine otlayan sığırlar tarafından salınan toplam karbon emisyonlarının sadece %20 ila %60’ını dengeliyor. Yine Oxford Üniversitesi’nden Tara Garnett, “Başka bir deyişle, en iyi senaryoda bile mera hayvancılığı, diğer tüm canlı hayvan endüstrisi gibi iklim sorununa net olarak katkı sağlıyor” diyor.
Bunun dışında araştırmalar, bu karbon depolamasının birkaç on yıl içinde sınırına ulaşacağını, ancak metan emisyonu probleminin devam edeceğini gösteriyor. Ayrıca, depolanan karbon da oldukça savunmasız ve edilgen, örneğin arazinin kullanım biçiminde en ufak bir değişiklik olduğunda veya kuraklık koşullarında bile tekrar serbest kalarak atmosfere karıştığı görülebilir. Karbonu toprağa depolama ve hapsetme peşindeki “bütünsel otlatma” savunucuları, aynı zamanda yerel verileri gerçekçi olmayan bir şekilde küresel ölçeğe uyarladıkları için de eleştiriliyorlar.
5. İddia: Merada tek türlü tarım ürünü yetiştirilen alanlara göre çok daha fazla yaban hayatı var
Bu muhtemelen doğru ama asıl can alıcı noktayı kaçırıyor. Küresel çapta yaban yaşam alanlarının içinde bulunduğu krizin itici gücü, bu alanların, zaten geçmişte ve şimdi hâlen canlı hayvan yetiştiriciliğine otlak olarak mera oluşturmak için yok edilmiş olması. Otçulların ekosistemlerde önemli bir rolü var elbette, ancak meraların, çiftliklerde yoğun bir şekilde yetiştirilen sürüler için kullanılması, meraları, yaban hayatı için kötü bir anlam taşımasına sebep oluyor. Daha az et yemek, yaban yaşam alanlarının daha az tahrip edilmesi anlamına geliyor ve et tüketiminin önemli ölçüde azaltılması, meralar ve ekin alanları doğal haline geri kazandırabileceğimiz anlamına geliyor. Üstüne üstlük, zaten, dünyadaki tüm ekili alanların üçte biri hayvan yemi yetiştirmek için kullanılıyor.
6. İddia: Yemi, insanların yiyebileceği proteine dönüştürmek için hayvanlara ihtiyacımız var
Tüm bu yaygın iddialara rağmen protein eksikliği diye bir şey yok. Zengin uluslarda insanlar, genellikle ihtiyaç duyduklarından %30 ila %50 daha fazla protein tüketiyor. Protein ihtiyaçlarının tamamı fasulye, mercimek, fındık ve kepekli tam tahıllar gibi bitki temelli kaynaklardan kolayca karşılanabiliyor.
Ancak hayvanlar, örneğin tahıl üretiminden kaynaklanan atıkların süt üreten sığırları besleyebileceği Hindistan gibi bazı ülkelerde, Afrika ve Asya’nın bazı bölgelerinde bir rol oynayabilir. İnsanları beslemek için kullanılabilecek ekili alanların çoğunun aslında hayvanları beslemek için kullanıldığı dünyanın geri kalanında, tarımın sürdürülebilir olması için hâlâ et tüketiminde bir azaltmaya gitmeye ihtiyaç var.
7. İddia: Amazon’u yok eden soya sütü ve tofu ne olacak?
Öyle bir şey yok. Poore, BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün verilerine göre, Amazon bölgesinde yetiştirilen soyaların %96’sından fazlasının, dünya çapında yenmek için yetiştirilen ineklere, domuzlara ve tavuklara yem olduğunu söylüyor. Dahası, Brezilya soyasının %97’si zaten genetik olarak değiştirilmiş durumda ve birçok ülkede insan tüketimi için yasak, yani nadiren tofu ve soya sütü yapmak için kullanılıyor.
Soya sütünün emisyon salımı, toprak ve su kullanımı, inek sütünden çok daha az oranda. Yani, Amazon hakkında endişeleniyorsanız, et yemeyi bırakmak yapabileceğiniz en iyi şey.
8. İddia: Badem sütü üretimi arıları katlediyor ve araziyi çöl haline getiriyor
Badem üretiminin bazı yöntemleri çevresel sorunlara neden olabilir. Ancak bunun sebebi, artan talebin, Kaliforniya gibi aslında düzgün ve denetimli bir şekilde işlenebilecek belirli yerlerde hızlı bir şekilde yoğunlaşmaya neden olması. Bademlerin büyümesi için gerekli olan hiçbir şey yok. Güney Avrupa’da geleneksel badem üretimi için sulamaya bile ihtiyaç yok. Ayrıca Kaliforniya’da ölen arıların vahşi olmadığını, çiftçiler tarafından yetiştirilen altı ayaklı canlı hayvanlar olduklarını de belirtmek gerekli.
soya sütü gibi adem sütünün de, karbon emisyonu, toprak ve su kullanımı, inek sütünden çok daha düşük. Ancak hala endişeleniyorsanız, genellikle en düşük çevresel ayak iziyle ortaya çıkan yulaf sütü gibi birçok alternatif var.
9. İddia: Avokado bazı yerlerde kuraklığa neden oluyor
Yine, buradaki sorun, Peru ve Şili gibi su kullanımı üzerinde ihtiyatlı kontrollere sahip olmayan belirli bölgelerde üretimin hızlı bir şekilde büyümesi. Avokado tavuk etinden 3 kat, domuz etinden 4 kat ve sığır etinden 20 kat daha az emisyon üretiyor.
Hâlâ avokadolara dair içiniz rahat değilse, elbette onları yememeyi tercih edebilirsiniz ama avokado yememek, yerine et yemek için bir sebep değil çünkü et üretimi çok daha büyük su tüketimine ve ormansızlaştırma ayak izine sahip.
Avokado ve badem tüketicilerinden gelen yüksek talep, başka yerlerdeki çiftçileri de bu ekinleri yetiştirmeye teşvik ediyor, yani mevcut üretimin yoğunlaştığı sıcak noktalar üzerindeki baskı hafifliyor, bu yüzden pazarın sorunu çözmesi zaten muhtemel.
10. İddia: Kinoa patlaması Peru ve Bolivya’daki fakir çiftçilere zarar veriyor
Kinoa inanılmaz bir gıda ve büyük bir patlama gördü. Ancak iddiaların aksine, yoksul çiftçilerin ağzından yiyeceğinin alındığı fikri yanlış. Konuyu inceleyen araştırmacılar, “Yükselen kinoa fiyatlarının, kinoayı geleneksel olarak üretip tüketenlere zarar verdiği iddiası aşikâr bir biçimde yanlıştır” şeklinde açıklamalarda bulundular.
Kinoa bu insanlar için hiçbir zaman bir temel gıda değildi, gıda bütçelerinin sadece küçük bir yüzdelik kısmını temsil ediyordu. Kinoa patlamasının beslenmeleri üzerinde hiçbir etkisi olmadı. Bu patlama aynı zamanda çiftçilerin gelirini de önemli ölçüde artırdı.
Arazi daha çok işlendiği için toprak kalitesinin düşmesiyle ilgili bir sorun var. Ancak kinoa şimdi Çin, Hindistan ve Nepal’de olduğu gibi ABD ve Kanada’da da ekilerek, toprak üzerindeki yük hafifletiliyor. Araştırmacılar şimdi, kinoa arzı yükseldikçe ve fiyatı düştükçe Güney Amerikalı çiftçilerin yaşayacağı gelir kaybı konusunda daha fazla endişeli.
11. İddia: Yağmur ormanlarını ve orangutanları yok eden palmiye yağı ne olacak?
Palm yağı tarlaları gerçekten de korkunç bir ormansızlaşmaya yol açtı ama bu sadece veganların değil, herkesin sorunu: Süpermarket raflarındaki ürünlerin yaklaşık yarısında, hem gıda hem de temizlik malzemelerinde palm yağı var. Uluslararası Doğayı Koruma Birliği, sürdürülebilir şekilde üretilen palmiye yağının seçilmesinin aslında olumlu olduğunu savunuyor çünkü diğer yağ bitkileri daha fazla arazi kaplıyor.
Ancak Poore şöyle diyor: “Eski Sovyet bölgelerindeki kolza tohumu (kanola yağı), ayçiçeği tarlaları ve geleneksel zeytin tarlaları da dâhil olmak üzere, dünya çapında milyonlarca dönümlük yağlı tohum tarlasını kaderine terk ediyoruz.” Bu toprakları daha iyi kullanmanın, palm yağı kullanmaya bir alternatif oluşturabileceğini de sözlerine ekliyor.
12. İddia: Veganlar yeterince B12 almıyorlar, bu da onları aptal yapıyor
Vegan bir diyet genellikle çok sağlıklıdır ancak doktorlar et, yumurta ve inek sütünde bulunan beyin fonksiyonu için önemli bir vitamin olan B12’nin potansiyel eksikliği konusunda uyarılarda bulunuyorlar. Bu bir gıda takviyesi alarak kolayca çözülebilecek bir sorun.
Ancak daha yakından bakıldığında karşımıza bazı sürprizler çıkıyor. B12, topraktaki bakteriler ve hayvanların bağırsakları tarafından üretiliyor ve serbest dolaşan çiftlik hayvanları, otlarken ya da zemini gagalarken B12’yi yutuyor. Ancak çoğu canlı hayvan üretim tesisi, hayvanların serbest dolaşabileceği tesisler değil ve çiftliklerde yaygın olarak kullanılan böcek ilaçları ve antibiyotikler B12 üreten böcekleri öldürüyor. Sonuç olarak, çoğu B12 takviyesi -bir kaynağa göre %90- insanları değil, hayvancılığı besliyor; hayvanlar da B12’yi dışarıdan alıyor.
Yani aslında burada, dışarıdan B12 takviyesi almak veya takviye verilen bir hayvanı yemek arasında bir seçenek var. Yosunlar bitki temelli bir B12 kaynağıdır, ancak biyo-yararlanım dereceleri henüz belirlenmemiştir. Ayrıca, şunu da unutmamak gerek, özellikle yaşlı insanlar başta olmak üzere önemli sayıda vegan-olmayan insanda da B12 eksikliği mevcut. Veganlar arasında ölçülen oran yalnızca %10 civarında.
13. İddia: Ete alternatif olan bitki temelli yiyecekler gerçekten sağlıksız
Bitki temelli burgerlerin hızlı yükselişi, ultra-işlenmiş abur cubur kategorisinde eleştiri almasına neden oldu. Springmann, eğer çok tuzluysa bitki bazlı bir burgerin sağlıksız olabileceğini ancak tüm besin faktörleri, özellikle lif göz önüne alındığında, yine de bir etli burgerden daha sağlıklı olmasının muhtemel olduğunu söylüyor. Ayrıca, sığır eti ile yapılan hamburgerin, bitki temelli bir alternatifle değiştirilmesinin çevreye daha az zarar verdiği kesin bir bilgi.
Genel olarak çok fazla işlenmiş gıda yediğimiz konusunda güçlü bir tartışma söz konusu, ancak bu durum, et yiyenler için de en az vejetaryenler ve veganlar için olduğu kadar geçerli. Ve çoğu insanın bir anda hamburger ve sosisten vazgeçmesinin olası olmadığı düşünüldüğünde, bitki temelli seçenekler aslında faydalı bir alternatif.
14. İddia: Meyve ve sebzeler vegan değildir çünkü gübre olarak hayvan gübresi kullanırlar
Çoğu vegan, meyve ve sebzenin hayvansal ürünler olduğu iddiasının aptalca olduğunu ve hayvan gübresi olmadan bol miktarda meyve sebze üretilebileceğini söyleyecektir. Her durumda, bahçeciliğin gübreye bağımlı olması için hiçbir sebep yok. Sentetik gübre, havadaki azottan kolayca elde edilebilir ve daha yaygın olarak organik gübre kullanmayı seçersek, ondan da insan dışkısı formunda bol miktarda mevcut. Aşırı gübre uygulaması dünyanın birçok yerinde su kirliliği sorunlarına neden oluyor. Ancak bu hem sentetik gübre hem de organik gübre için geçerli ve asıl sorun gübre kullanımının kötü bir şekilde yönetilmesinden kaynaklanıyor.
15. İddia: Vegan diyetler milyonlarca böceği öldürüyor
Piers Morgan, “iki yüzlü” veganlara karşı ağzına geleni sayanlardan biri çünkü ticari olarak alıkonan arılar badem ve avokadoları tozlaştırırken ölüyor ve biçerdöverler tahıl hasadı sırasında “küçük memelilerin ve böceklerin toplu katliamına” sebep oluyor. Ancak neredeyse herkes bu besinleri tüketiyor, sadece veganlar değil.
Böcek sayısının dünya genelinde korkunç bir düşüşte olduğu bir gerçek. Ancak bunun en büyük itici gücü, sebebi, büyük ölçüde et üretimi için vahşi yaşam alanlarının tahrip edilmesi ve yaygın pestisit (böcek zehri) kullanımı. Gerçekten endişelendiğiniz şey böceklerse, bitki temelli bir organik beslenme sizin için uygun bir diyet seçeneği.
16. İddia: İnsanlara daha az et ve süt ürünleri yemelerini söylemek dünyanın en yoksulları için hayati beslenmeyi görmezden geliyor
Bilim insanları tarafından hem küresel sağlık için hem de ekolojik ihtiyaçları karşılamak için yayınlanan “dünya sağlığı diyeti”, gazeteci Joanna Blythman tarafından eleştirildi: “Zengin ülkelerde yaşayan ideologlar yoksul ülkelere hayvansal gıdalardan kaçınmaları ve bitki temelli beslenmeleri için baskı yaptığında incelikten yoksun bir duyarsızlık ve sömürgeci bir Beyaz Kurtarıcı zihniyet ortaya koyuyorlar.”
Aslında, dünya sağlığı diyetinin arkasındaki ekibin bir parçası olan Springmann, bitki temelli beslenmeyle birlikte, nişastalı gıdaların diyetlere hâkim olduğu daha yoksul bölgeler de dahil olmak üzere tüm bölgelerde besin alımının artacağını söylüyor. Zengin ülkelerdeki et ve süt ürünleri tüketiminin büyük ölçüde kısıtlanmasına ihtiyaç var. Dünyanın diğer bölgelerindeki birçok sağlıklı ve geleneksel diyet içinde hayvansal ürünlerin oranı zaten düşük.
17. İddia: Taşımacılık emisyonları hesaba katıldığında, dünyanın her yerinden gelen bitkilerin yenmesi, yerel et ve süt ürünlerini tüketmekten çok daha kötüdür
Oxford Üniversitesi’nden Hannah Ritchie, “Yerel yemekleri yemek sık sık duyduğunuz bir tavsiyedir [ancak] en yanlış yönlendirilmiş tavsiyelerden biridir” diyor: “Taşımacılıktan kaynaklanan seragazı emisyonları, gıdaların sebep olduğu emisyonların çok az bir kısmını oluşturuyor ve ne yediğiniz, yemeğinizin nereden geldiğinden çok daha önemlidir.”
Ritchie, sığır ve kuzu etinin, diğer yiyeceklerin çoğundan kat be kat fazla karbon ayak izine sahip olduğunu söylüyor. Et, ister yerel olarak üretilsin ister dünyanın diğer tarafından gönderilsin, bitkiler hâlâ daha düşük karbon ayak izlerine sahip olacaklar. Sığır etinin nakliyesinden kaynaklanan emisyon, toplamın yaklaşık %0,5’i; kuzu etininki ise %2.
Bunun nedeni, uzun mesafelerde taşınan neredeyse tüm yiyeceklerin büyük yükleri barındırabilen ve bu nedenle aslında görece verimli olan gemiler tarafından taşınması. Örneğin, Atlantik’i geçen avokadoların nakliye emisyonları toplam ayak izlerinin yaklaşık %8’i kadar. Hava taşımacılığı ise elbette daha yüksek emisyonlara neden oluyor ancak çok az yiyecek bu şekilde taşınıyor, bu da gıdaların yolculuğunun toplam milinin sadece %0.16’sını oluşturuyor.
18. İddia: Eğer dünya tamamen et yemeyi bırakırsa, hayvan yetiştiren tüm çiftçiler işsiz kalırdı
Hayvancılık sektörü, sebze ve meyvelerin aksine, dünya çapında büyük ölçüde vergi mükelleflerinin parası ile finanse ediliyor. Bu para, bunun yerine bakliyatlar ve kabuklu yemişler gibi daha sürdürülebilir yiyecekleri desteklemek ve ormanlık ile sulak alanlarda karbon hapsedilmesini sağlamak, yabanıl yaşamı özüne döndürmek, suyu temizlemek ve sel risklerini azaltmak gibi başkaca değerli hizmetleri sunmak için kullanılabilir. Vergileriniz size zarar yerine kamuya yararı sağlamak için kullanılmalı, değil mi?
Dolayısıyla, gıda karmaşık bir mesele. Ancak bugün yaptığımız şekliyle çiftçiliğe ve yeme alışkanlıklarımıza devam etmeyi ne kadar istesek de, daha az et ve daha fazla bitki tüketmenin hem sağlığımız hem de gezegenimiz için çok iyi olduğuna dair gün gibi aşikâr kanıtlar mevcut. Bazı bitki mahsullerine has bazı sorunların olması, bunun yerine et yemek için bir sebep değil.
Sonuç olarak, yiyeceğiniz şeyi kendiniz seçeceksiniz. Sağlıklı ve sürdürülebilir yemek istiyorsanız, et ve süt ürünlerini yemekten tamamen vazgeçmek zorunda değilsiniz. Dünya sağlığı diyeti, haftada bir kez sığır etinden hamburgere, biraz balığa ve bir yumurtaya ve her gün bir bardak süt veya biraz peynire müsaade ediyor.
Yemek yazarı Michael Pollan, 2008’de, yani önceden, dünya sağlığı diyetini yedi kelimelik basit bir kuralla duyurmuştu: “Yemek yiyin. Çok yemeyin. Çoğunlukla bitkileri yiyin”. Ancak iklim ve yabanıl hayatın boğuştuğu krizle mücadelede maksimum etkiye sahip olmak istiyorsanız, o zaman menünüzde yalnızca bitkiler yer alacak.
Haberin aslına buradan ulaşabilirsiniz.
Bizi sosyal medyada takip etmek için tıklayın: LinkedIn | Instagram | Twitter | Facebook