Nasıl da böbürlenmiştik ama? 18. yüzyıldaki bilimsel ilerlemeler sanayi devrimiyle de birleşince, bir anda kendimizi yeryüzündeki tek akılı yaratık ilan edivermiştik; artık yeni ilahlar, yeni efendiler bizlerdik. 50 katı binalar dikebiliyor, uçaklar uçurabiliyor, dünyanın bir ucundan diğerine bir iki günde ulaşabiliyor, kilometrelerce derinliklerden yakıt çıkartabiliyorduk. Dünya bizim tapulu malımızdı artık, elimizin ulaşabileceği her karış alan bizimdi. Hediye oyuncaklarla kendisinden geçen çocuklar misali süper trenlerle, internetle, elektrik santralleriyle, robotik seri üretim tezgâhlarıyla kendimizi öyle kaybetmiş durumdayız ki; ne şimdiyi, ne geleceği düşünmeksizin kesiyor, yıkıyor, yok ediyor, hırsla ellerimizi ovuşturarak canı cansız önümüze gelen her şeyi ezip geçiyoruz. Peki, madem bu kadar akılıyız, doğanın sayısal denklemlerini uzay gemilerini Mars’a yumuşak şekilde indirmek için kullanabiliyoruz; iş doğal dengelerle uyumlu ve evladiyelik yerleşimler ve üretim sistemleri kurmaya gelince, pay sahibi olan herkesin keyfini sürebildiği bir toplumsal ekonomi planlamaya gelince niye böyle gözünü kan bürümüş yabanilere dönüşüyoruz? Hesapsız kitapsız, sınır tanımaksızın büyümenin gerek yeryüzündeki genel denge ve diğer canı türleri, gerekse toplumsal huzur açısından getirdiği büyük tehlikelere 1960’lardan beri genel olarak “ekolojist” diye tabir edebileceğimiz pek çok kişi, oluşum ve hareket dikkat çekiyor. 50 yıldır yapılan uyarıların hemen hepsi bugün tüm riskleriyle kapımıza dayanmış durumda: Çölleşme, kuraklık; gıda krizleri; nesli tükenen canı türleri; buzulların erimesi; aşrı nüfus ve tüketim artış; geri dönülemez çevre kirliliği; korkunç çevre felaketleri; iklimdeki dengesizlikler ve bütün bunların sonucunda yaşanan toplumsal çalkantılar…
Permakültürün Ortaya Çıkışı
Bu yazıda, en kapsamı ekolojist yaklaşımlardan birini geliştirmiş olan, sadece bir doğa korumacılığı anlayış olarak değil, gıda üretimi, yerleşimler, enerji kullanımı, ekonomi, toplumsal yaşam gibi insan hayatının temel unsurları üzerine de pek çok somut ve uygulanabilir öneriler getiren ve uygulayan bir anlayış olarak Permakültürü tanıtmaya çalışacağım. Permakültür fikri, 1970’lerde Bill Mollison’ın özellikle sürdürülebilir tarım ile ilgili yaptığı araştırmalar ve uygulamaların sonucu ortaya çıktı. Kavram ilk olarak Mollison’ın öğrencisi David Holmgren ile birlikte 1978’de yayınladığı Permaculture One adı kitapla ismini duyurdu. Permakültür, “permanent” (kalıcı, sürdürülebilir) ve “agriculture” (tarım) kelimelerinden türetilmiştir. İlk başta bir “sürdürülebilir tarım” anlayış olarak ortaya çıksa da, zamanla insan yerleşimlerinin kendine yeterli, istikrarı, herkes açısından adil ve canlılığı tüketerek değil canlılığı artıracak şekilde işleyebilmesine yönelik bir “sürdürülebilir kültür” anlayışına dönüşmüştür. Bu anlayış Mollison’ın gerek dünyadaki çeşitli kendine yeterli toplumlar üzerinde yaptığı incelemelerden, gerekse doğal sistemlerin işleyiş biçimlerinden çıkardığı çeşitli bilgi ve ilkelere dayanır.
Sürdürülebilirlik ve Gıda Ormanları
Son yıllarda çok moda olan Sürdürülebilirlik kavramını yaygın ekonomik göndermelerinden kurtarmak gerekiyor. Sürdürülebilirlik dediğimizde, günümüz endüstriyel toplumlarının uygulamalarından tam tersi bir anlayış, yani bir sistemin en az tükettiği kadar kaynağı, mümkünse de daha fazlasını üretebilmesini kastediyoruz. Gelecek kuşaklara (insanlar ve her türlü canlılar) yaşanabilir bir dünya bırakmanın tek yolu budur. Buradaki mantık çok basit ve nettir: Bir insan yerleşimi varlığını sürdürmek üzere kullandığı kaynakları yerine koymadığı zaman, bu kaynaklar sınırı oldukları için tükenir, dolayısıyla da o yerleşim yaşanabilir olmaktan çıkar. İnsanlık tarihi bu tür, bulunduğu yeri yaşanmaz hale getirerek yok olmuş şehir uygarlıklarıyla doludur. (Örneğin, Paskalya Adası’nın ormanlarının kesilmesi sonucu adadaki uygarlığın sona ermesi ya da döneminin en bereketli topraklarına sahip olan Basra Körfezi çevresinin, bataklıklarla kaplı bir çöle dönüşme sürecinin çarpıcı hikayelerinin anlatıldığı, Ronald Wright’ın “İlerlemenin Kısa Tarihi” adı kitabına bakılabilir.) Günümüzün başat ekonomi anlayış sürekli büyüme üzerine kuruludur; bu daha çok tüket(tir)me ve üretme döngüsü, sürekli bir banka hesabından para çekmeye ama hesaba hiç para yatırmamaya benzetilebilir ve bu sonlu, sınırı bir hesaptır. Permakültür ise, (a) sistemdeki unsurların birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılayabildiği, böylece kendine yeterli, dışarıdan enerji getirtilmesini gerektirmeyen; (b) bütün çıktıların yine sistem içinde kullanılabildiği, böylece atık üretmeyen ve (c) enerjinin azami verimlilikte kullanıldığı sistemler tasarlamaya ilişkindir. Somutlaştırırsak; Permakültürün önerdiği tipik bir sürdürülebilir tasarı m örneği “gıda ormanı”dır. Bu sistem, günümüzde habis gibi her yere yayılmış, 1 kalori üretmek için 10 kalori harcayan, enerji ve su canavarı, monokültürel konvansiyonel tarım anlayışından bir hayli farkıdır. “Gıda ormanı”, özellikle ılıman ile subtropikal kuşak arasında bulunan bölgelerdeki uygarlıkların yıllardır kullandığı bir sistemidir. Bir gıda ormanı, ekim arazisinde çok çeşitli sebze, çiçek, çatı ve ağaçların iç içe yetiştirilme sistemidir. Burada amaç, doğanın temel işleyiş mantığı olan birlikte yaşama ve birbirinin ihtiyaçlarını karşılama özelliklerini taklit etmektir. Her türlü yer örtücü (özellikle) çok yıllık bitki, bodur ve boylu ağaçlar sadece yatay düzlem dikkate alınarak değil, dikey katmanlar oluşturacak şekilde iç içe dikilir. Bu sistemde bir kısım bitki (özellikle baklagiller) sadece sistemin geri kalanı için yeşil gübre sağlama ve azot bağlama amacıyla kullanılır. Karışık dikimle ekim alanının sürekli yeşil örtüyle kapı olmasına dikkat edilir. Böylece zamanla budamaların ya malç (toprak üstü örtüsü) yani çürümeyle ya da kompost olarak toprağa geri verilmesiyle, sistemin kendini gübrelemesi, toprak minerallerinin zenginleşmesi ve toprak üstü nemliliğin korunması sağlanır. Karışık ekim sayesinde hayvan çeşitliliğinin artması ve rakip türlerin girmesiyle “zararılar” ciddi bir sorun olmaktan çıkar. Malç kullanımıyla yabani otlar kontrol altına alınır. Toprak zenginleştikçe kökler güçlenerek su ihtiyacı asgariye iner. Üst toprak katmanının sürekli zenginleştiği bu sistem zamanla insan müdahalesine gerek duymaksızın tamamen kendi kendine bakabilir hale gelir ve yüksek besleyici değerine sahip gıda üretimi bol miktarda sağlanabilir. İnsan nüfusunun katlanarak artışıyla doğal alanların da katlaması şekilde yok edildiği, tarım faaliyetinin otomotiv sektöründeki seri bant üretim anlayışına indirgenerek tüm dünyada tek tipleştirildiği günümüz dünyasında, Permakültür hiç vakit kaybedilmeksizin doğanın kendi kendini iyileştirmesine olanak tanınması için mücadele eder. Bunun birinci koşulu, Mollison’a göre “varlığımızı sürdürmek için gereken en az arazi miktarında, en fazla bitki çeşitliliğine sahip sistemler kurmaya” odaklanmak ve el koyduğumuz toprakları yaban hayatın emrine geri vermektir. Son yıllarda gıda fiyatlarındaki kaygı verici artış da, yüksek verimliliğe sahip evladiyelik tarımın istikrarı bir toplumsal düzen için tek çare olduğunu ortaya koyuyor.
Yağmur Hendeğiyle Yaratılan Pınarlar
Permakültürün tarımla sınırı kalmadığını söylemiştik ama yazının sınırına dayandık. Diğer öneri ve uygulamaları kısaca toparlamaya çalışacağım.
Adım adım su kıtığına gidildiği günümüz şartlarında, Permakültür çeşitli su hasadı, suyun planı kullanımı ve atık suların değerlendirilmesi önerileri getirir. Su hasadı, kısaca, yağmur suyunun özellikle çatılar yoluyla toplanması ve de arazilerde yağmur suyunun akıp gitmesini önleyen “yağmur hendeği” sistemleridir. Şu an ayrıntılarına giremeyeceğimiz “yağmur hendeği” sistemleri, düzgün hazırlandığında, çöl iklimi hariç neredeyse bütün bölgelerde, 5 yıl içinde her türlü arazide pınarların patlamasını sağlar. Burada unutulmaması gereken, ormanları n ve yeşil örtünün yağmurların oluşmasında ve yağmur suyunun toprakta tutulmasında hayati öneme sahip olduğudur. Su sorununa çözüm getirme iddiasıyla yapılan barajlar ve HES’ler milyonlarca dönüm araziyi sudan mahrum bırakarak yeşil örtünün kurumasına yol açmakta ve uzun vadede suyu bitirmektedir. Evlerdeki atık suların ayrıştırılması ve çeşitli doğal filtreleme sistemleriyle tekrar kullanılması diğer yaygın tekniklerdir. Permakültür bina yapımı ve enerji kullanımıyla da ilgili çok çeşitli öneriler getirir. İnşaatlarda, yüzyıllardır kullanılan ve ev içi ısı düzenlemesi, bakı m kolaylığı, dayanıklılık, ekonomiklik ve geri dönüştürülebilirlik açısından kendini kanıtlamış geleneksel tekniklerin yeni teknolojilerle bağdaştırılması önerilir. Burada özellikle yerel ve yenilenebilir malzemelerin kullanımı ve her türlü uygulamada “bunun bedeli nedir?” sorusunun sorulması çok önemlidir. Binalarda, güneşe göre konumlandırma; pencerelerin boyutu ve pencere önüne dikilen (kışın yaprak döküp ısıtma, yazın da gölgeleme işlevi gören) ağaçlar; kapsamı yalıtım; evin, duvarlar ya da zeminden ısıtılması ya da soğuk hava akışlarına göre yapılan pencere sistemleriyle soğutulması gibi tekniklere dayalı “enerji etkin” bir anlayış kullanılması önerilir. Günümüzün yöneticileri, ülkemizdeki evleri ithalata dayalı ve çok pahalı ısıtma sistemlerine mahkum edip, tam bir saatli bomba konumundaki, aşrı maliyetli nükleer santralleri kurmayı planlıyor. Oysa “enerji etkin” evler ve güneşten daha verimli yararlanılması genel enerji ihtiyacını yüzde 40’lara varan oranlarda azaltabilir. Ama esas önemli olan, kaynakların sınırlılığı bilinciyle enerji tasarrufunu yaygınlaştırmaktır. Refahı Yeniden Tanımlamak Permakültürün ekonomi anlayışını çok kısaca özetlersek; biz, insanlığın, mevcut bütün toplumsal sorunlarını sürdürülebilir sistemlerle çözüm getirecek bilgi birikimine ve teknoloji donanımına sahip olduğunu düşünüyoruz. Ancak günümüz ekonomi ve siyasi düzenekleri çok küçük bir zümrenin servetine servet kattığı, bunun bedelinin de arka arkaya patlayan krizler, sürekli artan cari açık ve dış borçlarla halkın sırtına yüklendiği çıkarcı, dar perspektifi ve toplumsal mutluluğu gözetmeyen sistemlerdir. Permakültür, gerçek kaynaklara karşılık gelmeyen, spekülatif rakamlara dayalı bir “gelişmişlik” ölçütü yerine, “refah” kavramının baştan tanımlanmasını önerir. Bize göre refah, bir toplumdaki bireylerin temel ihtiyaçlarının, yani temiz su, temiz ve besleyici gıda, makul barınma, sıcak, dayanışmaya dayalı bir topluluk ortamı ve geçimini doğru şekilde sağlayabilmesinin ne ölçüde sağlanabildiğine göre değerlendirilir. O halde, bu anlayışa dayalı, kendine yeterli toplumlar yaratmak üzere, karar alımı, kaynakların kullanımı ve ekonomik ilişkiler mekanizmalarında kapsamı değişimler yaratmamız gerekiyor. Permakültür, o halde, son kertede etik ve vicdani bir anlayıştır; kendi varoluşumuz ve çocuklarımızın geleceği için hemen şimdi sorumluluk alma ve harekete geçme çağrısıdır. Şu anki yıkıcı sistemleri desteklemeye son vermek ve istikrarı toplumlar kurmak üzere dayanışmanın çok çeşitli yolları, yordamları mevcut. Ve zannedilenden çok daha fazla insan bunun için yanıp tutuşuyor!
Permakültürün 7 Katmanı
Permakültür zamanla insan yerleşimlerinin kendine yeterli, istikrarı, herkes açısından adil ve canlılığı tüketerek değil canlılığı artıracak şekilde işleyebilmesine yönelik bir “sürdürülebilir kültür” anlayışına dönüştü.
1. Kanopi / Gölgelik (Meyve ve yemiş veren geniş gövdeli ağaçlar)
2. Alçak Ağaç Katmanı (Bodur meyve ağaçları)
3. Çalılık Katmanı (Kuş üzümü ve böğürtlen)
4. Otsu Bitki Katmanı (Mayasıl otu, pancar, şifalı bitkiler)
5. Rizosfer (Kök Sebzeler)
6. Toprak Yüzeyi (Çilek vb. yer örtücüler)
7. Dikey Katman (Tırmanıcı bitkiler, üzüm bağları) Gıda Ormanı:
Yaşayan Efsane: Mollison
Bill Mollison 1928’de Tazmanya’da doğdu. Bitki ve hayvanbilimci olarak akademik çalışmalar yaptı. İnsan ve canı toplulukları için yıkıcı sonuçlar doğuran siyasi iktidarlara karşı ’68 ve sonrasında çeşitli gösterilere katıldıktan ve “taş atmak ve bağırıp çağırmakla” hiçbir yere varılamayacağını gördükten sonra ormanda ıssız bir çiftliğe yerleşti. Burada yıllarca doğanın işleyiş tarzını gözlemledi ve bu tarzı taklit eden bahçe tasarımları denedi. Yazdığı Permaculture One ve Per. Two (1979) adı kitaplar büyük yankı uyandırdı. Tazmanya ve Avustralya’da kurduğu enstitülerle Permakültürü tanıttı ve öğrenciler yetiştirdi. Ardından, yıllarca dünyanın farkı köşelerindeki geleneksel toplulukların sistemlerini incelemeye devam etti. Güneydoğu Asya, Hindistan ve Afrika’nın en yoksul bölgelerinde yerel halkla birlikte kendine yeterli sistemler kurma çalışmaları yaptı. 1988’de yazdığı dev çalışması Designers’ Manual Permakültür ile ilgili temel başvuru kaynağıdır. Kendisiyle yapılmış iki söyleşi için bkz. https://permakulturplatformu.org/?p=43 ve https://permakulturplatformu.org/?p=294.
Bütüncül Denge
Permakültür akılcı ve bilinçli tasarımlara dayalı sistemler yaratma bilimidir; ancak bu “akıl” her zaman için sırtını doğal ekosistemlerin temel ilkelerine dayar. Bu ilkeler arasında,
Çeşitlilik (doğada çeşitliliğin hep artma eğilimi göstermesi);
Karşılıklı bağımlılık (türlerin hayatta kalmak için diğer türlere bağımı olması);
Karşılıklı fayda anlayışına dayalı karmaşık düzenlilik;
En az aldığın kadarını geri verme (yararlanılan kaynağın telafi edilmesi); b
“Kenar etkisi” (iki farkı ortamın kesişim noktalarında en bereketli alanların ortaya çıkması); b Hiçbir türün aşrı kalabalıklaşarak diğer türlere baskın gelememesi ve tüm bunların sonucu olarak ortaya çıkan bütüncül denge sayılabilir.
Küçük Bir Okuma Listesi
Permakültür anlayışının nelere kadir olduğunu görmek için internetten Ürdün’de gerçekleştirilen “Greening The Desert” projesinin videosunu izlemenizi tavsiye ederiz. https://permaculture.org.au/2009/12/11/greening-the-desert-ii-final/
Permakültüre Giriş, Bill Mollison (Sineksekiz, 2011). *
Permakültür platformu: www.permakulturplatormu.org
Türkiye Permakültür Araştırmaları Enstitüsü: www.permacultureturkey.org
Çevrecilik, Domenique Simonnet (İletişim, 1990).
Ekoloji Cep Rehberi, Ernest Callenbach (SinekSekiz, 2010).