Yazı: Doç.Dr.Murad TİRYAKİOĞLU, Afet Bilinci Derneği, Genel Koordinatörü, tiryakioglum@gmail.com
Ülkemizin genel zafiyetlerinden birisi, samimiyetsizlik. En basitinden, ihtiyaç sahiplerini “sadece” Ramazan ayında, evsiz insanları ve sokak hayvanlarını ancak dondurucu soğuklarda anımsayacak kadar samimiyiz işte, daha ne olsun, değil mi ya!
Samimiyetsizliğin sonucu ise eylemsizlik. Zira biz çok seviyoruz konuşmayı, okumadan, araştırmadan, üzerine kafa yormadan, sağdan soldan duyduklarımızla, sosyal medyada gözümüze ilişenlerle konuşuyoruz. Elimiz kalem tutuyorsa ve dahi bir de yazacak mecramız varsa uzmanı oluveriyoruz konunun. Eyleme gelince, derin bir sessizlik, büyük dinginlik çöküyor üzerimize. Bu tespitleri hemen her alanda az ya da çok, illâ ki gördüğümüz toplumsal zafiyetlerimize dayanarak ve belki de bir parça haddimi aşarak yapıyorum. Ama bakın bir anlatayım, hele bir dinleyin sonrasına siz karar verin.
Salgınla mücadele konusunda ne samimiyiz ne de gerçekten bir çaba, bir eylem içindeyiz. 2020 yazında sahilleri dolduranlar ile ara tatilde kayak merkezlerini dolduranların salgının hızla yayılmaya devam etmesi ile ilgili vebali en çok işyerini açamayan esnafın, okula gidemeyen öğrencilerin, dışarda çalışmak zorunda olanların ve en çok da sağlık personelinin üzerinde. Toplu görüşmelere devam edip gayet yakın temas halinde salgın sürecinin etkin bir biçimde yönetilemediğinden dem vuruyorlar. Elbette ki salgın süreci etkin yönetilemedi ve yönetilemiyor ama bireysel düzeyde bizlerin süreci hassasiyetle sürdürmeye gayret ettiğimizi söylememiz mümkün mü!
Salgın meselesi çok karışık, üzerine kafa yoran, çok değerli analizler yapan çok değerli kişiler ve ortaya koymaya devam ettikleri çok güzel eserler tarihe not niteliğinde analizler sunuyor. Sadece bir örnek vereyim, Tellekt Yayınları etiketi ile raflarda olan “Salgın” çok boyutlu bir bakış açısı sunuyor çeşitli yazarların gözünden.
Aynı Durum İklim Eylemi İçin De Geçerli
Gelelim iklim meselesine. Devam edegelen eylemsizliklere takılıyor aklım. Halen daha pek çok yerel yönetimin ve hatta büyükşehir belediyesinin bir iklim eylem planı yok. Benzer şekilde yine pek çok yerel yönetim bünyesinde deprem, afet, risk izleme ve değerlendirme gibi daire başkanlıkları, iklim uyum daire başkanlıkları, şube müdürlükleri yok. Ve tabii altını özellikle çizmek gerekir ki olması ya da kurulması da tek başına pek bir anlam ifade etmiyor. Kaynak yaratmak, bu kaynağı somut çıktıları hedefleyen, toplumsal katma değeri yüksek faaliyetlere dönüştürmek gibi pek çok zorunluluk var. Bu da çok kolay bir süreç değil. Ancak unutmamak gerekir ki gecikmeye devam etikçe süreç çok daha pahalı, maliyetli ve yıkıcı hale geliyor.
Ez cümle eylemsizlik, eyleme geçmekten çok daha pahalı ve çok daha riskli.
Son bir nokta ulusal düzeyde de artmaya başlayan fonlar halihazırda uluslararası düzeyde çok daha fazla ve değerlendirilmek üzere bekliyorken biz de bekliyoruz ki bir yerden bir fikir gelsin bir yerden fon gelsin, valla mümkünse birileri de gelip uygulamayı yapıversin. Bu kadar da eylemsizliğe karşın biz vitrinde yer alırız, sosyal medyada boy boy fotoğraflar paylaşırız, o kadar da sorumluluk alıp elimizi taşın altına sokalım değil mi?