Psikoloji ve tıpta, bir kişinin vücudunun daha önce kesilmiş, yani artık beden bütünlüğünün bir parçası olmayan uzvunun sanki halen vücutta duruyormuş gibi ağrıdığını hissetmesi ve buna bağlı acı duymasını nitelendirmek için Fantom Ağrısı tabiri kullanılır. 2024 Yerel Seçimleri yaklaşırken Türkiye’nin ve özellikle İstanbul’un durumunu bu semptoma benzetmek olası görünüyor. Yurdun önemli bir bölümünü etkileyen 6 Şubat depremleri ülkenin maddi ve manevi bir parçasını söküp attı. Halk, arada sızlayan bir yara gibi belirli aralıklarla, depremde ölenler için acı ve üzüntü duyuyor.
Yazı: Nihat NUYAN
6 Şubat depremleri olarak bilinen ve resmi kayıtlarda daha çok 2023 Kahramanmaraş depremleri olarak geçen afetlerin üzerinden bir yıl geçti. Şiddetleri 7,8 ve 7,5 olarak belirlenen ve dokuz saat arayla gerçekleşen bu iki deprem 11 ili doğrudan etkileyip, resmi rakamlara göre 50 binden fazla insanın hayatını kaybetmesine ve 120 binden fazla insanın yaralanmasına neden oldu. Depremden toplam etkilenen insan sayısının 14 milyon olduğunu ifade etmek mümkün. 35 binden fazla binanın yıkıldığı ve ağır hasarlı bina sayısının 300 bin dolaylarında olduğu göz önünde bulundurulduğunda, can kaybının açıklanandan çok daha fazla olduğu yönünde varsayımlarda bulunmak olanaklı hale geliyor…
Depremler, tarımdan ekonomiye kadar birçok alanda önemli bir yükümlülük doğurdu. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün verilerine göre deprem sonucu 650 binden fazla kişi geçim olanaklarını kaybetti. Hükümet, en yüksek acil durum çağrısı olan 4. Seviye alarm ilan ederek bölgede Olağanüstü Hal ilan etti. 100 kadar ülke toplamda 140 bin kişilik arama kurtarma ekibi yolladı. Meclis Deprem Araştırma Komisyonu’nun 2023 yılı raporuna göre 6 Şubat depremlerinin Türkiye’ye maaliyeti yaklaşık 150 milyar dolar oldu. Bu oran 1999 Marmara Depremi’nin neden olduğu kaybın yaklaşık 6 katına tekabül ediyor.
Tarımda 25 milyar TL Zarar!
Kalkınma için İnovasyon Derneği tarafından açıklanan Deprem Sonrası Tarımsal Değer Zincirleri Analiz Raporu sonuçlarına göre; depremler 3,3 milyon insanın evsiz kalmasına neden oldu. Cumhurbaşkanlığı Strateji Başkanlığı’nın tarım sektöründe yaptığı analizler ise zararın 24,2 milyar TL olduğunu gösteriyor. Türkiye’nin toplam tarım üretiminin %15’i depremden zarar gören şehirlerden sağlanıyordu. Deprem, tarım sektöründeki istihdamı da ağır hasara uğrattı. Depremleri yüzyılın afeti olarak tanımlayan rapora göre tarımsal üretim ve değer zinciri altyapıları zarar gördü, işgücü ve hayvan kayıplarıyla birlikte tarımda kullanılan makine ve ekipman hasar aldı ve bu durum üretimden pazara kadar bütün süreçleri olumsuz etkiledi. Gıda sistemlerinin dünya genelinde iklim krizine de bağlı olarak artan afetlerden daha az etkilenecek şekilde tasarlanması gerektiğine vurgu yapan rapor; Hatay’da pamuk, Adıyaman’da badem ve Kahramanmaraş’ta alabalık ve her üç ilde de süt ve süt ürünlerine yönelik değer zinciri analizi yapıyor.
Öte yandan; Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği tarafından Hatay’daki çiftçilere yönelik başlatılan Tarımsal Üretimde Onarıcı Dönüşüm Projesi kapsamında bölgede sürdürülebilir tarımsal üretimin yaygınlık kazanması, biyoçeşitliliğin korunması, ekolojik ve ekonomik anlamda dirençli tarım modelleri uygulanması amaçlanıyor. Bu minvalde uzmanlar tarafından bölge çiftçisine verilecek eğitim sayesinde agroekoloji, toprak onarımı, su yönetimi, tohum ve hastalıkla mücadele konularında bilinçli bir tarım faaliyeti yürütülmesi sağlanacak.
Afetlere Dirençli Kentler Yaratmak Mümkün
6 Şubat depremleri, doğanın olağan döngüsünün bir göstergesi olması bakımından teknik ve (kısmen) hesaplanabilir bir örnek. En nihayetinde bölgedeki tektonik faaliyetler ve sismik durum, uzmanlar tarafından yüzlerce yıldır takip edilen ve belirli zaman aralıklarında yineleme ihtimalleri masada olan bir konu. Vahim ve olağandışı olan ise bu coğrafyada meydana gelen yüksek ölçekli depremlerin bu denli can kaybına neden olması. Zira deprem konusunda bilinç ve teknik gelişmişlik seviyesindeki ülkeleri bir yana bırakırsak; Türkiye’nin konut güvenliği ve bayındırlık hizmetlerinin Haiti ile yarışır düzeyde olduğunu ifade etmekte bir beis yoktur. Zira 6 Şubat depremleri, dünya ölçeğinde değerlendirilirse; 2010 yılında Haiti’de gerçekleşen depremden bu yana can kaybının en yüksek olduğu yer sarsıntılarıdır. Anadolu, Arap ve Afrika levhalarının kesiştiği noktada kurulu şehirlerin imarında, karar ve idari mercilerce takip edilen yapı-denetim mekanizmalarının uygulandığı varsayımı da böylece boşa düşmektedir.
Geçtiğimiz yıl yaşanan afetleri pek tabii doğanın insan popülasyonunu ve medeniyet kriterlerini test ettiği bir tür uyarı sistemi olarak görmek olasıdır. Ne yazık ki doğanın kalbinden gelen bu uyarı, enkaz altından ebeveynlerini yitirmiş şekilde çıkarılan yaklaşık 2 bin bebeğin sırtına acı ve onarılmaz bir yük olarak bindi. On binlerce insan yaşamını yitirdi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası fiziksel ve duygusal acılara maruz bırakıldı. Maruz bırakıldı, çünkü teknik olarak asırlardır varlıkları ve deprem potansiyelleri bilinen fay hatlarının üzerine çeşitli rant ve düzenbaz ayak oyunlarıyla inşa edilen, inşa edilmelerine göz yumulan ve bu politik manevralardan oy devşiren, kazanç elde edenlerin sorumluluğundaki yapıların altında kalan değil, altında bırakılan insanlar can verdi. Ayrıca ilk müdahalelerin yetersizliği ve Kızılay başta olmak üzere devletin kontrolündeki kimi kurumlardan kaynaklı krizlerin de bu can kayıplarında payı olduğunu not etmek gerekir. Neticede devletin asli varlık gerekçesi halkın can ve mal güvenliğini sağlamaktır ki bu depremler bu konuda yetersizlik gösteren ve hukuki sorumluluğu bulunan bürokratik kurumların da yargı ve denetime tabi tutulmasını mecburi kılar.
Deprem, sel, kasırga elbette tabiatın olağan döngüsünün bir yansıması. Medeniyet veya modernite denen şeyin doğaya hükmetmek değil, onunla uyumlu kentler inşa etmek olduğunu, tarım ve enerji kaynaklarının düzenlenmesinin de bu sürecin bir parçasını teşkil ettiğini akılda tutmak gerekiyor. Binlerce yıllık toprak ve yer analizleri ile günümüz teknolojisi birleştiğinde bu ölçekte sarsıntılardan da can kayıpları yaşanmadan kurtulmak mümkün. Bunu biliyoruz çünkü bilim bunu gösteriyor ve defaatle ispatlıyor. Karar mercileri ve idari sorumluların, seçilmiş ve atanmışların görevi de bu yöntemlerin sağlıklı ve şeffaf şekilde uygulanmasını sağlamaktan ibaret zaten. Şu halde afetlerden ziyade felaketlerin kurbanı olduğumuz gerçeğiyle yüzleşmek kaçınılmaz görünüyor. Bürokratik felaketler, ekonomik felaketler, hukuki felaketler sonucu ölen halk adına üzüntü ifade etmek değil, sorumlulardan hesap sormak ve süreci takip etmek gerekiyor. Yeşil kentler inşa etmek ve depremlerde yalnızca kitaplıkların devrilmesinden endişe ederek güvenle sarsıntının geçmesini beklemek gerekiyor. Yapamıyoruz elbette, belki de şimdilik…
İstanbul Depremini Beklerken
Psikoloji ve tıpta, bir kişinin vücudunun daha önce kesilmiş (ampütasyon), yani artık beden bütünlüğünün bir parçası olmayan uzvunun sanki halen vücutta duruyormuş gibi ağrıdığını hissetmesi ve buna bağlı acı duymasını nitelendirmek için Fantom Ağrısı tabiri kullanılır. 2024 Yerel Seçimleri yaklaşırken Türkiye’nin ve özellikle İstanbul’un durumunu bu semptoma benzetmek olası görünüyor. Yurdun önemli bir bölümünü etkileyen 6 Şubat depremleri ülkenin maddi ve manevi bir parçasını söküp attı. Halk, arada sızlayan bir yara gibi belirli aralıklarla, depremde ölenler için acı ve üzüntü duyuyor. İktidar adayları ise seçim programlarını deprem korkusu ve iskan vaatleri üzerinden şekillendirmeye başladı bile. Umut etmek ve ilk afette bir felakete kurban gitmemeyi ummak, ekonomik yoksunluktan dolayı güvenilmez konutlarda yaşamak zorunda bırakılmış bir huzursuzluğu da kanıksamak dışında pek seçenek görünmüyor…