2017 yılı başından bu yana Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile birlikte çeşitli illerimizdeki öğretmenlere ve öğrencilere iklim değişikliğinin ne olduğunu ve durdurmak için neler yapmamız gerektiğini anlatıyoruz. Benim konuşmalarımın sonu bir enerji verimliliği hesabıyla sona eriyor. Eğer Türkiye’de her yeni buzdolabı alan kişi verimliliği A+ yerine A+++ olan bir buzdolabı alacak olursa, öncelikle aradaki fiyat farkını elektrik faturasındaki kârı ile dört senede amorti ediyor.
YAZI: Levent KURNAZ
Aslında bu sayı için bambaşka şeyler yazacaktım ama son zamanlarda yaşanan olaylar beni bu yazıyı yazmaya sevk etti. Umarım herkes bu yazıda birlikte geliştirebileceğimiz şeyler bulabilir, hatta lütfen bulsun çünkü enerji verimliliği konusunda kat etmemiz gereken çok yol olduğu anlaşılıyor. Önce büyük politikadan başlayalım: Küresel ısınmayı engelleyebilmek için kömür, petrol ve doğalgaz yakmayı neredeyse hemen bırakmamız gerekiyor. Bu üçlüden neredeyse hemen bırakabileceğimiz kömürdür. Kömürlü termik santrallar yapıp kömüre teşvik vereceğimiz yerde kısa bir süre önce sonuçlanan YEKA ihalesinden de gördüğümüz üzere, rüzgar ve güneş kullanarak çok daha ucuza elektrik üretebiliyoruz. Bu nedenle artık kömür çağından çıkıp yenilenebilir enerji çağına girmemiz gerekli.
Daha bu hafta bir öğle yemeğinde kimya mühendisi profesör bir arkadaşım, “Ama baz yükü rüzgar ve güneşle kaldırmak imkansız” dedi. Geleceğin teknolojilerini tasarlayan dostlarımız bile geleceğe inanmazsa sürdürülebilir kaynaklardan enerji üretme gereğini ortaya koyan Sürdürülebilir Gelişme Hedefleri’nin yedincisi olan ulaşılabilir ve temiz enerji hedefine nasıl ulaşacağız? Kömür yakmaya devam ederek mi?
Yenilenebilir Kaynaklar Bize Nasıl Yetebilir?
Gerek güneş, gerekse de rüzgardan enerji elde etme sistemlerinin bize yetmek zorunda olduğunu kafamıza iyice sokmadan gerçek çözüm üretme yoluna giremeyiz. Yenilenebilir kaynaklar bize nasıl yetebilir? Bu uzunca cevap gerektiren bir soru ama kısaca ve kısa vadede önemli teknolojik gelişmeler olmayacağını varsayarak üç başlık altında cevaplayabiliriz:
1- Yenilenebilir kaynaklardan üretilen enerjide hem verimi artırmak hem de fiyatı düşürmek zorundayız. Böyle diyoruz da, bunun bir gereği var mı? Kömür, petrol ve doğalgazdan enerji üretme teknolojileri uzun süredir kullanıldıklarından hem verim hem de fiyat açısından kısmi bir doygunluğa ulaşmış durumdalar. Yani kömürden daha ucuza daha verimli enerji üretmek mümkün değil artık. Bu nedenle kömürden üretilecek birim enerjiye harcayacağımız para da her geçen gün artıyor çünkü kolay bulunan kömür kaynakları her geçen gün azalıyor. 1975 yılında güneş panellerinden elektrik üretme verimimiz laboratuvar ortamında bile %8 civarındayken bugün laboratuvarlarda %46 verim elde edebiliyoruz. REN21 raporuna göre yenilenebilir enerjinin yatırım maliyeti 2016 yılında 2015 yılına göre %23 azalmış durumda. Bir yandan daha az maliyetle kurulan sistemler, diğer yandan bu sistemlerdeki verim artışı yenilenebilir kaynakları özel bir çaba göstermeksizin kömür, petrol ve doğalgaza üstün kılıyor, eğer hâlâ piyasa ekonomisine inanıyorsak… Kısaca, artık rüzgar ve güneş daha ucuz ve gittikçe de ucuzlayacak.
2- “Ama baz yükü karşılamak için devamlı bir kaynak gerekir.” Ülkemizin güneyinde çoğu evin sıcak su ihtiyacı çatıdaki güneş panellerinden sağlanır. Siz güneş battığı zaman sıcak suyun olmadığı bir ev gördünüz mü? Hatta ertesi sabah kalktığınızda bile su soğuk değil ılık olur. Dolayısıyla, halkımız bile bu soruna çözüm bulmuşken teknolojinin çözüm üretemeyeceğini düşünmek saflıktır. Bugün dünyadaki teknolojik gelişmelerin önemli bir bölümü üretilen bu enerjiyi depolama üzerinde yoğunlaşıyor. Enerjiyi depolama dediğimiz zaman sadece aklınıza pil gelmesin. Enerjiyi mekanik yollarla da depolamak mümkün, kimyasal yollarla da. Büyük güneş tarlalarında aynalar yardımıyla ısıyı uzun süre tutan kimyasallardan oluşan dev depolar yapıp sabaha kadar da onların ısısından yararlanarak enerji üretmeye devam etmek mümkün artık. Kısaca, yenilenebilir enerjiyi baz yükü karşılayacak şekilde depolamak mümkün.
3- Ama ne kadar üretirsek üretelim, tüketimimizi azaltmadığımız müddetçe bu bize yetmeyecektir. Dolayısıyla bir yandan enerji üretimimizi artırırken öte yandan da bu enerji ile ürettiğimiz işi kullandığımız enerji miktarından ayrıklaştırmamız (decouple) gerekli. Burada da karşımıza enerji verimliliği çıkıyor. Daha az elektrik ve suyla aynı işi yapmak mümkün ve tüm dünya bu yolda ilerliyor, ancak ne yazık ki ülkemizin aynı hızda gidemediği, bu hafta benim yüzüme vuruldu. Kısacası, özellikle ülkemizde, enerjiyi verimli kullanmayı öğrenmek zorundayız.
Enerji Verimli Katalog Ürünleri
2017 yılı başından bu yana Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile birlikte çeşitli illerimizdeki öğretmenlere ve öğrencilere iklim değişikliğinin ne olduğunu ve durdurmak için neler yapmamız gerektiğini anlatıyoruz. Benim konuşmalarımın sonu bir enerji verimliliği hesabıyla sona eriyor. Eğer Türkiye’de her yeni buzdolabı alan kişi verimliliği A+ yerine A+++ olan bir buzdolabı alacak olursa, öncelikle aradaki fiyat farkını elektrik faturasındaki kârı ile dört senede amorti ediyor. Buzdolabının ömrünü 15- 20 sene arası sayacak olursak, elektrik faturasındaki kâr neredeyse buzdolabı fiyatının %30-40 arasında bir miktara ulaşıyor. “Bu nedenle enerji verimli bir alet almak hem çevreye faydalı hem de cebinize” diyoruz. Çünkü ülkemizdeki tüm buzdolapları A+++ verimlilikte olsa Yatağan Termik Santralı’nın ürettiği enerji kadar tasarrufumuz oluyor.
Ancak tüm bu hesap şöyle bir temele dayanıyor: Buzdolabı almak için beyaz eşya bayisine gittiniz. ABC markanın XYZ100 model A+ buzdolabını almak yerine gene ABC markanın XYZ100 model ama A+++ buzdolabını aldınız. Yani buzdolap- larının tüm özellikleri aynı, fakat enerji verimlilikleri farklı. “Var mı öyle şey?” diyeceksiniz, var. Ben yukarıdaki hesapları piyasadaki beyaz eşya markalarının katalog bilgilerine dayanarak yaptım.
Gelelim gerçeklere: Bu hafta evdeki bulaşık makinesi bozuldu. Yukarıdaki söylemlere uygun olarak önce servisi aradım. Servise bulaşık makinesini 2001 yılında almış olduğumu söyleyince servis “Abi boş ver tamir etmeyi, bunun parçası bile bulunmaz” dedi. Yani çalışmasından bir memnuniyetsizliğimiz yok ama tamir ettirmek mümkün değil.
Sürdürülebilirlik, döngüsel ekonomi gibi kavramlarımız ilk golü burada yedi. Ertesi sabah oturduğum yere yakın beyaz eşyacıların bol bulunduğu yere gittim. İlk mağazaya girdim, “A+++ bulaşık makinesi istiyorum, internetteki kataloğunuzda şu model var” dedim. “Evet, ama o sadece katalogda var, biz hiç görmedik, isterseniz aynısının A+ modelini verelim, stoklarda var” dediler. “Fabrikaya sorsanız” dedim, sordular, sadece kataloğa koymak için göstermelik üretmişler. “Peki hiç A+++ bulaşık makineniz var mı” dedim, kataloglarındaki en pahalı bulaşık makinesini göstererek “Bu var” dediler. “Tamam” dedim, tam ödeme yapacağım, “Stoka bakalım” dediler ve sonuç hüsran. Yani A+++ kataloglarında var görünse de gerçekte yok. Hatta en üst modelin parasını ödemeye razı olsanız da yok. İkinci mağazaya girdim, orada da tamamen aynı konuşmalar geçti. Üçüncü mağaza bir yabancı ürünün mağazasıydı ve onlarda da alt modellerin tümü A+ ve A++ verimlilikteydi. Sadece en pahalı ve en fiyakalı model A+++ verimlilikte. Derslerde bu kadar anlatıp tersini yapmak ayıp olur diyerek o modeli aldım ama o da depoda yokmuş, ana depodan gelmesi de bir gün sürdü. En azından eve geldi. Bağlamaya gelen servis biraz şaşırdı “Abi bunu fazla alan olmadığından biz de nasıl çalıştığını ancak tahmini biliyoruz” dedi.
Ülkemizin durumu bu, hepimiz enerji verimliliği diyoruz ama lütfen bir daha beyaz eşya üreticilerinden biri karşıma çıkıp “bakın bizde o teknoloji var” demesin çünkü o teknolojinin Ar-Ge laboratuvarlarında değil raflarda olması önemli. Umarım bu yazıyı okuyan şirketlere de uyarı olmuştur.