Geri Dönüşüm Ekonomileri ve E-Atıklar

Sonunda, yüksek standartta bir “Atık Elektrikli ve Elektronik Eşyaların (AEEE) Kontrolü Yönetmeliği”ne kavuştuk. Mayıs 2013’de işlevsel olarak yürürlüğe girecek Yönetmelik, çevre açısından son derece önemli bir sorun ve olanak olan elektronik atıkların geri dönüşümü konusunda yeni bir sürecin başladığını gösteriyor. Ancak, ACTECON Rekabet ve Regülasyon Danışmanlığı firmasının ortaklarından Dr. M. Fevzi TOKSOY uyarıyor: “Evinizdeki elektronik atıktan para kazanmayı ummayın çünkü bu, bu sistem bir kazanç değil, bir borç ödeme döngüsüdür. Çevremize olan borcun ufak ufak geri ödemesidir!”

Yazı: Dr. M. Fevzi TOKSOY

Ocak ayının ikinci haftasında verdiğim bir röportaj sonucu yapılan haber neredeyse tüm yazılı ve görsel medyada yer buldu. Haberin başlığı “Eski ev eşyalarınızı atmayın üzerine para verilecek!” idi. Konunun çekici ve reyting yaratan kısmı elbette tüketicilerin ellerindeki atık elektrikli ve elektronik eşyaların para edeceğini öğrenmesi. Bana tüm Türkiye’den çok sayıda telefon geldi, herkes acaba elindeki eski eşyaların ne kadar edeceğini merak ediyor!
Aslında konu çok da yeni değil. Zira e-atık olarak da adlandırılan bu eşyaların bir kısmı zaten ekonomik döngünün bir parçası. Birileri eskiden bu yana, söz konusu eşyaları toplayıp çeşitli işlemlerden geçirip ekonomiye kazandırıyordu. Ancak, haberi tetikleyen gelişme, bu ürünlerdeki geri dönüşümün artık çok daha disiplinli yapılmasını düzenleyen bir yönetmeliğin Mayıs 2013 tarihinde tam işlevsel olarak yürürlüğe girecek olması. Kısacası, düzenleme e-atıkların toplanmasını ve çevre mevzuatına uygun bir biçimde işleme tabi tutulmasını mecbur tutuyor. Bu da, daha önce geri dönüşümü kârlı olan e-atıkların yanında, artık tüm elektrikli ve elektronik eşyaların kapsama girmesi anlamına geliyor ve bu kapsam çok çok geniş. Tıbbi cihazlardan oyuncaklara kadar, etrafımızda gördüğümüz elektrikli ve elektronik her eşya Yönetmelik’in uygulama alanında.
Genelde hurdacı kanalıyla toplanan ve işleme tabi tutulan bu e-atıkların ekonomi yaratma sürecinde çevre ile ilgili herhangi bir kaygı bulunmuyordu. Bu faaliyetler, tamamen serbest piyasa ekonomisi girişimi olarak hayata geçiyordu. Ancak artık bir regülasyon baskısı var ve bambaşka bir ekonomik süreç ve çevresel hassasiyetleri artıracak yükümlülükler bizleri beklemekte.
Geri Dönüşümün Maliyetini Nasıl Paylaşacağız?
Aslında elektrikli ve elektronik ürünlere ilişkin geri dönüşüm macerası 2012 yılının Mayıs ayında hayatımıza girdi. Ambalajlar, aküler, piller, ömrünü tüketmiş araç lastiklerinden sonra artık atık elektrikli ve elektronik eşyalar da kendi geri dönüşüm sistemine kavuştu. Çevremizde kullandığımız veya kullanmaktan vazgeçtiğimiz tüm elektrikli ve elektronik eşyalar artık belli bir sistem altında ya ekonomiye kazandırılacak ya da çevreye zarar vermeyecek şekilde işleme tabi tutulacak. Böylece, hammadde tüketimi azalacak, çevremiz zehirli atıklardan temizlenecek, ürünler daha az kirleten maddelerden üretilecek ve daha az enerji harcayacağız. Peki bu süreç nasıl işleyecek? Yani nasıl olacak da bu atıklar deliklerinden çıkarılarak geri dönüşüm ve geri kazanıma yönlenecek?
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bu maceranın yol haritasını çok detaylı bir yönetmelik ile çizdi. Detaylı derken eleştirmiyorum. Konunun önemi zaten bu detayı gerektiriyor. Sistemin nasıl işleyeceğini anlatacağım ancak öncesinde geri dönüşüm mekanizmalarının temel mantığını ve aktörlerini tanımakta fayda var. Aksi taktirde sistemin içerisinde yolunuzu kaybetmeniz gayet muhtemel. Tıpkı medyadaki haberler üzerine evindeki eşyaların envanterini çıkartıp parayı kimden teslim alacağını soran tüketiciler gibi. Keşke hayat bu kadar kolay olsaydı…
Önce sistemi anlayalım… Yiyeceklerimizin plastik ambalajı, içtiğimiz meşrubatın şişesi, kullandığımız araba lastikleri gibi günlük hayatımızda tükettiğimiz ve kullanım ömrünü tamamlayınca atık haline dönüşen veya ambalaj atığı içeren ürünler, teker teker geri dönüşüm rejimine tabi oluyor. Türkiye’de 2005 yılından beri yaşadığımız bu sürecin model babası Avrupa Birliği. İşin temelinde ise şu mantık yatıyor: “Ey üreticiler ve tüketiciler, biriniz yıllardır çevreyi pek umursamadan ürün ürettiniz, bir diğeriniz de bu ürünleri keyifle kullandınız… Artık bu ürünlerin atıkları belediyelerin çöp kamyonlarıyla toplanamaz hale geldi; dolayısıyla herkes elini taşın altına koyacak ve bu gidişe bir dur diyeceğiz!” Bu ifade şu anlama da geliyor: Artık verdiğimiz vergiler doğaya verdiğimiz zararı ortadan kaldıracak tedbirlerin maliyetini karşılamıyor. Dolayısıyla başka modeller üzerinde çalışarak geri dönüşümün maliyetini tüm paydaşlara adaletli bir biçimde pay etmek gerekiyor. İşte, geri dönüşüm ekonomileri tam da burada devreye giriyor…

Oyun Kuruculuk Görevi, Üreticilerde
Bu adaletli dağılım arayışı çerçevesinde, ‘kirleten öder prensibi’nden de yola çıkılarak, paydaşlar olan üreticilere, tüketicilere ve yerel yönetimlere farklı sorumluluklar düşüyor. Ortaya bir ekonomik döngü çıkartılıyor. Devlet, modern tanımıyla ‘regülasyon’ dediğimiz yasal düzenleme mekanizması ile atıkların geri toplanmasına yönelik olarak üreticilere bir yükümlülük tanımlıyor. Dolayısıyla, oyun kuruculuk görevi ‘üretici sorumluluğu’ kavramı çerçevesinde üreticilerde. Bu geri toplama yükümlülüğü yıllara göre artan oranlara bağlanmış. Yani üreticiler ortaya çıkmasına sebebiyet verdikleri atığı her yıl bir öncekinden daha fazla miktarda geri toplamak zorundalar. Tüketiciler ise atık sınıfına ayırdıkları ürünleri kayıt dışı toplayıcılara vermemekle yükümlüler. Bu atıkları ya belediyelerin kurmakla yükümlü olduğu toplama noktalarına bırakmak ya da kayıtlı toplayıcılara vermek zorundalar. Yani oyunun sağlıklı oynanması için e-atıkların sistem içerisinde kalması gerek. Sistemde bulunması gereken diğer aktörler ise geri dönüşüm ve geri kazanım faaliyetlerini yürütecek olan işletmeler. Bir de doğal olarak, toplama ve lojistik konusunda faaliyet gösterecek olan işletmeler var. Bu işletmelerin faaliyetleri aslında üreticilerin sorumluluğunda. Ancak işleme tesisi başlı başına ayrı bir ekonomik faaliyet ve süreç içerisinde bağımsız girişimciler, bu tip girişimlere yönelerek bağımsız işletmeler kuruyorlar.
Tüm bu döngünün sağlıklı işlemesi için, benzer atık grubunda faaliyet gösteren üreticiler ‘yetkilendirilmiş kuruluş’ adını verdiğimiz ve aslında bir dernek olarak adlandırabileceğimiz yapılar altında atıkların toplanması, geri dönüşümü ve geri kazanımına yönelik ortak bir sistem dizayn etmeliler. Devlet bu yetkilendirilmiş kuruluşları ve atıkların kategori bazında markadan bağımsız olarak toplanmasını teşvik ediyor. Bunun çok basit bir mantığı var. Geri dönüşüm faaliyetlerinin maliyetlerini en aza indirmek. Aksi durumda her üretici kendi ürettiği atığının peşine düşerdi ve bu da aşırı maliyetli bir operasyon olurdu. Aynı şekilde, ağırlık bazında bile olsa, her üretici bireysel olarak kendi kotasını doldurmak için atık toplamaya çalışsaydı bu sefer de atığın en bol olduğu bölgelerde yoğunluk yaşanırdı. Bu da yine maliyetleri arttırmanın yanında çevre politikasının tüm coğrafyaya homojen dağılımını da engelleyen bir husus.
Dolayısıyla sistem, örneğin her bir beyaz eşya üreticisinin, üzerinde kendi markası olan atıkların peşine düşmesi yerine, tüm beyaz eşya üreticilerinin ağırlık bazında tüm ürünlerin toplanmasını sağlaması ve üretim payları oranında bu havuzdan kotalarını düşmelerini teşvik ediyor. Kurulacak bu yetkilendirilmiş kuruluşlar ise tek bir Koordinasyon Merkezi’ne bağlı olarak faaliyet gösterecek.

Yönlendirme, Yetkilendirilmiş Kuruluşlara Doğru
Şimdi bir de ekonomik döngünün para akışını irdeleyelim. Öncelikle, Devlet her bir üreticiden bu sistemden kaynaklanan maliyetleri güvence altına almak üzere piyasaya sürecekleri ürünler için teminat talep ediyor. Ancak, yetkilendirilmiş kuruluşlara üyelik, teminat yerine geçiyor. Bu bir anlamda üreticileri, bireysel faaliyetlerden çok yetkilendirilmiş kuruluşlar bünyesinde faaliyet göstermeye yöneltmeyi amaçlıyor. Bu yönlendirme yukarıda da belirttiğim gibi, bir taraftan kamu refahını olumsuz etkileyen bireysel faaliyetlerin önüne geçmeyi amaçlarken, diğer taraftan da sahipsiz atık oluşumunu önlemenin güzel bir yolu. Sistem kapsamında her şeyin kayıtlı olduğu düşünüldüğünde, tek seferlik ithalatçıların veya standartlara uymayan ürün ticareti yapanların da piyasaya girmelerinin önüne geçebilecek caydırıcı bir uygulama. Bu durumda, yetkilendirilmiş kuruluşun, e-atıkların toplanması ve işlenmesine yönelik hizmetleri üyeleri adına topluca alması gerekiyor.
Ayrıca, yetkilendirilmiş kuruluşların bu sistemi bir Atık Yönetim Planı şeklinde kaleme alıp Bakanlığa bildirmeleri mecburi. Bir rekabet kuralları danışmanı olarak belirtmem gereken husus ise, atık yönetim planının Rekabet Kurumu’na da bildirilmesi gerektiği. Nitekim aslında birbirine rakip olan üreticilerin hangi koşullarda bir atık yönetim sistemi oluşturacakları ve toplama/geri dönüşüm faaliyetlerinin hangi prensipler çerçevesinde gerçekleştirileceği, doğrudan rekabet hukukuna temas eden meseleler. Bu çerçevede Rekabet Kurumu’na yapılacak izin başvurusunun faaliyetlerin hukuki çerçevesini belirlemek adına büyük önem taşıdığını söyleyebilirim. Rekabet kurallarını ön planda tutmadan atık yönetimi sistemini yürütmek Rekabet Kurulu’nun uygulayabileceği para cezalarını da beraberinde getirme riski taşıyor. Rekabet Kurulu’nun uygulamasında buna benzer örnekler de mevcut.
Burada şirketlerin düştüğü hata ise her ne kadar yetkilendirilmiş kuruluşlar için mevzuatta ‘kâr amacı gütmeyen’ ibaresi bulunsa da, Rekabet Kurumu atık mevzuatına ilişkin Bakanlığa vermiş olduğu görüşlerde, yetkilendirilmiş kuruluşların Rekabet Kanunu uyarınca ‘teşebbüs’ olarak nitelendirildiğini ve kâr amacı gütmesinde de bir sakınca olmadığını ifade ediliyor. Bu, aslında çok dikkat edilmesi gereken bir husus. Demek ki Rekabet Kurumu gözünde yetkilendirilmiş kuruluşlar birer şirket gibi faaliyet gösteren yapılar. Hissedarları da piyasada yeni ürünler pazarlarında rekabet eden firmalar ve bu şirketlerin bir araya gelmesi yetkilendirilmiş kuruluşların pazar payı itibariyle belirli bir ekonomik gücü temsil etmesine neden olacak. Burada Rekabet Hukuku’na bir kez daha dikkat etmek gerekiyor, zira bu piyasa gücü bir hakim durum olarak ortaya çıkabilir. Bu durumda da yetkilendirilmiş kuruluşun kontrat yapacağı işleme tesislerini seçerken objektif kriterlere dayanan bir mekanizma kurgulaması gerekecektir.
Sisteme geri dönecek olursak, Bakanlık, Atık Elektrikli ve Elektronik Eşyaların Kontrolü Yönetmeliğinin yürürlüğe girdiği tarihten önce (22 Mayıs 2012) piyasaya sürülmüş olan ürünlerin toplama ve işleme maliyetlerinin ürününe göre sekiz veya on yıllık bir dönemde satılacak yeni ürünlerin faturalarında ayrı bir kalem olarak belirtilerek tüketicilerden tahsil edilebileceğini ifade ediyor. Bu sistemi uygulayan AB ülkelerinde hedeflere yaklaşıldıkça, ‘katkı payı’ dediğimiz bu meblağın azaldığını ve bir süre sonra da ürün fiyatı içerisine yedirilerek, artık yeni ürünün doğal bir maliyet kalemi haline geldiğini görüyoruz. Üreticilerin geri dönüşüm maliyetlerini ürün fiyatlarına yedirmesindense (ki bundan doğal bir şey olamaz) bu fatura altı mekanizması ile maliyetlerin şeffaf bir biçimde kamuya açık olması bence mükemmel bir uygulama.

Hayat O Kadar Kolay mı?
Toparlayacak olursak özetle, Devlet üreticilere ‘şu kadar e-atığı toplayacaksın ve işleyeceksin’ diyerek ilk domino taşını deviriyor. Sonrasında, belediyeler atık toplama merkezleri kuruyor; üreticiler bir araya gelerek bir yapı oluşturup toplama ve işleme faaliyetlerini lisanslı aracılara ihale ediyor; dağıtıcılar geri toplama konusunda akıllıca yöntemler dizayn edip getirilen atıkları depoluyor; kullanıcılar da bu ürünleri kayıt dışına değil lisanslı kişilere veriyor. Tüm bu sistemde işleme tesisleri doğal olarak kâr etmek isteyecektir, yetkilendirilmiş kuruluşlar ise maliyetlerini en aza indirmek isteyeceklerdir. Tüm bu faaliyetlerin maddi değerleri zaman içerisinde şekillenecektir. Çok ürünlü ve çok farklı işleme süreçleri olduğu için şu anda atığın değerinin negatif mi pozitif mi olduğunu belirlemek çok zor. Bu durum da havada asılı kalan soru işaretlerine yol açıyor. Örneğin, piyasadaki atıkların geri toplanması nasıl teşvik edilecek? Tüm atık türlerine göre teknik yeterliliğe sahip işleme tesisi mevcut mu?
Şimdi tüketici kimliğinizle diyeceksiniz ki, “Ee hani bize para verilecekti? Hani eskileri atmıyorduk satıyorduk?”… Eee, başında da söyledik, hayat o kadar kolay değil. Bulaşıkları, çamaşırları yıkarken, laptopları kullanırken iyiydi ama… Yarı şaka yarı ciddi…
Şimdi gelelim sadede: Evet, ev, iş yeri, kamu kurumu ve bilumum noktadaki atık elektrikli ve elektronik eşyalar bir değer temsil edecek. Elbette AB ve ABD’deki gibi girişimci şirketler ortaya çıkacak ve bu şirketler ürünlerinize para da verecektir. Ama sanmayın ki para kazanıyorsunuz. Sadece yukarıda anlattığım sistem içerisindeki yerinizi alıyorsunuz. Bu sistem de bir kazanç döngüsü değil, bir borç ödeme döngüsü. Çevremize olan borcun ufak ufak geri ödemesi!

EKOIQ Dergisi Şubat 2013 Sayı: 26

Önerilen makaleler