Geri Dönüşümde Teşvik Kime Gerek?

Aralık ayı kapak konumuzda tedarik zinciri sürdürülebilirliğindeki kayıp halkayı aramıştık. T.C. Marmara Belediyeler Birliği’nde görevli Çevre-Enerji Mühendisi Ahmet Cihat Kahraman ise bu yazısıyla, Türkiye’de geridönüşüm uygulamalarının yaygınlaşması ve giderek bir geridönüşüm kültürünün oluşması için eksik olan kayıp halkanın peşine düşüyor. Hakikaten sorunun çözümüne yardım edecek kayıp halka hangisi acaba?

“Geridönüşüm kültürü” bakımından gelişmiş ülkeler kadar donanımlı olmayan ülkemiz için, vatandaşın sürece dâhil edilmesi ve geridönüşüm ekonomisinden de payını alması gerekmektedir… Geridönüşümü, gerek çevre kirliliğinin önüne geçilmesi, gerek ekonomik olarak yarar sağlaması açısından mümkün olan atıkların tamamını içeren entegre atık yönetimine bir entegrasyon daha olmalıdır ki o da vatandaştır. Bu entegrasyon sadece eğitim ve bilinçlendirme faaliyetlerinde değil, geridönüşümün ekonomik getirisine de olmalıdır. Yani şunu soruyoruz: Vatandaş dururken, teşvik kime gerek?”
Malumunuz Türkiye’de atık yönetimine ilişkin stratejileri belirleyerek görev tanımlarını ve dağılımlarını yapan kurum Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’mızdır. Bugün bu ismi telaffuz etmek bile ülkemizin aslında hızla geliştiğini, çevre kavramını külfet statüsünden çıkarıp, elzem statüsüne aldığımızı gösteren en belirgin indikatördür. Başbakanlığa bağlı bir müsteşarlıktan ibaret olan Çevre Yönetimi, önce Çevre ve Orman olarak müstakil bir bakanlığın eylem sahasına girdi. Türkiye’nin AB Uyum Yasaları kapsamında çevre müktesebatı ile muazzam bir ivmeyle mevzuat olarak kısa sürede açıklarını kapatacak hamleler yapıldı. Onlarca yönetmelik ve tebliğ, sırf daha kalifiye bir çevre yönetimini sağlamak için çıkarıldı. Çevre konusu şimdi ise, atılan Kentsel Dönüşüm adımında çevre faktörünün mutlaka olması gerektiği inancıyla, yeniden inşa edilen şehirlere yeşil bir dokunuşla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde daha özellikli olarak değerlendiriliyor.

Teşvikler Sonuç Veriyor
Bakanlık tarafından son on ay içerisinde atık yönetiminin sahadaki aktörleri olan belediyelere 389 projenin karşılığında 60 milyonun üzerinde destek sağlandı. Bu desteğin 26 milyonluk kısmı çöp kamyonları için ayrılırken, 24 milyonu çevre kirliliğinin giderilmesi ve katı atık tesisleri için ayrıldı. Destekler etkisini göstermiş olacak ki, on ayda 1,5 milyon ton ambalaj atığının toplandığı ve geridönüşüme kazandırıldığı bilgisine vakıfız şimdi. Rakamlara girmişken hazır, ufak tefek bir takım hesaplamalar yaparak konuya ilişkin tespitimizi ve tavrımızı belirlemekte fayda var. Çevre ve Orman Bakanlığı’nın 2008-2012 yılları arasındaki Atık Yönetimi Eylem Planı’ndaki verilerine göre 1 kişi, 1 günde ortalama 1,06 kg atık üretmektedir ve yine aynı kaynaktaki bilgilendirmeye göre atık kompozisyonunun %15’i ambalaj atıklarından oluşmaktadır. (Atık karakterizasyonu birçok farklı parametreye göre farklılık gösterebilir fakat kaba bir hesap için ülke ortalamasını almamızda bir sakınca yoktur.) Yukarıdaki bulgular ışığında 70 milyonluk nüfusa sahip ülkemiz için bir hesap yaptığımızda; on ayda toplanan ambalaj atığı miktarının, oluşan ambalaj atığı miktarının %47’si olduğuna ulaşılmaktadır. Bu sonuç, çevre konusunu profesyonel bir biçimde ele alalı en fazla on sene geçmiş bir ülkeye göre hiç fena bir sonuç olmamakla birlikte, sayıyı yukarı çekmekle ilgili çok çalışmamız gerektiği de bir gerçek. Peki, neler yapılmalı, neler yapmalıyız?

İthal Yönetim Modelleri Değil, Bize Özgü Teşvik Sistemleri 
Atık yönetim metotları belirlenirken, yönetimin uygulanacağı faaliyet alanına ilişkin bir takım parametreler bize yardımcı olacaktır. Türkiye olarak nasıl ki sürekli ithal düzenlemelerden dert yanıyorsak ithal atık yönetim metotlarının başarıya ulaşma şansına da çok fazla ihtimal vermemeli, kendi atık yönetim planımızı vatandaşı merkeze oturtarak kurgulamalıyız. Vatandaşa, onun geridönüşümde olmazsa olmaz bir yerde olduğunu sadece laf ile, övgü ile değil dokunur cinsten maddi bir değer ile ifade etmemiz gerekmektedir. Bu hem yönetim modelinin vatandaşı sahiplenmesi, hem de vatandaşın geridönüşümü benimsemesi sonuçlarını elde etmemize vesile olacaktır. Mevcut sisteme göre vatandaşa biçilen gönüllülük gömleği, halihazır şartlarda ağır ve büyük olup üzerinde emanet gibi durmaktadır. Kullanılacak olan politika araçlarının sadece başka ülkelerde elde ettiği başarılar dikkate alınarak Türkiye’de de başarılı olacağı asla düşünülmemelidir. Bu bağlamda ülkelerin kendine özgü ekonomik, sosyal ve siyasal yapıları bu politika araçlarının etkin kullanımını zaman zaman kısıtlayıcı, bazen de artırıcı sonuçlar doğurmaktadır. Belirlenmesi düşünülen bir politikanın Türkiye’ye uygun olup olmadığı ancak araştırılarak, pilot uygulamalarla belirlenebilir.

Ambalaj Atıkları Yönetim Sisteminde, Bakanlık tüm ulusal koordinasyonu kurmakla ve yasal altyapıyı oluşturmakla görevliyken, görevlendirmeyi yapan kurumdur da aynı zamanda. Belediyeler ise lokal olarak sorumlu oldukları sınırlar içerisinde bir yönetim planı hazırlamakla paydaşları belirlemekle yükümlüdür, aynı zamanda belediyenin yazılı olmasa da en büyük yükümlülüğü vatandaşla karşı karşıya olmaktır. Geridönüşüm firmaları ve Toplama Ayırma Tesisleri ise döngünün özel teşekkülü oluşturan paydaşlarıdır ve tamamen vatandaşın ambalajlarını kaynağında ayrı toplamaları olgusuna göre teşkilatlanmaları gerekir. Yetkilendirilmiş kuruluşların ise, ambalaj atığı üreticilerinin ürettikleri ambalaj miktarının en az mevzuat ile belirlenmiş kısmı kadarının toplanması için diğer paydaşlara destek veren vakıflar olduğunu, bu vakıfların da ambalaj üreticilerinin üyelik aidatları ile faaliyet yürüttüklerini biliyoruz. Üretici sorumluluğunun tezahürleri diyebiliriz yani. En fazla dikkat edilmesi gerekirken, sistemin mali boyutunda dışarıya itilmiş son paydaş olan vatandaşın ise, ambalaj atıklarını ayrı toplaması gerekmektedir. Bir de ne mevzuatta, ne de başka yazılı dokümanlarda adı geçmeyen sokak toplayıcıları var ki, aslına bakarsanız sürecin sonuç odaklı bakıldığında olmazsa olmazlarıdır. Velhasıl kelam, vatandaş ayrı toplayıp sisteme vermiyor, geridönüşümcüler ve toplama ayırma tesisleri de sistemin hayalet paydaşlarının getirdiği ambalaj atıklarını işleyerek geridönüşüm sürecine katıyorlar. “Bunda ne var ki, ambalaj atıkları sisteme dahil olur işte” diyenleri duyar gibiyim. Ama bilmemiz ve unutmamamız gereken bir şey var ki, bizi sonuca götürecek her yol mubah değildir. Sokak toplayıcılarının sosyal güvencelerinden, hijyenden uzak iş koşullarından ve çalışma ahlakından soyutlanmış mesai saatlerine kadar konuşacak ve çözecek çok fazla olumsuzluk var. Bütün bunların yanı sıra, yukarıda bahsi geçen olumsuzlukların üzerine bina edilmiş bir atık yönetiminin sürdürülebilirliği ve kayıt edilebilirliği konusunda da ciddi endişelerimizin olduğunu ifade etmeliyiz.

“Zincirin En önemli ve Hassas Halkası: Vatandaş” 
Pay As You Throw (PAYT) basitçe Türkçeleştirdiğimizde “Attığın kadar öde” demektir. Atık yönetimi ile çok az ilgili kişiler tarafından dahi oldukça detaylı bilinmektedir bu sistem. Fakat kabaca izah edecek olursak; adından da anlaşıldığı gibi birimleri ülkeden ülkeye farklılık arz etse de gerek hacme, gerekse ağırlığa göre hanelerin ürettiği atığın hesaplanması üzerinden bir vergilendirme (ücretlendirme) sistemidir PAYT. Avrupa’da birçok ülkede çok başarılı bir şekilde yürütülmekte olan PAYT, ülkemizde de benimsemekte ısrar ettiğimiz “kirleten öder” prensibinin de çıkış noktasıdır.
Öyle ki gelişmişlik ve eğitim seviyesi yüksek ülkelerin bu sistemle atık yönetiminin üstesinden gelememesi mümkün dahi gözükmüyor. Fakat vatandaş odaklı olarak ülkemiz standartlarında bir daha değerlendirildiğinde, masanın bir ayağının topal olduğunu görebiliriz. PAYT sistemine, geridönüşümü benimseyerek, geridönüşümü mümkün atıkları ayrı toplayarak sisteme kazandıranları mükafatlandıracak bir fonksiyon daha eklenmesi masayı dengede tutacak en hayati proje olmalı. Sistemin sürdürülebilirliğinin sağlanması için vatandaş ile bir hukuk geliştirilmeli ve bu hukukta geridönüşüme sadece sosyal bir sorumlulukmuş gibi yaklaşmak yerine karşılıklı yarar sağlanmalı, yani mutualist bir çeşit ilişki kurulmalıdır. Özellikle ‘geridönüşüm kültürü’ bakımından gelişmiş ülkeler kadar donanımlı olmayan ülkemiz için, vatandaşın sürece dâhil edilmesi ve geridönüşüm ekonomisinden de payını alması gerekiyor. Bu sistem bize tanıdık geliyor olabilir, fakat asla basit bir depozito sisteminden bahsedilmiyor. Aslında sadece ambalaj atıkları değil kastedilen. Geridönüşümü, gerek çevre kirliliğinin önüne geçilmesi, gerek ekonomik olarak yarar sağlaması açısından mümkün olan atıkların tamamını içeren entegre atık yönetimine bir entegrasyon daha olmalıdır ki, o da vatandaştır.
Bugüne kadar belediyeye, belediye birliklerine, sanayiciye, geridönüşümcüye, toplayıcıya ayırıcıya, teknoloji üretenlere, girişimcilere, sivil toplum kuruluşlarına vb. paydaşlara teşvikten söz edilmişken geridönüşüm uygulamalarının en vazgeçilmez zinciri olan vatandaşa teşvikten hiç söz edilmemiştir. Oysa bu sosyal olduğu kadar iktisadi de olan anlaşmanın en memnun edilmesi gereken zinciri halktır, vatandaştır.

“Sürdürülebilir Çözümler İçin Samimiyet Şart” 
Sürekli yürüttüğü reklam politikalarıyla vatandaşı ürünlerini tüketmeye teşvik eden üreticilerin ürün ambalajlarının diğer çöplerden ayrı toplanarak geridönüşüme kazandırılması konusunda en önemli yerde duran vatandaşı teşvik etmemesinin bugüne kadar gözden kaçmış bir ihmal olduğunu varsaymak zorundayız maalesef. Yetkilendirilmiş kuruluşların ve özelde ambalaj atığı üreticilerinin ayrı biriktirme kapları, bilinçlendirme broşürleri ya da kamu spotu tadında reklam filmlerinin yanı sıra daha sürdürülebilir çözümleri cesaretlendirmesi gerekmektedir. Geridönüşümden elde edilecek ürünlerin yeni hammaddeden üretilecek ürünlere oranla ucuza satılması ve bunun gerekçesinin de belirtilmesi, vatandaşın yaptığı işi önemsemesine, yaptığı işin önemsenmesine olan inancın artmasına vesile olacaktır.
Unutulmamalıdır ki, geridönüşüm; eşyanın insan üzerindeki tahakkümüne dur demenin bir diğer yoludur.

Ahmet Cihat Kahraman

Önerilen makaleler