#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

Gezegen, Gökyüzü, Kentler, Okyanuslar Hepimizin

Avrupa Komisyonu bünyesindeki “Çevre Politikası İçin Bilim” (Science for Environment Policy) adlı kurumun Kasım ve Aralık bültenlerinden seçtiği üç makaleyi paylaşan Fatma Gül Altındağ, dört büyük sanayi bölgesinde gerçekleştirilen makaleye atıfta bulunarak şöyle diyor: “Herkes kendi gökyüzünü temizlerse dünyayı hava kirliliğinden kurtarabiliriz.”

Avrupa Komisyonu bünyesindeki “Çevre Politikası İçin Bilim” (Science for Environment Policy) adlı kurumun Kasım ve Aralık bültenlerinden seçtiği üç makaleyi paylaşan Fatma Gül Altındağ, dört büyük sanayi bölgesinde gerçekleştirilen makaleye atıfta bulunarak şöyle diyor: “Herkes kendi gökyüzünü temizlerse dünyayı hava kirliliğinden kurtarabiliriz.”
Fatma Gül ALTINDAĞ

Haydi Herkes Gökyüzü Temizliğine
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanlığı’na bağlı Çevre Koruma Müdürlüğü, hava kirliliğini şöyle tanımlıyor: “Hava kirliliği; havada katı, sıvı ve gaz şeklindeki yabancı maddelerin insan sağlığına, canlı hayatına ve ekolojik dengeye zarar verecek miktar, yoğunluk ve sürede atmosferde bulunmasıdır; insanla­rın çeşitli faaliyetleri sonucu meyda­na gelen üretim ve tüketim aktivite­leri sırasında ortaya çıkan atıklarla hava tabakası kirlenerek, yeryüzün­deki canlı hayatı olumsuz yönde etkilenmektedir.” Hava kirliliğine sebep olan beş kirleticiden biri olan partiküler madde (PM) havada bu­lunan katı veya sıvı haldeki çok kü­çük parçacıklar. 4 Aralık’ta yayımla­nan “Hava kirliliğini bölgesel olarak iyileştirmenin sağlığa faydası dünya çapında” (Regional air pollution improvements have global health benefits) başlıklı makaleyle bu par­tikülleri daha iyi tanıyıp onlardan kurtulabilmek için işbirliği yapabile­ceğimizin müjdesini alıyoruz.
Partikül maddeden çapı 2,5 mikron ya da daha küçük olan ince parça­cıkların (PM2.5) fosil yakıt dahil pek çok kaynağı olabiliyormuş (Bir saç telinin ortalama çapı 100 mikron). Bu ince parçacıklar, kendileri çok küçük olmasına rağmen büyük sağ­lık sorunlarına neden oluyorlarmış.
Makalede, dört büyük sanayi böl­gesinde (Kuzey Amerika, Avrupa, Doğu Asya ve Güney Asya) ince parçacık miktarının 2001’e kıyasla %20 azalmasının ölüm oranını nasıl etkileyeceği araştırılan çalışmaya yer verilmiş. Çalışmanın kapsamına, ince parçacıkların etkisi yüzünden akciğer kanseri gibi hastalıklar ne­deniyle ıstırap çekmesi muhtemel 30 yaş üstü insanlar dahil edilmiş. Ölümlerin %93-97’si kirliliğin ol­duğu bölgelerde gerçekleşirken, ince parçacık miktarı dört bölge boyunca %20 azaltılırsa her yıl 11.500 kişinin ölümü engelleniyor­muş. K. Amerika, Doğu ve Güney Asya’da azalan ince parçacık mik­tarı, Avrupa’da her yıl 1700 erken ölümü engellerken, Avrupa kendi başına ince parçacık miktarını %20 azaltırsa yılda 37.400 kişinin ölümü engelleniyormuş. Avrupa’da azaltı­lan ince parçacık miktarıysa diğer üç bölgede 3700 ölümün önüne ge­çiyormuş. Sözün özü, ince parçacık­ların zararını azaltmak için uzak di­yarların faydası dokunabiliyormuş.
Buradan ilk aşamada Kuzey Ame­rika’daki ağabeyim Onur’a, Av­rupa’daki kardeşim Ayşegül’e, İr­landa’daki arkadaşım Merve’ye ve Avustralya’daki arkadaşım Oylum’a sesleniyorum. Herkes kendi gökyü­zünü temizlerse dünyayı hava kirli­liğinden kurtarabiliriz.
https://ec.europa.eu/environment/integration/research/newsalert/pdf/regional_air_pollution_improvements_benefit_global_health_396na6_en.pdf

Poşetim Ispanaktan, Bilgisayarım Maydanozdan Olsun
Bir şeyler oldu bu ay bilim dünyası­na, güzel haberleriyle içimizi açıyor. 4 Aralık tarihinde yayımlanan “Seb­ze çöpünden toprakta çözünebilir çevre dostu plastik üretmek” (Pro­ducing environmentally friendly biodegradable plastics from vege­table waste) başlıklı makalede may­danoz ile ıspanağın gövdesinden ve kakao ile pirincin kabuğundan biyo-plastik yapılıp yapılamayacağını tar­tışan bir çalışma yer alıyor.
Önce plastikle ilgili bilgilerimizi ta­zeleyelim: 1950 yılında 1,5 milyon ton olan plastik üretimi, 2012 yılın­da 288 milyon tona çıkmış. Geri dö­nüştürülmediğinde toprakta çözü­nemeyip yüzlerce yıl yok olmadığını ve ekosistem üzerinde yıkıcı etkileri bulunduğunu bildiğimiz plastik, as­lında güneş yardımıyla küçük par­çalara ayrılabiliyormuş. Gelin görün ki, bu küçük parçalar daha beter sonuçlar doğuruyormuş. Makalede plastik çöple dolan beş ana okyanus akıntısının tamamında bu durumun sudaki vahşi hayatı zedeleyerek is­tilacı türlerin çoğalmasına neden olacağı vurgulanıyor. İşte çalışmada da, çözünebilir alternatifler bu de­vasa sorunu tamamen çözemeyecek olsalar da en azından uzun vade­deki zararı azaltabilir düşüncesiyle plastik yapımında tarımsal sebze çö­pünün kullanılabilirliği araştırılıyor. Sebze çöpüne yönelmelerinin sebe­bi ise gövde ya da kabuktan oluşan sebze çöplerinin doğal polimerler olması ve plastiği taklit etmeye ya­rayacak selülozu içermeleriymiş.
Sebze çöpü dediysek hafife alma­yın: “Yaprağını sat, gövdesini at, herkesten modern ol” felsefesiyle podyumlarda arz-ı endam eden Avrupa, bir yılda tek başına 24 milyon ton sebze çöpü üretiyor­muş. Bizim çiftçilerimiz, kendi sofraları için kestikleri karpuzların kabuklarını ineklerine yedirdikle­rine göre yetiştirdikleri sebzelerin satamadıkları kısımlarını kim bilir nasıl kullanıyorlardır diye çuvaldızı ümitle çıkarıp başımıza neler gele­cek bir bakalım. National Geograp­hic Türkiye’den Özgecan Kara’nın “O Tabak Bitecek” başlıklı yazısın­da yer verdiği rakamları nüfusa oranladığımızda görüyoruz ki, kişi başına üretilen sebze çöpü miktarı Avrupa’nın 1,5 katı. Bahsi geçen çiftçiler dedelerimizle bitmişti, za­ten küçük çiftçi mi kaldı deyip baş­taki söylemi pişmanlıkla geri alalım mı? En iyisi konuyu daha beter da­ğıtmadan pılımızı pırtımızı toplayıp derhal bu paragrafı terk edelim.
Araştırmacılar, yerli üreticilerden tedarik ettikleri maydanoz ve ıspa­nak gövdeleriyle yine yerli üreti­cilerden tedarik ettikleri kakao ve pirincin kabuğunu önce kurutup sonra zehirlilik oranı düşük, do­ğada kendiliğinden oluşan ve top­rakta çözünebilen trioflorikasetik asitle ıslatıyorlar. Bu solüsyonlarla, hem plastik film kaplaması hem de poşet gibi kendi başına kullanılan plastikler üretiyorlar. Sonra da bu biyo-plastiklerin plastiğin yerini tu­tup tutamayacağını ölçümlemeye başlıyorlar.
Plastiğin boyuna göre esneyebilme oranı, maydanoz ve ıspanak biyo-plastiğinde en yüksek çıkarken, en az kakao ve pirinç biyo-plastiğinde çıkıyor (Sırasıyla: %45, %60, %10 ve %3). Yırtılıncaya kadar ulaşabildik­leri en yüksek gerilimdeyse kakao açık ara birinci oluyor. Bu iki öl­çümü bir de biyo-olmayan plastikle karşılaştırıyorlar: Maydanoz, ıspa­nak ve pirinç; poşetlerde ve bazı bilgisayar bileşenlerinde kullanılan düşük yoğunluklu polietilen ter­moplastikle eşdeğer çıkarken ka­kao; mutfak eşyası, şişe kapağı ve boru hattında kullanılan yüksek yo­ğunluklu polietilen ve polipropilene benzer çıkıyor. En sonunda nihai amaçlarını hatırlayıp bunlar toprak­ta çözünüyor mu diye bakıyorlar ve orada da ulaştıkları sonuç iç açıcı: Tüm biyo-plastik tipleri suya atıldı­ğında şişip parçalanmaya başlıyor ve bir ay sonra da tamamen parça­lara ayrılıp dağılıyor. Bilim insanla­rı da iyice kirlenen ekosistemlerde biyo-plastik kullansak ne güzel olur belki de gezegen daha geç yok olur diye sevine sevine evlerinin yolunu tutuyor.
https://ec.europa.eu/environment/integration/research/newsalert/pdf/producing_green_bioplastics_from_vegetable_waste_396na2_en.pdf

Biri George Lucas’a Haber Versin!
Birgün gazetesinden Bülent Şık, 14 Temmuz’da “Pestisitler biyoçeşitli­lik kaybına sebep oluyor” başlıklı haberinde, bitkilerde tozlaşmayı sağlayan böcek türlerinin (özellikle arılar) son yıllarda dünya genelin­de koloniler halinde öldüğünden söz etmişti. Tarımsal üretimde çok kullanılan pestisitlerin doğal haya­ta büyük zarar verdiğini gösteren çalışmaya yer veren Bülent Şık, bu kitlesel ölümlere, piyasaya sürülür­ken toksikolojik testler sonucunda zararsız oldukları iddia edilen neo­nikotinoid (neonicotinoids) grubu pestisitlerin yol açtığının düşünül­düğünden bahsetmişti.
Avrupa Komisyonu’nun 13 Ka­sım tarihli “Çevre Politikası için Bilim” (Science for Environment) bülteninde yayınlanan “Yeni biyo-pestisit, arılara zarar vermeden mahsulü koruyabilir mi?” (Can new biopesticide protect crops without harming honeybees?) başlıklı makalede, kullanımı yakın zamanda Avrupa Komisyonu tara­fından sınırlandırılmaya başlanmış neonikotinoid grubu pestisitlere alternatif olabilecek bir zararsızdan bahsediliyor: “Biyo-Pestisit”. Nedir bu biyo-pestisit diye soracak olursa­nız, alacağınız cevaba da hazırsınız demektir. Biyo-pestisit, Avustralya baca ağ örümceğinin (Australian funnel web spider) zehrinden ve kardelen çiçeğinin proteininden ya­pılan bir böcek ilacı (Ben iyiyim sev­gili okuyucu, peki ya sen nasılsın?). Avustralya baca ağ örümceğinin zehri, böcekler midelerine indirdik­lerinde sinir sistemine ulaşamadığı için tek başına zehirli bir etki gös­termiyormuş. Ancak bu zehir, kar­delen çiçeğinin taşıyıcı proteiniyle birleştirildiğinde bağırsak zarını delip böceğin merkezi sinir sistemi­ne ulaşma yetisi kazanıyormuş ve kalsiyum kanallarını bozarak onları felç ediyormuş. Kalsiyum kanalları­nı oluşturan protein yapısı, böcek türüne göre değişiklik gösterdiğin­den aynı zehir, haşereleri felç ettiği halde arılara zarar vermiyormuş.
Makalede yer alan araştırmada zeh­rin arılara zararlı olup olmadığını araştırmak için bir dizi test yapıyor­lar (tabii bir sürü arıyı da telef edi­yorlar) ve uzun ya da kısa vadede hayatta kalmalarıyla ilgili bir sorun olmadığı sonucuna varıyorlar. Bi­yo-pestisitin neonikotinoid grubu pestisitler kadar zararlı olması için gerekli aşırı doz miktarına bile ula­şamıyorlar, çok çok yüksek (Arı başına 100 mg’ın üzeri) olması ge­rektiği sonucuna varıyorlar. Yalnız kalsiyum kanalları, arılarda hafıza ve öğrenmeyle ilişkili olduğu için uzun vadede bu hayvancağızların temel yem arama davranışlarının etkilenmesinden endişe ediyorlar. Çok şükür , arılar bununla ilgili testleri de başarıyla geçiyor. Araş­tırmacılar, biyo-pestisiti geleneksel pestisitlerle kıyaslamak için daha çok çalışma yapılması gerektiğini ekleseler de bu acayip maddenin ümit verici olduğunda hemfikirler.
Avustralya baca ağ örümceğiyle kar­delen çiçeği, hikayelerinin bir gün arıları kurtarmak için birleşeceğini herhalde hiç tahmin etmemişlerdir. Haşerelere karşı bir silah olabile­ceklerinin zaten farkında değiller­dir, herkesin av-avcı ilişkisi kendine göre, haşerelerle ne husumetleri olsun… Hadi bunları geçelim, daha ucuza verimli tarım yapmak için önce arıları kitlesel olarak öldürüp, sonra onların iyiliği için laboratu­varda üzerlerinde deneyler yaptığı­mızı kraliçe arılar duysa, örgütlenip canımızı okumazlar mı? Biri koşsun George Lucas’a haber versin, güçte­ki asıl dengesizlik epeydir doğada. Hem, ona da yeni bir uğraş olur.
https://ec.europa.eu/environment/integration/research/newsalert/pdf/new_biopesticide_shows_minimal_toxicity_honeybees_393na1_en.pdf

EkoIQ Editör