Mühendislik ve teknoloji, bugüne kadar, hep daha büyüğün, aşırılıkların peşindeydi ancak 21. yüzyılın şafağında bunun tam tersi bir yola doğru gittiğini söyleyenler giderek çoğalıyor. Dünyanın en ünlü endüstriyel tasarımcı ve mucitlerinden bir olan James Dyson da bu görüşte. “Yeşil Mühendislik bir pazarlama numarasıdır ama ‘iyi mühendisler’ zaten daha az materyal ve enerjiyle, daha sağlam ve sağlıklı cihazlar icat etmeye çalışır” diyor kısaca Dyson. Ama bir yandan da uyarıyor: “Gelecek uzun sürer ve kısa vadeli hedeflerle, yeşil inovasyonlar hayal olabilir.” Bu iddialı metni, The Wired’ın 2013 özel sayısından aktarıyoruz…
Yazı: James DYSON Çeviri: İrem BAŞARAN GÜLMEZ
Yeşil mühendislik, sıkıntılı bir kavram. İyi mühendislik, doğal olarak daha etkin teknolojiler aramayı gerektirir. Bugün artan enerji maliyetleri ve azalan hammadde, düşük maliyetli çözüm bulmayı her zamankinden önemli hale getiriyor. Ama “yeşil”, genellikle pazarlama şirketlerinin el koyduğu bir sözcük. 2013’te, gidişatı değiştirecek şey, göstermelik sloganlar ve ağaç şeklinde logolar olmayacak. Teknolojiyi daha düşük maliyetli, daha etkin ve yararlı hale getirecek araştırma ve yatırımlar asıl itici güç olacak.
20. yüzyıl boyunca, yeni teknolojilerin odağında en büyük ve en güçlüyü inşa etme vardı. Yapılarımız göğü deliyor, çığır açıcılar uzaya uzanıyordu. Fakat artık başka türlü bir yaklaşım benimsemeli, daha küçük, daha akıllı ve daha etkin teknolojiler geliştirmeliyiz. Cern’deki araştırmalar sonuçlandığında, cevaplarımızı Ay yerine atom parçacıklarında bulmamız daha olası görünüyor.
1960’larda, Royal College of Art’ta öğrenciyken, çevresel meseleler pek revaçta değildi. Çevreci teknolojiler, daha çok ufak çaplı bilim kurgusal hikâyeler gibiydi. Mucizevi deniz yosununun, atmosferdeki karbonu emip biyo-yakıt üretme kapasitesi övülürdü mesela. 50 yıl sonra bu yosunu hâlâ ticari açıdan yeterli miktarda yetiştirecek durumda değiliz.
Atmosferdeki karbonu ve emisyonumuzu azaltacak başka yollar arıyoruz şimdi. 60’lardaki deniz yosunu gibi, planktonların da havadaki karbonu emip, deniz tabanına hapsettiğini keşfettik.
2004’te yapılan deneyin sonuçları umut vericiydi; planktonlar üç hafta süresince büyüyor ve ölüyor, en azından yarısı okyanus tabanına çöküyordu. Ama küresel ölçekte bir uygulama çerçevesinde, her yıl ancak bir gigaton, yani 1 milyar ton karbonun çökmesi mümkün, dünyanın halihazırdaki emisyonunun sadece yüzde 10’u kadar. Benzer şekilde, nanoteknoloji, elektrik kullanmadan, düşük enerjili ısıtma ve aydınlatma olanağını mümkün kılıyor. Köklü bir araştırma olmasına rağmen, küresel ölçekte yararlanabilmek için daha uzun yıllar geliştirilmesi gerekiyor.
Plastik Poşetler ve Boeing 747
Şu an kullandığımız teknolojiyi tekrar gözden geçirmemiz ve fazlalıkları azaltmamız gerek. “Yeşil” mesajlar tam da bu noktada araya girmeye meyilli, niyet iyi ama uygulama zayıf. Sözgelimi, mukavvadan veya denizden toplanan çöplerden yapılmış elektrik süpürgeleri gördük. Teoride harika fikirler ama bu malzemelerin toplanması ve cihazların oluşturulması için gerekli enerji göz önüne alındığında, gerçek değerini tekrar düşünmek gerekiyor.
Çözüm, sadece görünen değil, kullanılan tüm enerjiye odaklanmakta. Her vicdanlı tüketicinin nefret etmeye bayıldığı, basit plastik torbayı ele alalım. Rüzgârda uçuştuklarını görüyoruz. Evdeki dolaplarımız onlarla dolup taşıyor. Süpermarketlerde onlara ihtiyacımız olup olmadığı sorulduğunda suçluluk hissediyoruz.
Biraz daha derinlikli bakmamız gerekiyor olaylara. Birleşik Krallık’ta bir yılda dağıtılan sekiz milyar plastik poşeti üretmek için salınan karbon, bir Boeing 747’nin Londra’dan Los Angeles’a 200 uçuşuna denk.
Plastik poşetlere bağımlılığımızın azaltılması tabii ki iyi bir şey. Ama bu, tüm emisyonlar ölçeğinde, okyanusta bir damla kadar.
Rolls Royce ticari hava taşıtı motorları, dünya üzerinde 13 bin adetten fazla uçakta kullanılıyor. Isıya dayanıklı kanatçıkları, daha yüksek sıcaklıkta çalışmasını sağlıyor, motorun ateşlenmesini kolaylaştırır ve yakıt tüketimini azaltıyor. Bu mühendislik uygulaması, enerji kullanımını sadece bir gıdım azaltarak, süpermarketlerdeki tüm ortak çabamızı gölgede bırakabilir. Üstelik bu, “yeşil” olma ihtiyacından türetilmiş bir çözüm bile değil. Söz konusu teknoloji üzerinde çalışan mühendislere, fikir aşamasından imalatına kadar, daha etkin bir motor üretmeleri talimatı verilmişti sadece. Verimlilik, önümüzdeki dönemde geliştirme süreçlerinin ayrılmaz bir parçası olacak.
Boeing 787 Dreamliner, daha azıyla neler yapılabileceğinin güzel bir kanıtıdır. Geliştirilmiş karbon elyaflı kompozitlerin devrim niteliğinde kullanımı, hava direncinin ve aracın ağırlığını azaltır. Bu da, aracın aynı yakıtla daha uzun mesafe katetmesini ve yakıt tüketiminin azalmasını sağlar. Fakat pek çok iyi teknoloji gibi, bu, bir anda ortaya çıkan bir şey değildir. Thomas Edison, karbon elyafıyla deneyler yapmaya 1879’da başlamıştı. 1963’te, Milli Savunma Bakanlığı, karbon elyafının üretim sisteminin patentini çıkardı. McLaren’ın karbon elyaflı Formula 1 arabası 1980’lerde pistlere sürüldü. Görüldüğü gibi, mühendislik çözümleri, zaman ve emek ister. Günümüzde, nanoteknoloji henüz yolun başında. Bizi nereye götüreceği hakkında hiçbir fikrimiz yok, geleceğin Dreamliner’ları nasıl olacak bilemiyoruz. Fakat sabırlı olmayı öğrenmeli ve araştırmalar hemen sonuç vermediğinde azimle devam etmeliyiz.
Oyunbozanlık Yapmayın!
Dijital çağda, satın aldıklarımızın nereden geldiği ve nelerden yapıldığı bilgisine ulaşma şansına sahibiz. Gıda maddeleri için bunu zaten yapıyoruz ama aynı şekilde teknoloji de şeffaf olmalı. Şu anda, enerji sarfiyatı ve malzemelerin kaynağı dışındaki bilgiler erişilebilir durumda değil.
Aynı zamanda, çevreye zarar vermemek için, daha düşük enerji kullanımını performansa tercih etmemiz isteniyor. Üreticiler, “yeşil” ürünleri büyük bir tantanayla piyasaya sürüyorlar. Fakat daha çok tüketilen modeller kadar iyi performansa sahip olmuyorlar. Elektrikli arabalar buna güzel bir örnek.
Rekabete ayak uyduramamaları yüzünden alay konusu olan, sonunda rekabeti yakalama şansı elde etmişken ciddiye alınmayan elektrikli arabalar. Kendimizi yeşil mücadelenin kurbanları addetmemiz ve hayatımızı iyileştiren teknolojilerden vazgeçmemiz isteniyor. Oyunbozanlıkbu. Makinelerimizi daha iyi çalışır duruma getirmeyi öğrenmemiz gerekiyor. İşini yapacak teknolojiye ihtiyacı var insanların. Çevresel etkisi düşük makinelerin, yüksek enerji harcayan rakipleriyle eşdeğerde hatta daha üstün olduklarının kanıtlanması gerekiyor. Her iki noktada da ilerleme kaydediyoruz aslında. Bir ürünün ‘yaşam döngüsü analiziyle’, çevreye olan gerçek etkisini anlamamız mümkün. Böylece, tüm yaşam döngüsünü ve performansını takip edebiliriz. Hammaddeden geridönüşüm sahasına kadar giden süreçte, çevreye olan etkisinin en çok hangi alanlarda olduğunu belirleyebiliriz. Böylece her şeyi yeniden planlayabilir ve yeni mühendislik çözümleri getirebiliriz. Yüzeysel sorunlara takılıp kalmak yerine, temeldeki fazlalıkları çözmeye çalışabiliriz.
Her gün kullandığımız şeyleri daha etkin kılmak için pek çok fırsat var. Örneğin Dyson firması olarak geliştirdiğimiz Dyson Airblade çok daha az enerji harcıyor ancak bu cihazı, çevreye duyarlı olmasını istediğimiz için değil, işini daha iyi yapmasını istediğimiz için ürettik. Enerji canavarı bir ısıtma elementi yerine, sadece hava akımıyla bunu başarabileceğimizi gördük.
Aşırılıklara dayalı bir mühendislik anlayışı, geçmişte kalan bir dönemin tortusu. Karbon elyafının çağdışı kalacağı karbon tabanlı materyaller üretmeye başladık bile: Grafen veAerografit bunlardan sadece ikisi. Benim gözümse Karbon Nanotüplerde. Çelikten yüz kat daha güçlü fakat altı kat daha hafif; çok daha hafif uçaklar, trenler ve otomobiller üretme potansiyeline sahipler.
Fakat tüm bunlar zaman alacak; 2013’te neler göreceğimizi tam olarak kestirmek bu yüzden tehlikeli. En heyecan verici atılımlar, genellikle saklı tutulur. Çünkü umduğumuz kadar çabuk amacına ulaşmadıklarında, başarısız olduklarını düşünme eğilimindeyiz.
Aslında, kısa vadeli düşünmek, yeni materyal ve gelişmeleri reddetmeyi kolaylaştıran bir şey. 60’ların mucizevi deniz yosunu, günün birinde işe yarayacak belki. Grafen ve Aerografitle neler yapılabileceğinden henüz tam olarak emin değiliz. Thomas Edison, filaman lamba teli deneylerine başladığında, nasıl bir olaylar zincirine katkıda bulunduğunu aklına getiremezdi. Sadece iyi bir şey üzerinde çalıştığını biliyordu.
Araştırmalara sermaye bulabilmek zorlu bir mücadele; önümüzdeki yıl için de geçerli olacak bu. Kemer sıkma çağında, derhal somut sonuçlar vermeyen şeyleri çabucak seçip ayırıyoruz. Kısa vadeli sonuçlara odaklanmak daha kolay, muhasebeciyi teknolojinin öncülerinden önde tutuyoruz. Birleşik Krallık’taki bazı kişiler, daha güvenilir ve daha az riskli endüstrileri kullanmaya devam etmeyi tercih ediyor. Ancak ödül ve risk bir arada ilerliyor – aynı muhafazakârlık ve durgunluk gibi.
Plastik poşetlerimizi saklayıp, tekrar kullanmaya devam etmemiz gerek. Fakat daha büyük ölçekli, daha az görünür mücadeleler bizi bekliyor. Araştırmalarla, kaynaklarımızdan daha çok yararlanmak ve onlara olan bağımlılığımızı azaltmak için yeni yollar keşfediliyor durmaksızın. 2013’te, heyecan verici materyaller hakkındaki teoriler, somut gerçekliklere dönüşebilir. Üreticiler, ürünlerinin çevreye olan etkilerini daha ayrıntılı inceleyerek bu sürece katkıda bulunabilir. Her ikisi de zaman, sabır ve azim gerektiren süreçler. ‘Yeşil mühendislik’ tembel pazarlamayı korumayı sürdürecek. Gerçek mühendislerse, ellerindeki işi yapmaya devam edecek.
EKOIQ Dergisi Ocak 2013 Sayı: 25