#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
biyoçeşitlilik

Gezegenin Diğer Sınırlarının Biyoçeşitlilik Üzerine Etkileri

Biyoçeşitlilik türler açısından baktığımızda aştığımız sınırlardan biri. İnsanlık yüzyıllardır yeryüzünü kendi oyun alanı olarak gördüğünden pek çok türü düşüncesizce ortadan kaldırdı. Günümüzdeki çevre sorunları biyoçeşitlilik kaybını gezegenimizin tarihindeki altıncı yok oluş seviyesine taşıyor. 

YAZI: Prof. M. Levent KURNAZ Boğaziçi Üniv. İklim Değişikliği ve Politikaları Uyg. ve Araş. Merk 

Gezegenin sınırları kavramı, yeryüzündeki ekosistemlerin belirli biyolojik, kimyasal ve fiziksel sınırları olduğu fikrine dayanır. Bu sınırlar, ekosistemlerin kararlılığını ve işlevselliğini korumakta önemli rol oynar. Sınırların aşılması ise tüm ekosistemlerin dirençliliğini ve sürdürülebilirliğini olumsuz etkiler. Bunun ötesinde sınırlardan birinin aşılması ya da bu sınıra yaklaşılması bile diğer sınırların dirençliliği üzerinde etkiye sahiptir. Biyoçeşitlilik türler açısından baktığımızda aştığımız sınırlardan biri. İnsan-lık yüzyıllardır yeryüzünü kendi oyun alanı olarak gördüğünden pek çok türü düşüncesizce ortadan kaldırdı. Günümüzdeki çevre sorunları biyoçeşitlilik kaybını gezegenimizin tarihindeki altıncı yok oluş seviyesine taşıyor. İçinde bulunduğumuz yok oluşun gezegenin sınırları ile bağlantısını incelemek önlemler alabilme noktasında bizlere destek sağlayabilir. 

Yaşam Alanlarının Değişimi

Yaşam alanlarının değişimi biyoçeşitlilik açısından başta gelen sorunlardan biri. İklim değişikliği; sıcaklık, yağış, deniz seviyesi gibi iklim değişkenlerindeki değişiklikler nedeniyle farklı ekosistemlerde yaşam alanlarının değişmesine yol açar. Birçok bitki ve hayvan türü, yeni iklim koşullarına uyum sağlamakta zorlanabilir veya uygun yaşam alanlarını kaybedebilir. Bu durum, özellikle göç eden hayvanlar ve bitkiler için ciddi bir tehdit oluşturabilir ve doğal popülasyonlar arasında dağılımı değiştirebilir.

Arazi kullanım değişikliği, tarım, yerleşim alanları, sanayi ve altyapı projeleri gibi insan etkinlikleri nedeniyle doğal yaşam alanlarının yok olmasına ve parçalanmasına yol açar. Bu durum, türlerin yaşam alanlarını kaybetmelerine ve doğal popülasyonlar arasındaki bağlantının azalmasına neden olabilir. Habitatların parçalanması, göç eden türlerin hareketini zorlaştırır ve yeterli beslenme, üreme veya barınma alanlarına ulaşamamalarına neden olarak türlerin hayatta kalma şanslarını azaltır.

Aşırı kimyasal kullanımı, toprakları, su kaynaklarını ve hava kalitesini olumsuz etkileyerek doğal yaşam alanlarının tahribatına yol açabilir. Tarımsal ilaçlar ve pestisitler; böcekleri, kuşları ve diğer hayvanları etkileyerek doğal popülasyonlar üzerinde zehirli etkilere neden olabilir. Kimyasal kirlilik, sucul ekosistemleri etkileyerek balıklar ve diğer sucul organizmalar için de bir tehdit oluşturur.

Denizlerdeki Yaşam Zinciri

Denizdeki canlıların yaşam alanı ise okyanusların tümü ve ne yazık ki denizdeki canlıların önemli çoğunluğu karadakiler kadar serbest hareket imkanına sahip değil. İklim değişikliğine neden olan karbondioksit gazı suda çözüldüğünde karbonik asit oluşumuna neden olur; bu da deniz suyunun asit seviyesini artırır. Denizlerdeki yaşam zinciri en altta güneş ışığından fotosentez ile organik madde üreten fitoplanktonlara dayanır. Fitoplanktonlar ise yaşamlarını sürdürebilmek için bir kabuk yapmak zorunda. Denizlerin asitlenmesi fitoplanktonların kabuk yapma yeteneğini yok ederek okyanuslardaki besin zincirinin çökmesine, dolayısıyla da biyoçeşitliliğin sekteye uğramasına yol açar. Biyoçeşitliliğin temel alanlarından olan mercan resifleri de bir yandan deniz suyu sıcaklığının artması diğer yandan da suyun asitlenmesi nedeniyle ölmeye başladı. Bu yaz Meksika Körfezi’ndeki su sıcaklığı neredeyse 40 dereceyi buldu. Bu sıcaklıkta o bölgedeki deniz canlılarının sağ kalabilmeleri mümkün değil.

Toprak Sağlığı

Endüstriyel tarımdaki aşırı suni gübre ve tarım ilacı kullanımı, topraktaki besin maddelerini hızla artırabilir ve bitkilerin hızlı büyümesini teşvik edebilir. Ancak bu, toprak sağlığı için uzun vadeli sorunlara yol açar. Suni gübreler, toprağın doğal besin döngüsünü bozar ve toprakta mikroorganizmaların, böceklerin ve diğer toprak organizmalarının yaşamını olumsuz etkiler. Bu da toprak verimliliğini düşürür ve biyoçeşitliliğe zarar verir. Yanı sıra aşırı gübre kullanımı, tarlalardan ve bahçelerden akan sularla su kaynaklarına doğrudan taşınan nitrat ve fosfat gibi besin maddelerinin tatlı suları ve denizleri kirletmesine neden olur. Bu besin maddeleri, sucul ekosistemlerde aşırı alg büyümesine, oksijen eksikliğine ve ekosistemlerde dengeyi bozan diğer sorunlara yol açabilir. Bu da sucul organizmaları, balıkları ve diğer canlıları olumsuz etkileyerek biyoçeşitlilik üzerinde baskı yaratır. Ayrıca aşırı gübre kullanımı, yüksek verim almak için monokültürlerin artmasına yol açar. Monokültürler, doğal ekosistemlerin çeşitliliğini azaltır ve yerel bitki türlerinin ve ekosistemlerin yok olma riskini artırır. Aynı zamanda ekosistemleri kuraklık, hastalık ve zararlılara karşı daha savunmasız hale getirir. 

Ozon Tabakasındaki İncelme

Ozon tabakasındaki incelme, yeryüzüne daha fazla zararlı güneş ışınının gelmesine neden olur. Bu da insanların cilt kanseri, katarakt, bağışıklık sistemi bozuklukları ve diğer sağlık sorunları riskini artırır. Aynı şekilde, hayvanlar ve bitkiler de güneş ışınlarının zararlı etkilerine maruz kalır. Özellikle açık renkli, tüysüz ve suda yaşayan organizmalar, ultraviyole (UV) ışınlarının zararlı etkilerine daha duyarlı. Bitkiler, fotosentez yoluyla güneş enerjisini kullanarak besin üretir. Ozon tabakasındaki incelme, bitkilerin fotosentez verimini azaltabilir ve büyüme hızlarını etkileyebilir. Bitki büyümesinin olumsuz etkilenmesi, ekosistemlerdeki besin zincirlerinin ve enerji akışının bozulmasına neden olabilir. Bu da ekosistemlerdeki bitki türlerinin ve dolayısıyla diğer organizmaların dağılımını ve popülasyonlarını etkiler.

Tehlike Altındaki Türler

Arazi kullanım değişikliği, ekosistemlerin doğal dengesini bozabilir ve yabancı veya istilacı türlerin yayılmasını teşvik edebilir. İnsanların bitki ve hayvan türlerini farklı bölgelere taşıması, yerel türler için rekabet ve avcılar için avlanma fırsatları yaratabilir. Bu, doğal ekosistemlerdeki yerli türleri tehdit eder ve bazı türlerin neslinin tehlikeye girmesine neden olur. Gezegenin sınırlarına yaklaşmamız şüphesiz doğal yaşamın dengesini bozacak. Bugün konuya bütüncül bir bakış açısından uzak, yalnızca iklim değişikliği, müsilaj, tarımdaki kimyasal ilaç sorunu ya da hava kirliliği gibi parçalardan baktığımızda bu parçaların birleştiğinde biyoçeşitliliğe verdiği zararı görmemiz zor olabiliyor. Marmara Denizi çevresindeki aşırı gübre kullanımı, değişik zamanda gelen yağışlar ve deniz suyunun ısınması ile birleştiğinde müsilaj dediğimiz olguya neden oldu. Buna bir de Marmara çevresindeki aşırı kimyasal kirlilik de eklendiğinde uzun bir süre için denizin alt tabakalarında yaşayan canlıların hayatları oldukça zorlaştı. Bugün dalgıçlar denizin altındaki yaşamın neredeyse tükenme noktasına geldiğini söylüyorlar. Bu tür problemlerin çözümü de yalnızca bir yerde iyileşme sağlamakla bulunamıyor ne yazık ki. Biyoçeşitliliğe verdiğimiz zararın kaynağı nasıl sadece avcılık gibi basit çözülebilecek bir problem değilse yaratacağımız çözümler de aynı şekilde değişik alanlara uzanan sistemsel ve kapsayıcı çözümler olmalı. Yoksa yeryüzü tarihinde ilk defa bir canlı türü bilerek ve isteyerek kitlesel bir yok oluşa neden olacak. Henüz çok geç olmadan harekete geçelim!

Prof. M. Levent Kurnaz

Boğaziçi Üniv. İklim Değişikliği ve Politikaları Uyg. ve Araş. Merk. | Son Buzul Erimeden