Reis Gıda, 1995 yılından bu yana gerçekleştirdiği kurumsal sosyal sorumluluk projeleri ile T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı, Türkiye Gıda Sanayi İşverenleri Sendikası (TÜGİS), Sürdürülebilirlik Akademisi ve Dünya Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından “Dünya Gıda Günü” ödülüne layık görüldü. Reis Gıda Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Reis’in, Sürdürülebilir Gıda Konferansı ve Dünya Gıda Günü Buluşması kapsamındaki ödül töreninde yaptığı konuşmayı kısaltarak EKOIQ okurlarıyla paylaşıyoruz.
Bir zamanlar karasabanla toprağı süren, düvenle harman koşan, sığır güden, balıkçılık yapan ve devamında 43 yıldır gıda sektöründe çalışan bir kişi olarak, tarım ve hayvancılıkta “nereden nereye” dediğim bir yaşanmışlığı müsaadenizle paylaşmak istiyorum.
Köyün geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktı. 30’a yakın büyük ve küçükbaş hayvanımız vardı. Ürettiğimiz ürünler ihtiyacımızı karşılardı. Gazyağı, çay, şeker ve tuz gibi temel ihtiyaç maddeleri de satın alarak yaşamımızı sürdürürdük. Ne zaman ki doğa şartlarının zorluğu ve geçim sıkıntısı başladı, önce gençler sonra tüm aile fertleri köylerini terk ederek büyük kentlere göç ettiler.
Yıllar içerisinde; ne acıdır ki buğday ektiğimiz tarlayı orman, harmanı ise çalılar kaplamış, samanlık göçmüş, boyunduruk, yaba, dirgen, üvendire kırılmış, çürümüş… Gördüm ki kuyular kurumuş. Evlerin duvarları yıkılmış, çatıları çökmüş.
Üzülüyorum, çünkü artık bacalar tütmüyor, köpeklerin havlamaları, hayvanların varlığını simgeleyen çanların sesi duyulmuyor. O sesleri duymayı, toprağın ve ormanın kokusunu çok özlüyorum.
1990’dan sonra sadece köyümüz değil Türkiye’nin yüzlerce köyü yaşam şartlarının ağırlaşması nedeniyle terk edildi. Ülkemizde, 1927’de %76, 1975 yılında %58 olan kırsal kesimde yaşayan nüfus oranı, 2012 yılında %22’ye geriledi. Kırsaldan kente göç sadece ülkemizin sorunu değil. 2010 yılında dünya nüfusunun %50’si kırsal kesimde yaşarken 2050 yılında bu oranın %30’a düşeceği öngörülüyor.
İklim Değişikliği ve Toplumsal Altüst Oluşlar
Mezopotamya tarım uygulamalarının doğduğu yerdir. Geçmişte bu bölgede önemli ekonomik ve sosyal gelişmeler yaşandı. Son 20 yıldır şiddetli kuraklığa bağlı çölleşmenin artması, geçim kaynaklarının azalması, açlık ve gıda güvensizliği nedeniyle milyonlarca insan bu bölgeden göç etmek zorunda kaldı. Daha yakın bir zaman diliminde, 2007-2008’de yaşanan şiddetli kuraklık tüm dünyada tarımsal üretimi olumsuz etkiledi. Bazı ülkelerde ayaklanma ve iç karışıklığa neden oldu.
Rusya’nın 130 yıl sonra, 2010’da yaşadığı, Amerika’nın da 1956’dan sonra 2011’de gördüğü en sert kuraklığın yarattığı arz eksikliği nedeniyle küresel piyasalarda fiyatlar zirve yaptı.
2017 yılı, 1880 yılından bu yana dünya tarihinde kaydedilen en sıcak 3. yıl oldu. Aynı yıl dünya genelinde 330 farklı doğal afet yaşandı, çok sayıda insan hayatını kaybetti. Maria Kasırgası Porto Riko’da 4.000’den fazla insanın ölümüne neden oldu.
2018 yazında ise dünyanın birçok bölgesinde rekor sıcaklığa ulaşıldı. Yangın ve kasırga yüz binlerce kişiyi evinden etti. Avrupa kıtasını etkisi altına alan sıcak hava dalgası hayatı adeta felç etti. NASA’nın 6 Ekim’de yayınladığı yeni iklim araştırması 1,5 Derece raporunda, dünyanın 2018 yazını rekor sıcaklıklarla kapattığı ve kış mevsiminde tarihi bir soğuk yaşanacağı belirtiliyor. Ülkemizde de 2018 yılı ilk yedi aylık verilere göre son 47 yılın en sıcak yılı yaşandı, normalin üzerinde aşırı hava olayları görüldü. Meteoroloji Genel Müdürlü ğü verilerine göre, Türkiye ortalama sıcaklığının 1998 yılından bu yana (2011 yılı hariç) sürekli arttığı, yağış miktarının düştüğü belirtiliyor. Yaşadığımız son dört yıl, 1940’tan sonra tarihimizde en çok doğal afetlerin görüldüğü yıllar olarak öne çıkıyor.
Türkiye iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek olan Akdeniz Havzası’nda yer alıyor. Olumsuz hava olayları ülkemizde sıklıkla yaşanır hale geldi. Uzmanlar, iklim değişikliğinin önümüzdeki yıllarda kendini daha şiddetli göstereceğini ve Türkiye’nin de bu durumdan en çok etkilenecek ülkelerden biri olacağını ifade ediyor.
Gelecek nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakabilmek adına, jeolojik miras olarak nitelendirilen göllerimizden, son 50 yılda bazıları kurudu, bazıları da kuruma tehlikesiyle karşı karşıya. Geçmişte manzarasıyla kendine hayran bırakan Konya’daki Meke Gölü artık bir bataklık görüntüsüne sahip.
İklim değişikliği doğal kaynakları kısıtlıyor. Yeraltı suları azalıyor. Azalan ve kirlenen su kaynakları, biyolojik çeşitliliği azaltıyor. Karadeniz’de 161 balık türünden 59’unun nesli tükendi.
Su kaynaklarımız ciddi tehdit altında. Türkiye Çevre Raporu’na göre Türkiye’deki yüzey sularının, derelerin ve göllerin %79’u kirlenmiş durumda.
12 yıl sonra ülkemizdeki nüfusun 100 milyon olacağı öngörülüyor. Endüstride, zirai alanlarda ve hanelerde suya olan talep her geçen gün artıyor. Bu talebin karşılanabilmesi için suyun hanelere en az kayıpla ulaştırılması, tasarruflu kullanımı, suyun geri kazanımı, zirai alanlarda damlama sulamanın yaygınlaştırılması gibi önlemlerin alınması gerekir.
Türkiye’de 24 milyon hektar tarım alanının yaklaşık 5,6 milyon hektarı sulanabiliyor. Tarım alanlarının %80’i ise yağışa bağlı sulanıyor. Bu bölgelerde iklim değişimi, kendisini daha fazla hissettiriyor. Küresel iklim değişikliğinin tarımsal üretim, hayvancılık ve balıkçılık üzerindeki olumsuz etkisi insanların yaşam şartlarını zorlaştırıyor.
Birleşmiş Milletler’in (BM) hazırladığı rapora göre küresel düzeyde açlık çekenlerin sayısı son üç yılda yükseldi. Dünyada her gün 821 milyon insan açlık ile karşı karşıya. Dünya Gıda Programı İcra Direktörü, “Her beş saniyede bir çocuk açlıktan ölüyor. Dünyada 300 trilyon dolar varlık bulunurken bu durum kabul edilemez” diyor.
Harvard Üniversitesi tarafından yayımlanan araştırmaya göre, son yıllarda yoğunluğu en üst seviyeye ulaşan karbondioksit, temel besin kaynaklarının besleyiciliğini azaltıyor.
Bu durum besin yetersizliği çeken 2 milyar insanın sağlık sorunlarını daha da artıracak. BM’nin raporunda 2017 yılı itibarıyla 151 milyon çocuğun yetersiz beslenmeden dolayı gelişimini tamamlayamadığına dikkat çekiliyor.
Gıdaya Erişim ve Sağlık, Bir İnsan Hakkıdır
İnsanların yaşamak için yeterli gıdayı almaları ve bu gıdaların sağlıklı olması insan haklarının esasını oluşturmaktadır. Aslında, dünya nüfusunun gıda talebini karşılayacak kadar üretim yapılıyor. Burada önemli olan doğal kaynakların korunması, sürdürülebilir üretim ve paylaşımın doğru yönetilmesidir.
İklim değişikliği ile mücadelenin önemini anlayabilmek için küresel ısınmanın ekonomik boyutunu da dikkate almak gerekir. 2017 yılında dünya genelindeki afetlerin ekonomik kaybı 353 milyar dolar.
Sürdürülebilir kalkınmayı sağlayabilmek ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden kaçınmak için tüm ülkeler seragazlarının salımını kontrol altına alma girişimlerini hızlandırmalı ve küresel çalışmalar güçlendirilmelidir.
Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin raporuna göre, küresel sıcaklıkların sanayi öncesi döneme göre 2°C derecenin üzerine çıkması durumunda buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi doğal yaşam alanlarını ve insan hayatını doğrudan etki edecektir.
Dünyanın bize sunduklarına saygı göstermezsek, kıymetini bilmezsek yaşam şansını kaybedeceğiz. Bu nedenle yaşamın güvencesi olan hava, toprak ve suyun kirletilmemesinin tek çıkar yol olduğunun bilinmesi gerekir.
Geçen her gün kaybımız demektir. Harekete geçmezsek, iklim değişikliğinin etkileri daha yıkıcı ve daha maliyetli olacak. Yaşama vereceği zarar gelecek nesilleri etkileyecek. Bu sorunu ciddiye almalıyız. Geri dönülmez noktaya gelmeden sonuç odaklı projeler üretmeliyiz. Dünyada giderek artan nüfusun beslenebilmesi için üretimin artırılması, adaletli paylaşımı, israfın en aza indirilmesi, atık ve geridönüşümün önemine tüm dünya ülkelerinin odaklanması gerekir.
Sürdürülebilir bir gelecek için açlık ve yoksulluğun gündemde olmadığı, yerküremizde yaşayan insanların topraklarını terk etmeden, güvenli gıdaya ve temiz suya erişebildiği, çocukların yeterli beslenebildiği, sağlıklı büyüdükleri barış içinde bir dünya diliyorum