Sürdürülebilirlik Raporlaması deyince ilk akla gelen ve küresel ölçekte en önemli kurumu sayılan Global Reporting Initiative (GRI), 26-28 Mayıs tarihlerinde Amsterdam’da büyük bir konferans düzenledi. Raporlamanın ve yeşil ekonominin geleceğinin tartışıldığı ve hatta belirlendiği Konferansa 77 ülkeden 1200 kişi katıldı. Katılan sayısı 10 kişiden az olduğu için Türkiye’nin resmi bir heyet oluşturamadığı Konferansı Türkiye’den izleyen tek yayın organı ise EKOIQ oldu.
Yazı: Erdal TALU
Sürdürülebilirliğin, raporlamanın ve dolayısıyla dünyanın yeşil geleceğinin tartışılacağı ve belki bir yol haritasının belirleneceği “Sürdürülebilirlik ve Şeffaflık Üzerine Amsterdam Küresel Konferansı,” 26 Mayıs’ta gerçekleşen açılış oturumuyla başladı. “Rethink-Rebuild-Report” sloganıyla duyurulan Konferansın açılış oturumunda verilen bilgiye göre konferansa 77 ülkeden 1200 kişi katılmıştı. Katılımcı sayısı açısından bu, zaten var olan maksimum kapasitenin tamamının dolduğu anlamına geliyordu. Nitekim Konferanstan yaklaşık bir hafta öncesinden internet üzerinden kayıtlar, kapasite dolduğu için durdurulmuştu.
“Navigating Towards A Sustainable Global Economy” (Sürdürülebilir Bir Küresel Ekonomiye Doğru Yol Almak) olarak adlandırılan Genel Açılış Otu-rumu, önemini fazlasıyla hak eden konuşmacılara sahne oldu. Global Footprint Network (GFNKüresel Ayakizi Ağı) Başkanı Mathis Wackernagel, TEEB ve Birleşmiş Milletler Yeşil Ekonomi İnisiyatifi Proje Lideri Pavan Sukhdev, GRI CEO’su Ernst Ligteringen, Prens Charles (tele konferans aracılığıyla), Siemens Yönetim Kurulu Üyesi ve Sürdürülebilirlik Yöneticisi Barbara Kux ve AkzoNobel CEO’su Hans Wijers isimleri, bu konuda yeterli bir fikir verebilir herhalde.
Bu önemli oturumun en önemli vurgusu, ekolojiye yaklaşımda strateji ve politika oluştururken Yeşil Ekonominin temel alınmasının gerekliliğiydi. Toplantıya BM adına katılan Pavan Sukhdev’in konuşmasında yer alan, “ekonomik gelişme ister kabul, ister reddedelim, değer kazandırma (value addition) temelinde işliyor. Ekolojiyi korumayı amaçlarken aynı zamanda değer yaratma da birlikte ele almalıdır” sözlerinin genel mantığı ifade ettiği söylenebilir.
Toplantıya Siemens adına katılan Barbara Kux ise, dünyada sürdürülebilir bir ekonomiye ulaşabilmek için, enerji verimliliğini artıracak ve emisyonu azaltacak yeni teknolojilerin, belirleyici önemi olduğuna vurgu yaptı. Kux’un konuşmasında vurguladığı çarpıcı bir gerçek de, şu anda kullanılan teknolojilerle enerji tüketimini yüzde 20, emisyonu ise yüzde 25 azaltmanın mümkün olduğu. Günümüzde insanlığın ekolojik ayak izi ortalamasının 2 olduğu dikkate alındığında, sadece mevcut teknolojilerle dahi ekolojik borçlanmayı sıfırlamanın mümkün olduğu görülebilir. Yeni Çin’den geldiğini söyleyen Kux, bu ülkenin sürdürülebilir bir ekonomiye ve enerji kaynaklarına sahip olmak için çok ciddi bir çalışma içinde olduğunu söyledi ve dünya çapında “Yeşil Yarış”ın (Green Race) başladığını belirtti.
Krizden Sonra Yeni Bir Dünya
AkzoNobel CEO’sunun konuşmasında global kriz sonrası gelişmelere değinilirken dikkatleri çeken, artık krizden önceki alışılmış iş yapma (“business as usual”) biçimlerine tekrar geri dönüşün hiçbir biçimde mümkün olmayacağına dair vurgu oldu. Dünya ekonomisinin kaçınılmaz bir biçimde değiştiği ve bununla birlikte ekonomik güç merkezlerinin de değiştiği (Çin ve Hindistan gerçeğine atıfta bulunarak) zaten çok sık olarak dile getiriliyor. Aslında patlak veren global krizi, “kısa vadeli çıkarlarla hareket eden finans kuruluşunun sorumsuz yaklaşımlarının, globalleşen dünya koşullarında yol açtığı büyük yıkım” olarak tarif etme eğilimi de yaygın. Buna bağlı olarak gezegenimizin, ülkelerin ve kuruluşların daha uzun vadeli çıkarlarını ve sürdürülebilirliğini dikkate alan ve sosyal, etik sorumlulukları da kapsayan “Raporlamanın” ve stratejik düşünmenin, her düzeyde öneminin arttığı vurgulanıyor. AkzoNobel CEO’suna göre sürdürülebilirlik, kriz sonrası yeni ekonomik gelişmenin temel unsurlarından biri olacak.
GRI’ın CEO’su sıfatıyla Konferansın ve açılış oturumunun evsahipliğini üstlenen Ernst Ligteringen ise konuşmasında GRI’nin yeni hedeflerini açıkladı ve konferans boyunca katılımcılar bunlar üzerine düşünce ve katkılarını yapmaya çağrıldı. Bu, bir tür eğilim yoklaması olarak kabul edilebilir herhalde. Gündeme getirilen üç öneri bulunuyordu: (1) 2015 yılına kadar bütün büyük ve orta ölçekli işletmelerin çevresel, sosyal ve yönetimsel (governance) konularda rapor vermesinin mecburi hale gelmesi veya raporlamıyorsa bunun nedenini açıklamaları, (2) 2020’ye kadar kurumların mali ve ESG (Environmental, Social and Governance) raporlarının, test edilmiş ve genel kabul gören, standardlaştırılmış, entegre tek bir rapor olarak geliştirilmesi, (3) GRI, tek bir uluslararası entegre raporlama standardına hazırlık olmak üzere, ESG raporlaması konusundaki en iyi deneyimleri güncellemek ve kurumların, enformasyon kullanıcılarının, entegre raporlamada deneyim kazanmalarına yardımcı olmak amacıyla G4 Guidelines (4. Jenerasyon Raporlama yol gösterici ilkelerini) geliştirmeli mi? Anlaşılan GRI, önümüzdeki yıllarda faaliyetlerini bu hedeflere yoğunlaştıracak.
Küçük Öncülerden Öğrenmek veya KOBİ’ler
Konferansın ikinci günü paralel süren oturumlardan, öğleden önce iki ve öğleden sonra iki olmak üzere toplam dört oturumu izleme fırsatım oldu. Sabah izlediğim ilk oturumun başlığı “Reporting for SME’s (Small & Medium Enterprises): Learn from small pioneers” idi.
Moderatörlüğünü GRI adına Leontien Plugge’ın yaptığı oturumun konuşmacıları ise, GRI İspanya Danışmanı Anna Fuster, İspanya’dan ACEFAT Yöneticisi Susana Pascual Garcia, CSR Şili’den Dante Pesce ve yine Şili menşeli Envases Orlandini şirketinden Fernando Ramirez’di.
Konuşmalarda sıkça dile getirilen gerçek, KOBİ’lerin dünya ekonomisinin yaklaşık yüzde 80’ini oluşturduğu ve yeşil ekonomi açısından artan önemleri. Bu firmaların, sınırlı imkânlara sahip olmaları nedeniyle raporlama sürecine girmelerinin zorluklar taşıdığı, öte yandan küçük firmaların daha kolay değişebilme avantajına sahip oldukları dile getiriliyor. Konuşmacılar, ilk raporlama yapan firmaların daha çok “yeşil ürün” üretenler ve gelişmiş ülkelere ihracat yapan kuruluşlar olduklarını ve bu firmaların daha çok GRI “Template C” formatını kullanarak raporlama sürecine başladıklarını vurguladılar.
GRI raporlamasında firma sayısı açısından dünya lideri olan İspanya üzerine konuşan Anna Fuster, KOBİ’lerde raporlama süreçlerinin kim tarafından, nasıl başlatıldığına dair çok ilginç bir örnek aktardı. Katalon hükümetinin bir girişimi olarak başlayan Proje, ilkönce 40 küçük firma ile yola çıkmış. Hizmet, inşaat gibi birçok değişik sektörden firmayı kapsayan Proje, AB fonları tarafından desteklenmiş. İşe CSR politikası oluşturmak üzere başlamışlar ve 2009’da sürdürülebilirlik raporu yayınlamaya geçmişler. Adım atmak için firma üst yönetimlerinin desteğinin şart olduğunu vurgulayan Fuster, raporlamanın getirdiği fırsatlara dikkat çekti.
Oturumda Barselona Belediyesine bağlı işletmeleri (gaz, su, telefon hizmetleri gibi) bünyesinde toplayan ve Türkiye’de Belediye İktisadi Teşekküllerine (BİT) denk gelen ACEFAT adına konuşan Susana Pascual Garcia, kalite ve çevre konusunda dünya standartlarina uygun bir entegre yönetim sistemi oluşturmak için yola çıktıklarını ifade etti. Çevresel, sosyal ve ekonomik alanları kapsayan sürdürülebilir-lik raporlaması yapan ACEFAT, KOBİ’lerin sürdürülebilir ekonomik gelişme alanına çekilmesi ve bu konuda belediyelerin bir kaldıraç olarak kullanılması açısından oldukça ilginç bir deneyim sayılabilir.
STK’ların Baskısı Sonuç Veriyor
Toplantıya Şili’den katılan Dante Pesce, ise kendi ülkelerindeki deneyimlerini aktardı. Burada da ilk girişim, ihracata yönelik şarap üretimi yapan KOBİ’lerden gelmiş. Başlıca itici güçse, müşterilerin, emek piyasası ve çevresel konularda, karbon ayakizi gibi sorunlarda artan duyarlılıkları olmuş. Özellikle enerji ve maden sektöründe yabancı sermaye yatırımlarının artması, çokuluslu şirketlerin yerel düzeyde, özellikle tedarik alanındaki yoğunlaşan operasyonları süreci hızlandırmış. STK’lardan gelen baskıların da belli bir rolü olduğunu vurgulayan Pesce’ye göre KOBİ’leri sürdürülebilirlik yoluna sokma konusunda etkili olan başlıca faktörler, özellikle büyük firmaların bu yola giren KOBİ’leri teşvik etmesi ve tedarikçi tercihlerini onlardan yana kullanmaları.
Şili Santiago’da orta ölçekli bir fir-manın sahibi olan Fernando Ramirez’in konuşmasında ilginç olan, yürüttükleri CSR faaliyetiyle insanın ro-lünü nasıl fark ettikleri ve bunun, yaşadıkları son deprem felaketinde “ayağa kalkmak” için sağladığı belirleyici katkı idi. İşletmelerde önce ISO 9001:2000 Kalite Yönetim Sistemini uygulamaya sokarak işe başlıyorlar. İhracata yönelince kamu teşviki ve desteğiyle CSR faaliyetlerine geçiyorlar. Önce, insan kaynakları yönetimini geliştirmeyi amaçlıyorlar. Ardından pazarlama stratejisini geliştirme hedefine yöneliyorlar. Daha sonra çevre politikalarını geliştirme konusuna yoğunlaşıyorlar. Bu kapsamda işletmeyi, Santiago içinden, atık geri dönüşüm ve emisyon kontrolü olan, sanayi bölgesinde yeni bir yere taşıyorlar. Son depremden çok etkileniyorlar ve yeni işletmeleri ciddi hasar görüyor. Ancak çalışanların, “ayağa kalk” (Stand-Up) sloganıyla kendiliğinden başlattıkları girişimle işletmeyi kısa sürede yeniden yapılandırıyorlar (Rebuild).
Raporları Yazanlar & Okuyanlar
Günün takip ettiğimiz ikinci oturumu ise “Learn about Reporting in Emerging Economies” (Büyüyen Ekonomi-lerde Raporlama Sürecinden Öğrenilecekler) başlığını taşıyordu. Moderatörlüğünü GRI Paydaşlar Meclisinden Karin Ireton’un yaptığı oturumda Brezilya, Hindistan ve Ürdün’den katılan temsilciler, konuşmalarında en çok, öncü firmaların sayısal azlıklarını ve paydaşlardan fazla talep gelmemesini vurguladılar. Toplumsal duyarsızlığın, gelişmekte olan ülkelerin (tabii Türkiye’nin de) ortak ve çetin ceviz sorunlarından biri olduğunu bir kere daha gösteren bu konuşmalarda bir başka vurgu da, sürdürülebilirliğin, sadece Kurumsal Sosyal Sorumluluk (CSR) olarak anlaşılmasının yanlışlığı üzerineydi.
Oturumun bir başka ilgi çekici yönü de, sürdürülebilirlik raporlamasının hükümet düzenlemesiyle zorunlu hale getirilmesine katılımcıların pek de sıcak bakmamalarıydı.
Günün üçüncü oturumunun konusu, “From Mitigation to Innovation: Can Reporting Help Companies Become Sustainable” olarak belirlenmişti. Moderatörlüğünü Aron Cramer’in yaptığı oturumda, Hindistan’dan Güney Afrika’ya, Brezilya’dan İngiltere’ye kadar çok farklı ülkelerden 10 katılımcı, “Raporlamanın şirketleri sürdürülebilir kılıp kılmayacağını” tartıştı.
Aralarında Financial Times’ın editörü Pauline Skypala ve Brezilyalı petrol ve enerji şirketi Petrobras’ın Sağlık, Güvenlik ve Çevre Yöneticisi Fernando Toledo Pierre’in de olduğu katılımcılar, sadece coğrafya değil, meslekleri açısından da büyük bir çeşitlik gösteriyordu.
Bir tarafta sürdürülebilirlik raporu yazanlar, diğer tarafta bunları okuyan ve değerlendiren paydaşlar şeklinde bir formata sahip olan toplantıda, yaşanan global krizin derslerinden biri olarak günümüz dünyasında şeffaflık ve hesap verilebilirliğin (Transparency&Accountability) yükselen önemi vurgulandı.
Oturumda, kurumların yayayınladıkları raporlarda ne ölçüde dürüst davrandıkları ve negatif yönlerden ne kadar söz ettikleri; raporların, ne kadar gerçekleri ve riskleri dile getirdiği, ne kadar “greenwash”a hizmet ettiği de ele alındı. Örnek olarak da, 20 senedir sürdürülebilirlik raporu yayınlamasına karşın Meksika körfezinde büyük bir çevre felaketine neden olan BP gösteriliyor. Oturumun bir başka can alıcı konusu da, şirketlerin her yıl verdikleri mali raporlarla, sürdürülebilirlik raporlarını, entegre tek bir rapor olarak yayınlamaları önerisiydi.
Konferansın 2. gününde, katıldığım dördüncü ve son oturumunun konusu, “Readers’ Views: Is Sustainability Reporting Progressing?” idi ve çok farklı ülkelerden katılımcılar, raporlama sürecinin işleyip işlemediğini, raporları okuyanların bakış açısından tartıştı.
Raporlama: Hem Bilim, Hem Sanat
Konferansın son gününde, sabah ka-tılma fırsatı bulduğum ilk oturumun konusu, “How to Define Report Content: Learn about Materiality from Practitioners” idi. Konuşmacılar, “Materiality”yi, yayınlanacak raporun içeriğinin belirlenmesi ve raporlama sürecinin en önemli aşamalarından biri ve doğrudan raporun kalitesini belirleyen bir konu olarak gördüklerini ifade ettiler. “Materiality”nin aslında bir risk değerlendirilmesi (risk assesment) olduğu vurgulanırken, paydaşlarla iletişimin de anahtar bir konu olduğunun üzerinde duruldu.
Bir başka vurgu da raporlamanın bir “bilim ve sanat” (science and art) işi olduğuydu. Yani, bir yanıyla objektif kriterleri, ilkeleri olan, ama aynı zamanda yaratıcılık gerektiren bir konu.
EKOIQ adına izlediğimiz, günün bir başka oturumu ise “Making it ali add up: Action in 2010 for Universal Sustainability Discourse in 2020” idi. 10 konuşmacının, “Yeşil Ekonomiye nasıl varacağız?” sorusu üzerine düşüncelerini paylaştıkları oturumda genel olarak paylaşılan birinci yaklaşım, global düzeyde ortak bir dile sahip olmamız gerektiğiydi. Bu ortak dil de, standartları belirlenmiş bir raporlama olarak tanımlandı. İkinci ortak görüş ise, hiçbir hükümet, kurum veya STK’nın tek başına bu işi başaramayacağıydı. Yani küresel işbirliği bir zorunluluk olarak tam önümüzde duruyor gibi…
Üçüncü gün öğleden sonra toplanan Kapanış Genel Oturumuyla Konferans çalışmalarını tamamlamış oldu. Kapanış oturumu, “Signposts on the road to sustainability: Where do we go from here?” olarak adlandırılmıştı. “Sürdürülebilirliğe giden yoldaki tabelalar: Buradan nereye gideceğiz?” şeklinde Türkçeye çevirebileceğimiz oturumun konuşmacıları da birbirinden “ağırdı”: GRI CEO’su Ernst Ligteringen, BM Çevre Programı Genel Direktörü Angela Cropper ve Greenpeace Genel Direktörü Kumi Naidoo’yu saymak bile yeterli olabilir herhalde.
Değişik bakış açılarının ve dene-yimlerin ele alındığı oturumda en dikkat çeken konuşmalardan birini GRI’ın Yönetim Kurulu Başkanı Mervyn E. King yaptı. Yaşanan global krizden çıkan üç temel sonucu vurguladı Mervyn: Birincisi, sürdürülebilirlik için iyi bir gelişme olarak nitelediği, kısa vadeli düşünmekten uzun vadeli ve stratejik düşünmeye geçiş. İkincisi, risk yönetiminin giderek artan önemi çünkü günümüzün küresel dünyasında artık ilişkiler o düzeye geldi ki, çok az sayıda çılgın, hepimizin ortak çıkarlarına büyük zarar verebilir. Ve üçüncüsü de, etiğin geri gelişi. Hiçbir zaman bütünüyle yok olmamıştı, ama sanki bir kenara itilmişti. Mervyn E. King’in de vurguladığı gibi, etik şimdi, çok daha güçlü bir biçimde geri geliyor. İyi ki de öyle oluyor, etik yaklaşımları, yaşlı dünyamız o kadar özledi ve o kadar da ihtiyacı var ki!
Raporlama Zorunlu Olsun mu?
Konferansta oturumlarda sık sık gündeme gelen “Sürdürebilirlik raporlaması zorunlu hale gelsin mi?” sorusu, katılımcılar tarafından yoğun bir biçimde tartışıldı. Açılış oturumunda GRI tarafından da gündeme getirilen bu önerinin, genel olarak kabul gördüğü söylenemez. Raporlamanın zorunlu olmasına eleştirel yaklaşanların dayandığı en temel argüman, zorunlu duruma gelmesiyle birlikte raporlamanın içeriğinde ciddi bir kalite düşmesinin yaşanması ihtimali. Tabii ki bu itiraz daha çok mali ve insan kaynakları açısından belli sınırları ve zorlukları olan gelişmekte olan ülke ve kuruluş temsilcilerinden geliyor. Ancak öneriye sıcak bakanlar da yok değil. Örneğin WWF temsilcisi Oliver Greenfield zorunlu raporlamadan yana görüş açıklayanlardan biri. Greenfield, “Gönüllü raporlama çalışmıyor” diyor ve daha çok “cezalandırmacı” bir yaklaşımı savunduğunu vurguluyor.
Tek Bir Standart Rapor: Mali, Kurumsal ve Çevresel?
Şirketlerin her yıl verdikleri mali raporlarla, sürdürülebilirlik raporlarını, entegre tek bir rapor olarak yayınlamaları önerisi, Konferans kapsamında somut ve önemli önerilerden biri olarak kabul edilebilir. GRI ve önemli bir çoğunluk tek bir raporu savunuyor ve “nasıl şirketlerin mali durumlarını, uluslararası kriterlere göre değerlendiren bir raporlama standardı oluştuysa, sürdürülebilirlik konusunda da böyle bir standard artık oluşmalı” argümanını öne sürüyor. Konferansta, günümüz dünyasında bir şirketin, sürdürülebilirlik performansının dışında, ondan bağımsız ve farklı bir mali performansının söz konusu olamayacağı ısrarla vurgulandı. Bakalım bu öneri, nasıl hayata geçecek veya ne kadar kabul görecek.
Konferansın Türkiye Kanadı: Farkındalık Şart!
Türkiye için kötü bir notla başlayalım: Resmi ülke delegasyonu için gereken 10 kişilik katılımı sağlayamadığı için Türkiye, konferansta resmi olarak temsil edilemedi. CSR Consulting Turkey firmasının bu konudaki çabaları ne yazık ki sonuç vermedi. Konferans kitapçığında da GRI’nin paydaşları olarak zaten Türkiye’den sadece iki firmanın adı geçiyor. Biri CSR Consulting Turkey, diğeri ise Kıymet-i Harbiye Yönetim Danışmanlık.
Bu nedenle Türkiye’den gelen katılımcıların bir araya gelmesiyse daha çok bir tanışma toplantısı niteliğinde geçti. Toplantıya CSR Consulting Turkey’den Bahar Keskin ve Özlem Çevik Koper, İMKB’den Oya Karagümüş ve UZD Danışmanlık’tan Pervin Katmer Gürkan ve Ebru Erkal ile EKOIQ adına Erdal Talu katıldı. Toplantıda bu alanda Türkiye’de yaşanan sorun ve sıkıntılar ele alınırken, raporlama yapan kurumlar, çok büyük emeklerle hazırladıkları raporlar hakkında herhangi bir geri bildirim alamadıklarını vurguladılar. Aslında raporlama sürecinde (gerek hazırlık, gerekse sürekli geliştirme safhalarında) kurumlarla sosyal paydaşlar arasında iletişim ve diyalog konusu (Stakeholder Communication/Engagement) çok önem verilen bir unsur ve konferans boyunca değişik platformlarda bu konudaki yetersizlikler çok kez dile getirildi.
Raporlama yapmanın bir değer kazandırması, örneğin Avrupa’da olduğu gibi tüketicilerin bu tür firmaların ürünlerini tercih etme eğilimlerinin ortaya çıkması içinse, toplumsal farkındalık yaratacak çabalara ihtiyaç olduğu vurgulandı. EKOIQ olarak da, yapmaya çalıştığımız işlerden birinin de bu olduğu ama bu tür çabaların da desteğe ihtiyacı olduğu dile getirildi.
Çin: Yeşil Yarış Başladı mı?
Çin’in Yeşil Ekonomi alanındaki atağı ile bağlantılı olarak söylenen “Yeşil yarış başladı,” Konferanstaki birçok konuşmacı ve katılımcının sık sık kullandıkları bir cümle oldu. Çin’le ilgili söylenenler, birçok kişi için gerçekten büyük sürprizdi. Konferansın katılımcıları arasında Çin’den gelen hatırı sayılır bir delegasyon da vardı ve bu arada Konferansta yer alan oturumlardan birinin adı, “Learn about Sustainability in China” (Çin’in Sürdürülebilirlik Çalışmasından Öğrenilecekler) idi. Konferans kapanış oturumunda da bir Çinli temsilci, Konferans delegasyonuna hitap etti. Aslında Konferansa katılanlara ve kimlerin aktif olduğuna bakınca, Türkiye’nin gelişmekte olan ülkeler kategorisinde çok geride kaldığı kolayca görülebiliyor. Konferansa, Latin Amerika ülkelerinden (özellikle Brezilya ve Şili) ve Çin ile Hindistan’dan çok geniş bir katılım söz konusuyken, Türkiye’nin varlığının dahi hissedildiğini söylemek zor.