Yazı: Doç. Dr. Murad TİRYAKİOĞLU, Afet Bilinci Derneği Genel Koordinatörü, tiryakioglum@gmail.com
Bu yazıyı 1 Mayıs 2020 günü kaleme alıyorum. Resmi adı çeşitlilik gösterse de 1 Mayıs uluslararası birliğin, emek sömürüsüyle mücadelenin ve dayanışmanın günü. Hayata Destek Derneği’nin internet günlüğünde, Çiğdem Usta Güner’in editörlüğünde (Bülent İlik ve Mahmut Can İsal tarafından) kaleme alınan yazı şöyle başlıyor:
“Aşağıda ölüm var, yukarıda açlık. Aşağıdaki ölüm olasılık, yukarıdaki açlık kesin”. Bu sözler, Zonguldak’ta meydana gelen bir göçükte arkadaşlarını kaybeden bir maden işçisine aitti. Bugünlerde, mücadele etmekte olduğumuz salgınla birlikte sözler tekrar anlam kazanıyor. “Dışarıda virüs var, içeride açlık. Dışarıda virüs olasılık, içeride açlık kesin”.
Dışardaki virüs, içerde belki de hiç haberdar olamayacağımız, olmak istemeyeceğimiz açlıkları, acıları ve yoksunlukları daha da artırıyor. Bu zor zamanları yenebilecek tek şey ise dayanışma olacak. Salgından geriye kalacak en güzel şey, dayanışmayı hatırlayacak, yeniden yaşamımıza dahil edecek olmamız. En azından umudum bu yönde. Sokağa çıkma yasağının uygulandığı şehirlerde bile yoğun bir biçimde çalışmaya devam eden, evde kalabilenlerin ihtiyaçlarını, daha ziyade de isteklerini karşılamak için çalışmak zorunda olan emekçilere şükranlarımı sunarak başlamak istiyorum yazıma.
Gelelim Haberlere…
Önce iyi olanı söyleyeyim ki, yazı sona erdiğinde gerçeklerle baş başa kalıp belki bir parça düşünme imkânımız olur, hep birlikte.
İyi haber şu: Doğa hayatta, yaşıyor, nefes alıyor ve hatta normalleşiyor. Hem de insan evladının tüm acımasızlığına, aymazlığına rağmen. Yani bunca yıl durmadan, yorulmadan çevreye verdiğimiz zararı koşar adım artırmış olmamıza karşın doğa varlığını korumayı başarmış. Yaşasın, hâlâ umut var…
Covid-19 pandemisi sebebiyle neredeyse tüm dünyada insanların sokağa çıkamadığı, işe gidemediği, ekonomik faaliyetlerin durduğu günlerde, sokaklarda hayvanların özgürce dolaştığını görmek umut verici ve harika bir haber. İlk haber pandeminin merkezine dönüşen Avrupa’dan. Salgının en şiddetli yaşandığı İtalya’da karantina ilan edilmesiyle, Venedik’te gondol trafiği tamamen durdu. Kanallardaki su berraklaşmaya, balıklar ve kuğular görülmeye başlandı. EuroNews Türkiye’nin haberine göre, İtalya’nın Cagliari bölgesinde de feribot trafiğinin durması, yunusların limana kadar yaklaşabilmelerine imkân sağladı. Benzer şekilde Galler’in bir sahil kasabasında, Llundadno’da salgın sebebiyle evlerine çekilen insanların boşalttığı sokaklarda, dağlarda yaşayan keşmir keçilerinin gezdiği görüldü. Yeni dikilen fidanları ve çalılıkları yiyerek aylak aylak dolaşan keçiler, bahçesine zarar verilen (!) bir ortaokulun müdürü Ian Jones tarafından vandallıkla suçlandı.
Fransa’da, Toulouse sokaklarında salına salına gezen geyikler, Paris’te Sen Nehri’nden çıkıp dört şeritli otoyolu sağ salim aşıp Orsay Müzesi’nin önünde keyifle güneşlenen ördekler, korkusuzca Uludağ’daki teleferik istasyonunu keşfe gelen bozayı, İsrail’de yiyecek aramaya çıkan domuz ailesi, Şili’de şehir içinde gizli gizli keşif yapan puma, seslerini daha çok duymaya başladığım kuşlar gibi dünyanın her yanından daha verilebilecek pek çok örnek doğal yaşamın varlığını her şeye rağmen korumayı ve salgının etkisiyle bir nebze de olsa rahatladığını gösteriyor.
Belki de en etkileyici iki haberden biri Zeytin Yeşili Deniz Kaplumbağaları uzun yıllardır uğramadığı sahillere uğrayıp yumurta bırakmaya başladı, hem de ortalamanın çok üzerinde sayıda. Elbette ki, daha az insan ve ışık kirliliği sayesinde. Bir diğer etkileyici haber ise Hong Kong’daki hayvanat bahçesinden. Koronavirüs salgını dolayısıyla ziyarete kapanan hayvanat bahçesinin sakinlerinden olan bir panda çifti on yıldır sürdürülen çiftleşme çalışmalarını keyifle ve huzurla, ama en önemlisi insanların çabasına ve müdahalesine ihtiyaç duymadan sona erdirdi. Hayvanları sessizlik ve huzurun içinde bırakmayı başarabilirsek, en temel yaşamsal faaliyetlerini kendi doğal yaşam döngülerinde, huzur içinde geçekleştirebilecekler diyeceğim ama insanlar bile bu özel ve güzel zamanlarını planlayarak, zamanlayarak yaşamakta.
İnsan evladı, her geçen gün, bilaistisna tüm canlıların yaşam alanlarını hızla yok ederek dünyanın bize ait olduğunu zannetmeye devam ediyor, bir mikroorganizma ile çöken sağlık sistemlerine, geri dönüşü olmayacak şekilde görünmez hale gelen sektörlere, ölen yüzbinlerce insana karşın vandallığı keçiye mal ediyor. Demem o ki, vandallığı, zalimliği masum bir keçiden öğrenecek değiliz. Lakin, tüm canlıların bir arada yaşayabileceği bir dünya kurmak zorunda olduğumuzu öğrensek fena olmaz.
Gelelim Kötü Habere: Dünya Çok Daha Kirli Bir Yer
Nasıl yani? Hani küresel ölçekte ekonominin durma noktasına gelmesinin belki de en iyi yanı karbondioksit salımının çok büyük ölçüde düşmüş olması idi? Yakın dönemde, 2008 Küresel Krizi sonrasında da üretimin yavaşlaması sebebiyle karbon salımı azalmıştı. Bu sefer çok daha iyi bir gelişme gözlemlemedik mi?
Kriz dönemleri gibi bu salgın dönemi de bitecek (en azından artık ölümlerin yaşanmayacağı bir biçimde bitmesini umuyoruz), ekonomik faaliyetler, üretim, tüketim yeniden başlayacak, karbon salımı yine, yeniden artacak. Bu noktada vurgulanması gereken konu karbon salımından ziyade geridönüşümü olmayan tıbbi atıklar ile tek kullanımlık plastik atıklar. Hayatında bir kez bile maske takmamış milyonlarca insan şimdiye kadar çok sayıda maske kullandı, lateks eldiven taktı ve tabii ki bunların hepsini attı. Artık neredeyse hiçbirimiz alışveriş torbalarımızı yanımıza almıyoruz, o bez torbalar virüsü tutabilir ve eve taşıyabilir diye. Poşet tüketimimiz hızla arttı. Zira eve gelir gelmez alışveriş poşetlerimizi balkonda havalandırıp, çamaşır suyu ile inceltilmiş sularla dezenfekte edip öyle eve alıyoruz. Bunu bez torbalarla yapmak mümkün değil, her seferinde yıkamak zahmetli vs. vs.
Öte yandan sağlık çalışanlarının, ki hepsinin önünde saygı ve şükranla eğiliyoruz, doğal olarak günlük rutinlerinde ihtiyaç duydukları, tek kullanımlık maske, tulum, önlük, eldiven gibi koruyucu ekipman atıkları da hızla arttı. Tıbbi atık toplama, bertaraf etme ya da mümkünse geri dönüştürme konusunda bir sorgulamaya girmeyi tercih etmiyorum. Zira önümüzde koskoca bir evsel, kompozit, cam ve kâğıt atık geridönüşümü konusunda upuzun bir yol varken…
Sterilizasyon sebebiyle ambalajlı ürünlere olan talebin artmış olması da ayrı bir açmaza sebebiyet verdi. Açık olarak kilogramla alınabilecek ürünler yerine, daha sağlıklı olduğunu düşünerek hangi şartlar altında ambalajlandığını bilemediğimiz, raf ömrünün uzun olabilmesi için ne tür kimyasallarla desteklendiğini asla bilemeyeceğimiz paketli ürünlere geri döndük. Bu süreç sokağa çıkma yasağının ilan edilmesi, uzatılması ve nihayet aç kalma korkusuyla talep artışını da beraberinde getirdi. Yine atık sorunu…
Ve nihayet hepimiz bu yeni normalde neredeyse her şeyimizi internetten almaya başladık. Zaten azımsanmayacak düzeyde olan internet alışverişleri çok yüksek düzeylere erişti. Bu süreç iki önemli sorunu ortaya çıkartıyor. Biz yine henüz kazanmadığımız ve hatta artık kazanıp kazanamayacağımız bile belli olmayan parayı harcıyoruz ki yeterince üretim yapmayan bir ülke için bu denli tüketimin sonunu kaleme almaya elim varmıyor. Yazı ile ilişkili diğer sonuç ise inanılmaz bir kargo-lojistik trafiğinin oluşması. Başta kargo çalışanlarının sağlık güvencesi(zliği)olmak üzere geridönüşümü mümkün olmayan kargo ambalajları, daha fazla müşterinin talebini karşılamak zorunda kalan kargo araçlarının saldığı daha fazla karbon…
Zaten eve kapandık, moralimiz bozuk. Dışarda bahar var, güneş parlıyor ama sokağa çıkmamız yasak, sen de enseyi kararttıkça kararttın be Murad…
Vakti zamanında hep birlikte karartmış olsaydık, belki de bugünler çok daha farklı olabilirdi. Belki de olmazdı. Ama denemeden bilemeyiz değil mi?
Bizi sosyal medyada takip etmek için tıklayın: LinkedIn | Instagram | Twitter | Facebook