Uluslararası Hayvancılık Araştırma Enstitüsü tarafından 2012’de yayımlanan bir rapora göre 2 milyondan fazla insan her yıl, evcilleştirilmiş ve yaban hayvanlarından bulaşan hastalıklardan ölüyor. İnsanların etkilendiği hastalıkların %60’ı zoonotik. Tüm bunlar, insanların doğaya müdahalesinin bir sonucu.
Yazı: Gülce DEMİRER
İnsanlık evcilleştirme, hayvancılık, tarım, ormansızlaştırma gibi faaliyetler ile vahşi yaşamın giderek daha çok içine giriyor ve ekosistemleri değiştiriyor. Bu; ekolojik sorunların yanı sıra, insan türünün önüne geçemediği birçok salgına da neden oluyor. HIV, Ebola, Batı Nil virüsü, SARS, Zika, Laym hastalığı gibi son yıllarda meydana gelen yüzlerce salgın yok yere, bir anda gerçekleşmiyor. Tüm bunlar, insanların doğaya müdahalesinin bir sonucu.
Hastalıklar büyük ölçüde çevresel meselelerdir. İnsanların etkilendiği hastalıkların %60’ı zoonotik, yani -insan olmayan- hayvanlardan kaynaklanıyor. Ve bu hastalıkların üçte ikisinden fazlası vahşi yaşam kaynaklı. Hızlı kentleşme, madencilik, yol yapımı, ormansızlaştırma, artan insan popülasyonu insanlarla, belki de adı hiç duyulmamış birçok hayvan türünün yakın temasına sebep oluyor.
Veterinerler ve koruma biyologlarından oluşan bir grup, tıp doktorları ve epidemiyolojistlerle iş birliği içerisinde “hastalıkların ekolojisini” anlamaya çalışıyorlar. Birleşmiş Devletler Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) tarafından finanse edilen Predict isimli projenin bir parçası olan bu uzman grubu, örneğin yeni kurulan bir çiftlik veya yol ile, doğal bir alanı nasıl değiştirdiklerini, bir sonraki olası hastalıkların nasıl ortaya çıktıklarını ve insanlara bulaşma olasılığını yayılmadan önce nasıl tespit edileceği üzerine çalışıyor. Bunun için yüksek risk altındaki vahşi yaşam bölgelerindeki hayvanlardan tükürük, kan gibi örnekleri toplayarak bir virüs arşivi oluşturuyorlar. Böylece bir insana bulaştığında virüs daha kolay tanımlanabiliyor. Ayrıca bu hastalıkların bir sonraki salgın haline gelmesini önlemek için ormanları, vahşi yaşamı ve hayvancılığı doğru şekilde yönetmenin yollarını inceliyorlar.
Uluslararası Hayvancılık Araştırma Enstitüsü (ILRI) tarafından 2012’de yayımlanan bir rapora göre 2 milyondan fazla insan her yıl, evcilleştirilmiş ve yaban hayvanlarından bulaşan hastalıklardan ölüyor. Güney Asya’da, memelilerden insanlara bulaşarak ateş ve kas ağrısına neden olan Nipah virüsü (NiV), Avustralya’da çıkan Hendra virüsü (HeV) ile yakından ilişkili ve Paramyxoviruses virüs ailesinden. İki virüs de bir memeli türü olan, büyük meyvelerle beslenen meyve yarasası veya uçarköpek (flying foxes) olarak bilinen, Pteropus vampyrus kökenli.
“Viral Hastalıkların Ortaya Çıkmasında Hayvanların Rolü” (The Role of Animals In Emerging Viral Diseases) adlı kitapta yer alan bir araştırmada bu virüslerin ortaya çıkmasının, muhtemelen yarasaların doğal yaşam alanı olan meyve bahçelerinin tarımsal faaliyetler ile işgal edilmesinden kaynaklandığı belirtiliyor. İnsanları enfekte etmesi ise, yarasa konakçılarıyla doğrudan temas yoluyla değil, domuz gibi çiftlik hayvanlarıyla temasın bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Nipah virüsünün domuzları da etkilediği biliniyor ve insanlara da bu şekilde bulaşmış olabilirler. Yani domuz, koyun gibi çiftlik hayvanları da enfekte olurken virüsün insanlara bulaşmasında ara konak görevi görüyor.
Yarasalar, Henipa virüsü (nipa-hendra) ile milyonlarca yıl boyunca birlikte evrildi. Virüs yarasalardan çıkıp bu virüsle evrilmemiş bir canlıya bulaştığında, 1999 yılında Malezya’da olduğu gibi korkunç bir tablo yaşanabiliyor. Malezya’da yaşanan salgında bir yarasanın yediği meyve parçasının domuz çiftliğine düştüğü, domuzları enfekte ederek virüsün güçlendiği ve buradan da insanlara bulaştığı tahmin ediliyor. Enfekte olan 276 kişiden 106’sı ölmüş ve birçok kişide kalıcı nörolojik bozukluklara neden olmuştu. Bu olaydan sonra Güney Asya’da 12 küçük ölçekte salgın daha meydana geldi.
Avustralya’da ise dört insan ve onlarca at Hendra virüsünden ölmüştü. Ancak buradaki senaryo biraz farklıydı. Giderek büyüyen banliyöleşme ile evlerin “arka bahçeleri” ve otlaklar bir zamanlar ormanların sakini olan, Hendra virüsünden enfekte olmuş yarasaları, bu alanlara çekti. Henipa virüsü, temas yoluyla kolayca bulaşacak şekilde evrildiği takdirde virüs ormandan çıkıp bütün dünyaya rahatça yayılabilir.
Pennysylvania State University’de hastalıkların ekolojisini çalışan biyolog Raina K. Plowright ise, kırsal bölgelerde yaşayan uçarköpeklerdeki hendra virüsünün yayılma oranının, kentte yaşayanlardan daha düşük olduğunu söylüyor. Bunun sebebini kentleşen alanlardaki yarasaların daha sedanter olduğu için, virüse maruz kalma oranlarının doğal ortamlarına kıyasla daha düşük olabileceği şeklinde hipotez ediyor.
Uzmanlar hastalıkların ortaya çıkışındaki temel sebebin anlaşılmasının kritik olduğunun altını çiziyor. EcoHealth başkanı ve hastalık ekolojisti Peter Daszak “Geçtiğimiz 30 – 40 yıl içerisinde ortaya çıkan salgınlar, yaban yaşamına müdahale edilmesi ve demografik değişikliklerin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor” diyor.
Ortaya çıkan bulaşıcı hastalıklar, gribin her yıl mutasyona uğraması gibi, ya mutasyon geçiren eski hastalıklar ya da yeni tip patojenler. Örneğin, HIV’in kaynağı olarak Batı Afrika’daki şempanzeler gösterildi. Şempanzelerde görülen “simian immün yetmezlik virüsünün” (SIV), şempanzelerin et için avlanması sonucu enfekte kanın insanlara bulaşarak mutasyona uğrayıp HIV’e dönüşmüş olabileceği tahmin ediliyor.
Hastalıkların oldukça büyük bir kısmı insan popülasyonunun ve faaliyetlerinin vahşi yaşama giderek dahil olmasından kaynaklanıyor. Veba ve sıtma bunun iki örneği. Ancak hastalıkların ortaya çıkması geçtiğimiz yarım yüzyılda dört katına çıktı. Amazonlar’da gerçekleştirilen bir çalışmaya göre, 1997 – 2000 yılları arasında yaşanan ormansızlaştırmada %4,3 oranında bir artış sıtma vakalarını %48 oranında artırıyor. Bunun sebebi ise sıtma hastalığının taşıyıcısı sivrisinekler özellikle yeni ormansızlaşan alanlarda, gelişebilmelerini mümkün kılan mükemmel güneş ışığını ve suyu bulabiliyor.
Batı Nil virüsü ise 1999 yılında Afrika’dan ABD’ye geldiğinde kolayca yayılabilmişti. Bunun sebebi olarak, ABD’nin tarlalarındayaşayan ve virüsün konakçısı olan birçok kuşun yanı sıra kızıl gerdan kuşu olabileceği söyleniyor. Hastalığı yayan sivrisinekler ise kızıl gerdanı özellikle tercih ediyorlar.
ABD’nin doğusunda çıkan Laym hastalığı da ormansızlaştırmayla bu bölgede yaşayan kurt, tilki, baykuş ve şahinlerin yer değiştirmesinin bir sonucu. Laym hastalığının birincil doğal kaynağı beyaz ayaklı fareler. Farelerden beslenen kenelerin ise büyük olasılıkla laym hastalığını insanlara taşımış olabileceği tahmin ediliyor. Ayrıca Ecology dergisinde yayımlanan 19 yıllık bir analizde, ormansızlaştırma sürecinde farelerle beslenen tilki, opossum, kurt ve şahinlerin sayısının azalmasıyla farelerin sayısında beş kat bir artış yaşandığı belirtiliyor. Bu dadoğal olarak laym bakterisinin rahatça üreyebileceği bir ortam sunuyor.
Hayvan türlerinde bulunan koronavirüsü, insanlardan alınan örneklerle karşılaştıran Pekin Üniversitesi Sağlık Bilimleri Merkezi’nden bilim insanları ise önce Covid-19’daki protein kodlarının, daha çok Çin’de bulunan iki yılan türünün taşıdığı koronavirüstekilerle benzerlik gösterdiğini açıkladı. Sonrasında Wuhan Viroloji Enstitüsü’nden bir virolog ekibinin yayımladığı makaleye göre, yeni koronavirüslerin genetik yapısının yarasalarda bulunan bir koronavirüs ile %96 oranında benzerlik olduğu ortaya çıktı. Ancak virüsün hangi hayvandan kaynaklandığından ziyade şu an önümüzde daha büyük bir problem var.
Bir ekosistemdeki biyoçeşitliliği bozduğumuzda; ormanları kesip yerine tarım arazileri kurduğumuzda, dere yataklarını betonla doldurduğumuzda, bu ekosistemin parçalarını bozuyoruz ve sonucun da kaçınılmaz olduğunu söylemek yanlış olmaz. Büyük salgın hastalıkların ekolojik ve tarihsel geçmişlerine baktığımızda sorunun sadece o hastalığı taşıma potansiyeli olan hayvanların etinden faydalanmak için öldürmekle olmadığını da görebiliyoruz. Oldukça karmaşık ve büyük bir problemden bahsediyoruz.
Emory Üniversitesi Çevre Bilimleri’nde hastalık ekolojisti Doç. Dr. Thomas Gillespie, “Koronavirüsün ortaya çıkmasına çok da şaşırmadım. Patojenlerin büyük bir kısmı hala daha keşfedilmedi. Henüz buzdağının ucundayız” diyor.
Bir başka sorun ise salgınların toplumsal adaletsizlik ekseninde kendini nasıl gösterdiği. Hastalıkların ortaya çıkması kaçınılmaz olsa da pandemi haline gelip gelmemesi ve bu bizim elimizde. Sağlık sistemine, hijyen ürünlerine, ilaca ve suya erişimdeki eşitsizlikler ortaya çıkan hastalıkların coğrafya, gelir, toplumsal cinsiyet, yaş ve sosyal statü gibi birçok faktör sebebiyle eşitsiz yaşanmasına neden oluyor.