#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

“Havada Kalmasın”

Hava kirliliği karneleri Türkiye’deki hiçbir kentin Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği yıllık PM 2.5 sınır değerini karşılamadığını gösteriyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan, Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği’ni Avrupa Birliği’nde geçerli olan hava kalitesi standartları ile uyumlu hale getirerek, PM 2.5 için ulusal sınır değeri tanımlamasını talep ediyoruz.

Yazı: Gökhan ERSOY, Greenpeace Akdeniz İklim ve Enerji Proje Sorumlusu

Foto: Caner ÖZKAN

İklim krizinin failleri insanlığı aynı zamanda bir halk sağlığı krizine sürüklüyor. Fosil yakıtların tekelindeki sanayi, ulaşım ve ısınma faaliyetleri her geçen gün soluduğumuz havayı zehirliyor. COVID-19 salgınına karşı alınan önlemler bu aktiviteleri dünyanın pek çok yerinde sınırlandırıyor ya da tamamen durduruyor. Akabinde gelen hava kalitesindeki iyileşmeyi konu alan haberler ve resmi açıklamaların aslında bizlere verdiği bir mesaj var: Modern zamanların içinden geçtiği krizlerin faili kömür, petrol ve gaz üçlüsünün oluşturduğu fosil yakıtlar…

Fosil yakıtlar ekseninde şekil alan insan faaliyetleri hem iklimi değiştiriyor hem de havamızı kirleten zararlı gazlar ve partikül maddelerin atmosfere salımına neden oluyor. Halk sağlığını korumak adına bu faaliyetlerden kâr sağlayan şirketlerin ve onları denetlemekle sorumlu olan hükümetlerin aldığı eylemler ise yetersiz. Bu nedenle gezegendeki her 10 insandan 9’unun temiz havaya erişimi yok. Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre, hava kirliliği nedeniyle her yıl yedi milyon insan erken ölüyor. Türkiye özelinde de durum farklı değil. Türkiye, bugün dünyanın en büyük altıncı ve 10. kükürt dioksit (SO2) sıcak noktalarına ev sahipliği yapıyor. Temiz Hava Hakkı’nın Kara Rapor çalışmasına göre, 2017 yılında ülkedeki hava kirliliği, trafik kazalarından yedi kat fazla can aldı. Greenpeace’in “Toxic Air: The Price of Fossil Fuels” adlı son çalışmasına göre ise, fosil yakıt kullanımı sonucu ortaya çıkan partikül madde 2.5 (PM 2.5), ozon (O3) ve azot dioksit (NO2) gibi kirleticilerin, Türkiye’de ortalama 40.000 kişinin erken ölümüne neden olduğu düşünülüyor.

Hava kirliliği ve Viral Enfeksiyonlar

Hava kirliliği, insan sağlığı ve diğer canlı yaşamlara zarar verecek toksik unsurları barındırır. Partikül maddeler (PM), kükürt dioksit (SO2), azot oksitler (NOx), ozon (O3) gibi gazlar, sessiz bir katil gibi biz fark etmeden soluduğumuz havayı kirletir. Soluduğumuz hava ile iç organlarımıza ulaşan kirletici maddelerin, astım ve KOAH gibi solunum yolu, kalp ve damar hastalıklarıyla birlikte diyabet gibi pek çok sağlık sorununa neden olduğu bilinen bir gerçek. COVID-19 salgınıyla birlikte yavaş yavaş gün yüzüne çıkan bir başka bulgu ise partikül madde kirliliği ile viral enfeksiyonlar arasındaki ilişki oldu.

Bugüne kadar yapılan çalışmalardan, PM 2.5 kirliliğine maruz kalan insanlarda solunum yolu rahatsızlıkları, kalp ve damar hastalıkları, Parkinson ve diyabet rahatsızlıklarının baş gösterdiğini ve ek olarak da kan zehirlenmesi, bakteriyel deri enfeksiyonları ve idrar yolu enfeksiyonlarına neden olduğunu biliyoruz. Çok fazla konuşulmayan ise partikül maddelerin viral enfeksiyonla­rın yayılmasında taşıyıcı bir araç olarak, yayılma hızına yaptığı etki.

İnsan kaynaklı partikül madde kirliliği­nin nedenleri demir-çelik üretimi, ka­ğıt hamuru ve kağıt endüstrilerindeki sanayi faaliyetleri olarak sıralanabilir ve ulaşım, fosil kaynaklı enerji üretimi ve biyokütle yakımı gibi faaliyetlerle genişletilebilir. Kum fırtınaları da par­tikül madde kirliliğine neden olan do­ğal oluşumlardan. Bu bağlamda 2010 yılında yapılan bir çalışma Asya kum fırtınalarının, kuş gribine neden olan virüsü uzak mesafelere taşıyabileceğini gösterdi.

2016 yılında yapılan bir başka çalışma da HSRV (bebeklerde şiddetli solu­num yolu enfeksiyonlarına sebep olan bulaşıcı bir virüs) ile partikül madde yoğunluğu arasındaki ilişkiye işaret ediyor. Çalışmaya göre, virüs çocuklar­da akciğer yangısına neden oluyor ve partikül maddeler virüsü akciğerlere taşıyabiliyor. 2017 yılındaki çalışmada da PM 2.5 ile kızamık virüsü arasındaki bağlantıya ışık tutuluyor. Araştırmacı­lara göre, PM 2.5 yoğunluğundaki 10 μg/m3’lük bir artış, kızamık virüsüne yakalanan vakaların sayısındaki artışı etkileyebiliyor. Bu literatüre son katkı ise İtalya’daki koronavirüs vakaların­daki hızlı artış sonrası pek çok üniver­siteden araştırmacının yer aldığı bir çalışma grubunun yayımladığı bir yazı ile geldi. Çalışma grubunun hipotezi, İtalya’nın kuzeyinde, partikül madde kirliliğinin COVID-19 virüsünün yayıl­masında taşıyıcı bir görev ve hızlandırı­cı bir etki yaratabileceğini iddia ediyor.

İtalya’daki araştırmanın öne sürdüğü hipotezin kanıtlanması için zamana ih­tiyaç var. Nitekim çalışmada yer alan araştırmacılar da diğer çevresel faktör­lerin bu ilişkide etkili olabileceği ihti­malini inkar etmiyor ve gözlemlerine devam ediyor. Henüz bu ilişki sağlam bilimsel bulgularla temellendirilmemiş olsa da literatürün diğer viral enfeksiyonlar ile partikül madde kirliliği ara­sında kurduğu bağlantı yadsınamaz.

 

Sınır Değer Belirlenmeli

Partikül madde ve viral enfeksiyonlar arasındaki ilişki, fosil yakıtlardan vaz­geçmek ve temiz hava mücadelesi ver­mek için yeni ve haklı bir nedeni daha bizlere gösteriyor. Çünkü, Türkiye’de, soluduğumuz havadaki partikül mad­de yoğunluğu son 15 yılda %8.4 arttı ve Avrupa’ya göre, 2018 yılında, parti­kül madde kirliliğinin %33.4 oranında daha fazla olduğu gözlemlendi (Çev­re Mühendisleri Odası, Hava Kirliliği 2018 Raporu). Bu kirliliğe bir limit değer getirmek ve kirletici kaynakların operasyonlarını buna göre regüle et­mek kamu sağlığı için bir zorunluluk.

Saç telinin 1/30’una denk gelen ve gözle görülemeyen PM 2.5’in atmos­ferdeki yoğunluğuna dair yasal bir sınır değer, hava kalitesi hakkındaki yönetmeliklerde yer almıyor. Öte yan­dan, kirliliğin boyutuna dair bilgilerin sunulduğu hava kalitesi ölçüm istas­yonlarının da kapasitesi gözlem için yeterli değil. Türkiye’deki 339 hava kalitesi izleme istasyonundan sadece 69 tanesi PM 2.5 ölçümü yapabiliyor. DSÖ, partikül madde kirliliğinin insan sağlığı üzerinde olumsuz bir etki yarat­mayacak bir sınır değerin olmadığını belirtmesine rağmen, Türkiye’de bu etkiyi en aza indirmek için belirlenmiş ne bir sınır değer mevcut, ne de kirlilik boyutunun riskli seviyelerde olduğunu gösterecek ve acil önlem tedbiri alma­mızı bildirecek yeterli sayıda ölçüm is­tasyonumuz var.

Bu nedenle “havada kalmasın” slo­ganımızla, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan, Hava Kalitesi Değerlen­dirme ve Yönetimi Yönetmeliği’ni Avru­pa Birliği’nde geçerli olan hava kalitesi standartları ile uyumlu hale getirerek, PM 2.5 için ulusal sınır değeri tanımla­masını talep ediyoruz. Havadakalmasin.org sitesinde her şehir için hazırladığı­mız hava kirliliği karneleri gösteriyor ki Türkiye’deki hiçbir şehir DSÖ’nün be­lirlediği yıllık PM 2.5 sınır değerini kar­şılamıyor. Kamu sağlığı karşısındaki en büyük tehditlerden birisi olan bu sessiz katil ile mücadele etmek için kısa vadede atılacak en hızlı adım günlük ve yıllık sı­nır değerin belirlenmesidir.

Bizi sosyal medyada takip etmek için tıklayın: LinkedIn | Instagram | Twitter | Facebook

EkoIQ Editör