Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği ve %100 Ekolojik Pazarlar’ın kurucularından biri Lalehan Uysal. Grafik tasarımcı olarak onlarca derginin tasarımına da imza atan Uysal, “hayatın mücevherleri” olarak tanımladığı tohumlardan ilham alarak çektiği fotoğrafları, geçtiğimiz Temmuz ayında ilk kez Londra’da Oxford Üniversitesi, St. Catherine’s College’de gerçekleşen ve yaklaşık 40 yıldır prestijli yemek sempozyumu olarak kabul gören “Oxford Symposium on Food and Cookery”de sergiledi. Teması tohum olan sempozyum kapsamında açtığı “Hayatın Mücevherleri: Tohumlar” adını taşıyan sergisinde yer alan tohum fotoğrafları, dünyanın farklı ülkelerinden gelen akademisyenler, yemek yazarları ve gazetecilerin dikkatini çekti. Kendisini “tohum gözlemcisi” olarak tanımlayan tasarımcı, ikinci sergisini geçtiğimiz Eylül ayında Gaziantep Uluslararası Gastronomi Festivali’nde açtı. Sergide Gaziantep’e has ürünlerin tohumlarından ilham alarak çektiği yeni fotoğraflar yer aldı ve festival serginin açılışı ile başladı. Londra ve Türkiye’de farklı tohum fotoğraflarıyla ama hep aynı adla açtığı sergilerle tohuma dikkat çeken Uysal, üçüncü sergisini Ekim ayında bu kez Çukurova’ya has tohumlardan aldığı ilhamla çektiği fotoğraflarla Adana Lezzet Festivali’nde açtı. Ama Uysal, “Ben sergi açmıyorum, gözümüzü açıyorum” diyor. Belli ki fotoğraflarında öne çıkan estetik bunun için… Tohumları görünür kılmak için… Gelin büyüleyici fotoğrafların ardında kalanı ondan dinleyelim…
YAZI: Lalehan UYSAL
İnsan kendinin de bir tohum olduğunu unutarak yaşıyor. Tohumu sadece ekilen, filizlenen, yemek için önümüze gelen şeylerin kaynağı sayıyor. Oysa doğada sadece yediğimiz değil gölgesinde oturduğumuz ağacın da, bastığımız çimin de, saksıdaki çiçeğin de tohumu var.
İnsan doğanın bir parçası olduğunu unutmuş, büyük bir kibirle onu boş zamanlarında bir hobi gibi korumayı planlıyor. Dünya doğanın döngüleriyle ahenk içinde dönüyor. Tohum bu döngünün merkezdeki çekirdeği, hayatın özü. İnsan fark etse de fark etmese de bu gezegende hayat var olduğu sürece toprakla buluşacak, yeşerecek. Atalık dediğimiz yerel tohumlarımız yerine çiftçinin kısır hibrid tohumlarla ekim yapmaya zorlanmasına, her yıl yeni tohumlar satın almak zorunda bırakılmasına, GDO’lu ürünlerin olağan duruşuna, Monsanto gibi bir canavarın varlığına rağmen…
Ben çocuk yaştan bu yaşa tohum gözlemcisiyim. Karahindiba tohumlarının rüzgarla bir coğrafyadan başka bir coğrafyaya uçuşunu, keçilerin yediği zeytin çekirdeklerini dağlara tepelere taşıyıp toprakla buluşturmasını, ağacından yere düşen meyvenin çekirdeğini kırıp yeşermesini hayranlıkla izliyorum. Umutsuzluğa kapıldığımda beni güçlendiren şey; gözümü kapatmak ve bir tohumun bir meyve ağacına dönüşünü düşlemek… O ağacın meyvesine uzanana kadar da gözümü açmamak!
Gezegenin toprağına her gün akıl almaz sayıda tohum düşüyor. Gör mediğim, bilmediğim diyarlarda yeşeren, filizlenen, boy atan her tohumun nefesim olduğunu hissediyorum. Bazen derin sessizliklerde bu tohumlardan birinin toprağa düştüğünde çıkardığı sesi duyar gibi oluyorum. Kabuğunu çatlatışını, güneşe boynunu uzatan filizin çıtırtısını…
Ben tohumun can seslerini gösteremediğim için fotoğraflarını çekiyorum. Onların bazen narin, ince, kırılgan, uçucu; bazen sert, iri, güçlü; bazen yeşil, kahve, siyah renkleri fark edilsin istiyorum. Tohumların her bir tanesinin inanılmaz tasarlanmış, tarifsiz zenginliklere sahip, birer mucize olduğunu göstermek istiyorum. Fotoğraflarımdaki tohumların gözle görünmesiyle ruhun toprağında yeşereceğine inanıyorum. Deklanşöre her bastığımda toprağına tohum serperken Anadolu insanının dillendirdiği kadim sözün sonuna bir kelime daha ekleyerek tekrarlıyorum; “Kurda, kuşa, aşa” ve göze!
Ektiği tohumun sadece insan için değil, tüm canlılar için olduğunu anlatmak amacıyla sarf ettiği bu anlamlı tekerleme, Anadolu insanının tohuma yüklediği anlamın ve verdiği değerin de ifadesi.
Geçmişte Anadolu’da gelin kıza çeyiz olarak tohum verilirmiş. Ölen kişinin avucuna bir ağacın tohumu konur öyle toprağa verilirmiş. Bir ağaç olarak yaşama dönmesi beklenirmiş. Yörük kadınları boyunlarında bahçesini taşırmış. Geride bıraktığı toprağından bir meyvenin çekirdeğini ve onu besleyecek tohumu alır, bir ipe dizer, boynunda göç ettiği coğrafyalara götürürmüş. Kız istemeye gider gibi tohum istemeye gidilirmiş. Bugün hâlâ tohum alışverişinde paranın geçmediği takas geleneğinin sürdüğü topraklarda yaşıyoruz. Şükür, hâlâ atalık tohumunu nemden korumak için küllerin arasında saklayan yaşlılarımız var.
Bana düşen de tohumları fotoğraflamak oldu. Tohum da, fotoğraf da hayatımda hep vardı. İkisini birleştirmem zaman aldı. Önceleri şekillerini, renklerini, hallerini tasarım harikası kusursuz eserler gibi gördüğüm ve sakladığım tohumları böceklenir, küflenir korkusuyla çekmeye başladım. Fotoğraflarken başka renkler ve dokular gördüm. Beğenilmeye başlamasıyla hiç ilgilenmedim, çünkü amacım asla teknik açıdan şahane bir fotoğraf çekmek, sanat yapmak değildi. Fotoğraflarımda filtre, rötuş, photoshop yok. Tohumlara müdahale etmediğim gibi onları güzel göstermeye de çalışmıyorum. Tek yaptığım onlara çok yakından bakmak.
Artık onları görüyorum. Ve görünmeleri için çabalıyorum. Nasıl çekilirlerse daha iyi görüneceklerini bana tohumların kendileri söylüyor. Güzel yanlarını ele veriyorlar. Ama kaprisli olanları var, yerinde duramayanları da var. Çabuk bozulanlar var. En zoru acı olanlar… Antep biberlerini çekerken hayli gözyaşı döktüm. Taze antepfıstığı gibi lezzetli olan tohumları çekmek de zor. Bir bakıyorsun çekecek tohum kalmamış…
Çalışırken yalnızım. Yardım almıyorum. Hangi tohumu nasıl, nerede, hangi ışıkta, hangi açıdan çekmeliyim sorularını soran da cevaplayan da benim. Çekeceğim tohumun etrafında dönüp durup, dans ediyorum. “Grafik tasarımcı önce iyi bir fotoğrafçıdır” diyen Bauhaus Ekolü’nün okulumuzdaki son temsilcisi Alman hocamızı mahcup etmemeye çalışıyorum.
Plan yapmıyorum. Sergi bundan sonra hangi şehre, hangi bölgeye ya da hangi ülkeye gider bilmiyorum. Ama tohum fotoğrafları çekmeye devam edeceğim. Yeryüzündeki birçok bitkinin tohumlarını koruma altına alan Norveç’in Svalbard Adası’ndaki tohum bankasına kadar yolum var!