#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
Caspian,Seal,(pusa,Caspica),Swimming,In,The,Caspian,Sea,In

Hazar Denizi Biyolojik Çeşitliliğini Kaybediyor!

İklim değişikliği, kirlilik ve artan gemi trafiği gibi etkenlerin Hazar Denizi’nde balık ve endemik türlerin azalması başta olmak üzere biyolojik çeşitlilik açısından olumsuzluklara yol açtığını belirten bilim insanları, havzada ekolojik dengenin sağlanması için özellikle kıyıdaş ülkelerin işbirliğini derinleştirmeleri gerektiğini söylüyor. Örneğin, Hazar fokunun 20’nci yüzyılın başlarında yaklaşık 1 milyon olan sayısının günümüzde ise 110 bin ila 360 bin arasında değiştiği ifade ediliyor.

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Kenan Aslanlı, Hazar Denizi’ni hem bulunduğu coğrafyanın ekolojik dengesine hem de kıyıdaş ülkelerde deniz kıyısına yakın yaşayan yaklaşık 20 milyon insanın hayatına ve geçimine etki eden önemli bir ekolojik alan olduğunu söyledi. AA’nın haberine göre, Dr. Aslanlı, Hazar mersin balığı ve Hazar foku başta olmak üzere 400’den fazla endemik türün yaşadığı eşsiz bir ekosisteme sahip denizdeki biyoçeşitliliğin, ekolojik dengenin bozulması, su seviyesinin azalması ve artan gemi trafiği nedeniyle azaldığını belirtti.

Hazar Denizi’nde yaşayan pek çok canlı türünün aşırı avlanma, habitat tahribatı ve kirliliğin yanı sıra iklim değişikliğinin tehdidi altında bulunduğunu vurgulayan Aslanlı, “İklim değişikliği projeksiyonlarına göre bu yüzyıl içinde Hazar Denizi üzerinde 0,4 ila 3 derece daha sıcak bir iklim olacak ve bununla eş zamanlı yağış oranı azalacak. Birleşmiş Milletler (BM) raporlarına göre deniz suyundaki ısınma eğilimleri ve insan faaliyetleri, özellikle 400 metre derinlikte su katmanlarının oluşmasına ve denizdeki oksijenin tükenmesine yol açtı” dedi.

Hazar Denizi’nin üst ve orta katmanlarında su sıcaklığının arttığına dikkat çeken Aslanlı, “İklim değişikliğinin bir sonucu olarak Hazar Denizi’nin yüzeyindeki buharlaşma artışı, yağışlardaki artıştan daha belirgin. Bundan sonra da daha yüksek sıcaklıklar ve değişen rüzgar düzenleri nedeniyle Hazar Denizi yüzeyindeki buharlaşma artmaya devam edebilir” uyarısında bulundu.

Su dengesinin %80 girdisinin nehir akışlarından, bunun da yaklaşık %85’inin Volga Nehri’nden gelen sulardan oluştuğu bilgisini veren Aslanlı, bu dengedeki değişikliklerin su seviyesinin değişmesinin temel nedeni olduğuna dikkati çekti.

Dr. Aslanlı, kuzey yarım küre toplam alanının yaklaşık %20’sinde meydana gelen hidrometeorolojik yani büyük su kütlesini etkileyen iklimsel süreçler nedeniyle nehir akışlarının değişime uğradığını anlatarak, “Hazar Denizi’nde su seviyesi durmadan azalıyor ve önümüzdeki 50 yıl içinde bu seviye daha da düşecek. Bu durumun kıyı devletlerinin çevre, ekonomi, altyapı ve sürdürülebilir kalkınma konuları üzerinde olumsuz etkileri olabilir” diye konuştu.

“Deniz Seviyesinin Düşmesi Tuzluluk Oranını Artırdı”

130’dan fazla balık türüne ev sahipliği yapan Hazar Denizi’nin kıyı bölgelerinde temel ekonomik faaliyetin balıkçılık olduğunu ifade eden Aslanlı, deniz seviyesinin düşmesinin tuzluluk oranını artırdığını, kıyı bölgelerdeki balık besleme alanlarının ölçeğini ve verimliliğini azalttığını belirtti. Aslanlı, “Hazar Denizi’nde kıyı devletlerinin ekonomileri açısından önem taşıyan 10 büyük ve çok sayıda küçük liman bulunuyor. Bu insanların ve tesislerin doğrudan su tüketimi ve nehirler üzerindeki yapılar bölgenin ekolojik dengesini de etkiledi. Volga’da ve ardından diğer nehirlerde yapılan devasa hidrolik inşaatlar da Hazar mersin balığı da dahil, önemli balık çeşitlerinin doğal yumurtlama alanlarına zarar verdi” dedi.

Hazar Denizi’ndeki balık stoklarının çok keskin bir şekilde azaldığını söyleyen Aslanlı, “Bu durum esas olarak Hazar Denizi’nin balık stokunun çoğunluğunu oluşturan kilke adı verilen hamsi benzeri küçük balıkların azalmasında gözlemleniyor. Küçük balıkların azalması onlarla beslenen daha büyük balıkların ve endemik fokların da azalmasına neden oldu. 20’nci yüzyılın başlarında Hazar fokunun sayısı yaklaşık 1 milyonken, günümüzde 110 bin ila 360 ​​bin arasında değiştiği yönünde gözleme dayalı bilgiler var. Bunun da iklim değişikliği, deniz seviyesindeki dalgalanmalar, denizin kirlenmesi, yer altı kaynaklarının aşırı kullanımı, nehirlerdeki su akışının düzenlenmesi, denize yabancı balık türlerinin getirilmesi ve kaçak avlanma gibi nedenleri var” şeklinde konuştu.

“Kirlilik, Hayvan ve Bitki Türlerinin Azalmasına Neden Oluyor”

Kuşlar için yuvalama ve göç alanı işlevi gören 100’den fazla sulak alan bulunan Hazar Denizi’ne kuzeyden ve kuzeybatıdan giren nitrojen kaynaklı kirleticilerin hayvan ve bitki türlerini olumsuz etkilediğini vurgulayan Aslanlı, kirli atık suyun %60’ının Volga Nehri’nden geldiğinin, Kura ve Ural nehirlerinin de kirlilikte büyük payı olduğunun altını çizdi.

Aslanlı, özellikle Ermenistan ve Gürcistan topraklarında oluşan endüstriyel atık suların Kura Nehri yoluyla Hazar Denizi’ne girdiğine ve deniz kıyısında yer alan Mahaçkale, Astrahan, Bakü, Sumgayit, Atyrau, Aktau, Türkmenbaşı, Reşt ve Enzeli şehirlerinden denize deşarj edilen atık suların, havzanın ana kirleticileri olduğuna işaret etti.

Fosil yakıt çalışmalarının ve deniz kıyısına yakın ve denize akan nehirler üzerindeki sanayi üretim tesislerinin atıklarının arıtılmadan Hazar Denizi’ne dökülmesinin deniz tabanında, deniz suyunda, kıyı topraklarında ve deniz üzerindeki atmosferde kirliliğe neden olduğuna işaret eden Aslanlı, şunları söyledi: “Bu durum doğrudan denizde ve kıyı bölgesinde yaşam alanına sahip olan hayvan ve bitki türlerinin azalmasına, biyoçeşitliliğin azalması da doğal olarak balıkçılığın bundan olumsuz etkilenmesine ve yapılan balıkçılığın pek çok durumlarda yasa dışı ve dengesiz olmasına neden oluyor.”

Hazar Denizi ile etkileşim içerisinde olan tüm kirlilik kaynaklarının envanterinin çıkarılması ve çevresel sorunların sistematik olarak incelenmesi gerektiğini dile getiren Aslanlı, “Kıyıdaş ülkeler işbirliğini derinleştirmeli. Hazar havzasında ekolojik dengenin sağlanması için ilgili uluslararası kuruluşlarla da işbirlikleri kurulmalı. Çevrenin korunması sürecinde devletlerin yanında devlet dışı aktörlerin de önemli role sahip olduğu unutulmamalı. Kıyı bölgelerinde yaşayan insanların ekonomik ihtiyaçları ve küresel iklim değişikliği de göz önünde bulundurularak sahici bir eylem planı uygulanmaya başlanmalı” dedi.