#ekoIQ Sivil Toplum Hepimiz Aynı Gemide miyiz? “Omelas’ı Terk Edenler”
Sivil Toplum

Hepimiz Aynı Gemide miyiz? “Omelas’ı Terk Edenler”

Bu dünyanın en büyük sorunların­dan biri hangisi diye sorsak, büyük ihtimalle savaş-terör ve iklim deği­şikliğiyle beraber “Göç ve mülte­ciler” ilk üç yanıt arasına mutlaka girer. Ve bu üç olgu arasında çok da gizli olmayan birçok bağlantı var. Suriye krizi de bu bağlantının ne­redeyse canlı bir laboratuvarı gibi. Yönetilemeyen ve uzun süren bir kuraklık (iklim değişikliğinin su so­rununu ağırlaştırdığı da apaçık bir gerçek artık), kentlere göçen büyük kitleler, kötü yönetim ve demokra­si eksikliği, akabinde isyan ve mil­yonlarca göçmen; hemen ardından Suriye’nin içinde, hem de dışında yükselen savaş-terör olayları… Şöy­le bir baktığımızda bir çırpıda göre­bileceğimiz trajik ve acı gerçekler…
Ve bu durum, geçici, marazi bir du­rum, bir anomali değil. Göçler her zaman insanlık tarihinin bir parçası olmuş. İlk insanın Afrika’dan çıkıp dünyanın dört bir yanına, Bering Boğazı üzerinden Amerika’ya geçip en güneye kadar ilerleyişi binlerce yıl almış ama nihayetinde dünyada neredeyse Güney Kutbu dışında insan varlığının olmadığı hemen hiçbir yer kalmamış. Bu uzun yol­culuğun bir gün biteceği ise büyük bir yanılgı sanırım. İnsanlar, doğal afetler, iklim değişiklikleri ve bü­yük siyasi altüst oluşlar, çatışma­lar nedeniyle, dünyadaki yerlerini durmaksızın değiştirmeye devam etmiş, ediyor ve edecek. O nedenle tüm dünya evimiz ve evet, hiçbir yer de sadece bizim değil… “Burası bizim, kimseyi buraya almayız” di­yenlerin belki 20-30, belki 100 yıl, belki de 1000 yıl önce başka başka coğrafyalardan geldiklerini bilince, gezegenin ve insanlığın uzun tarih­sel yolculuğunda çok dar bir siya­si-sosyal-ekonomik konjonktürden baktıklarını görmemek imkansız…
Bugün Türkiye, 3 milyona yakın Suriyeliyle dünyanın en çok göç­men (mülteci, misafir, ne derseniz deyin fark etmiyor) barındıran ül­kesi. Dolayısıyla tartışmayı başka perspektiflerle çok daha yoğun bir şekilde ele almak gibi bir zorunlu­luğumuz var. Ve daha açık bir ger­çeği dile getirmek de kaçınılmaz gibi: Gelenlerin birçoğu dönmeye­cek, dönemeyecek.
****
Bu sayının kapak konusunu se­çerken, üzerinde düşünürken ve konuyu en iyi temsil edecek, bakış açımızı yansıtacak başlığı seçerken dilimizin ucundan sık sık üç kelime geçti: “Hepimiz Aynı Gemideyiz.” Bu ifadeyi daha önce başka bağ­lamlarda birkaç kez kullanmışlığım var. Aynı gezegende yaşadığımızı ve yaptıklarımızın, ettiklerimizin sonuçlarına, hangi sosyal sınıftan, hangi etnik, dini veya mezhepsel kökenden olursak olalım hep birlik­te katlanacağımızı, yüzleşeceğimizi vurgulamak için… Ancak bu konuda “gemi” kelimesinin, Suriyeli göç­menlerin Ege ve Akdeniz’deki tra­jedilerini hatırlattığını düşünüp geri durduk. Evet şu anda aynı gemide değiliz, onların derin kederlerinin çok uzağında ve ne yazık ki sade­ce pasif konumdaki seyircileriyiz… Ancak başta anlatmaya çalıştığımız tarihsel ve toplumsal çerçevede, tüm insanlık ve canlı hayatı aslında aynı gemide. Bir televizyon izleyi­cisi gibi anlık ve yüzeysel değil de, uzun erimli ve derinlikle bakmayı başarabilirsek, kaderlerimizin ve ke­derlerimizin bir noktada kesiştiğini görebileceğiz. Ve tam da bu yüzden sürdürülebilirlik deyince, dünya üzerinde halihazırda oradan oraya sürüklenen milyonlarca insanı ve ne yazık ki her geçen gün eklenecek yenilerini de hesaba katmamız ge­rekiyor. Ursula LeGuin’in “Omelas’ı Terk Edenler” isimli unutulmaz öyküsündeki gibi, bir yerde yaralı, acı çeken biri varsa, geri kalanların mutlu ve huzurlu bir yaşam sür­meleri neredeyse mümkün değil… Omelas’ı terk etmek, yani bu acıyı kendi acısı gibi benimsemek ve dur­durmak için uğraşmak, bu acımasız dünyayı reddetmenin ve tabii değiş­tirmenin tek yolu…

About Post Author