Soframıza gelen gıdaların üçte birini başta arılar olmak üzere canlıların yaptığı tozlaşmaya borçluyuz. Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de artık sık sık ciddi miktarda arı ölümleri yaşanıyor. Bu ölümlere neden olan bazı tarım ilaçlarını yasaklamak ise çözüme yönelik atılabilecek en acil ve sonuç odaklı adım olarak öne çıkıyor. Greenpeace Türkiye, düzenlediği kampanya ile çözüm olarak uzun vadeli, planlı bir dönüşüm öneriyor.
YAZI: Berkan ÖZYER, Greenpeace Akdeniz, Tarım ve Gıda Proje Geliştirme Sorumlusu
Unutulmaması gereken bilimsel bir gerçek: Soframıza gelen gıdaların üçte birini başta arılar olmak üzere canlıların yaptığı tozlaşmaya borçluyuz. Elma, armut, çilek, domates, biber, badem, ayçiçeği, kahve, çay… Liste çok daha uzayabilir. Arılar doğanın dengesinden çıktığında yaşanacak gıda krizi ise şimdiden kapının eşiğinde bizleri bekliyor. Bu tehdit, bir gerçeklik. Önlem alan ülkeler, örgütler, kurumlar var, ancak artık sıra Türkiye’nin de elini hızlandırmasında.
Çok kabaca bitkilerin üremesini, çoğalmasını, yeni çiçekler açmasını sağlayan sürece, yani polenlerin bir bitkiden diğerine taşınmasına tozlaşma deniyor. Genel olarak bunu ya rüzgar ya da başını arıların çektiği uçucu canlılar gerçekleştiriyor. Buğday, pirinç ve mısır gibi tahıllar, genelde rüzgar tarafından tozlaşır ve böceklerden çok etkilenmez. Ancak bunların yanında beslenmemizin merkezinde yer alan pek çok meyve ve sebze, arıların kovanları için nektar toplarken bir çiçekten diğerine polenleri taşıması sayesinde kendilerini yeniden üretir.
Ülkemizde pek yaygınlık kazanmasa da dünyanın farklı köşelerinde çiftçiler, tam da bu sebepten tarlalarının bir kısmını arıcılara açıyor. Çiftçiler için fazladan bir efor gerekmeksizin, kendi işlerini yapan arılar ürün veriminde %50’ye kadar etkide bulunuyorlar. Örneğin -üretimi tamamen tozlaşmaya bağımlı olan- badem için ABD’deki üreticiler arıcılara kovan başına 150 dolara varan ücretler veriyor.
Domino Etkisi
Arılar ve yaptıkları tozlaşmaya yönelik bir tehdit ortaya çıktığında etkisini doğrudan bütçemizde ve soframızda görüyoruz. Tozlaşmanın önü kesildiğinde üretimdeki olası sorunlardan ötürü ya bu gıdalara ulaşamayacağız ya da maliyet ve gerekli emek çok artacağı için çok daha yüksek fiyat etiketleriyle karşılaşacağız. Ve bu sadece tüketici tarafındaki sorunlar. Durumun biyoçeşitlilik ve doğa üzerindeki etkisini de akılda tutmak gerekecek; örneğin yabani bitkilere yönelik tozlaşma azalacağından bitki örtüsü zarar görecek; erozyon ve toprak kayması, bunları engelleyen bitki örtüsü olmadığından çok daha yaygın hale gelecek; ya da hayvanların besin kaynakları azalacağından onlar da gıda ve beslenme krizleri yaşayacak. Dolayısıyla doğanın dengesinin tam merkezinde yer alan bu canlılara yönelik bir tehdit gerçek bir domino etkisine sahip olacak.
Peki neden arıların ölmesinden bahsediyoruz? Çünkü tarımsal üretimi artırmak için gerekli olduğuna bir şekilde inandırıldığımız tarım ilaçları, ciddi miktarda ölümlere neden olabiliyor. Zararlı canlıları hedefleyen bu kimyasal maddeler, kaçınılmaz şekilde etkileşime geçen diğer canlıları da etkiliyor. Bunu da iki türlü yapıyorlar: Kullanılan ilaçlara maruz kalan arılar, ilk anda zehirlenerek ölebiliyor ya da dolaylı etkileri kısa sürede görebiliyorlar.
Örneğin arıların alametifarikası sayılan yön bulma yetenekleri, öğrenim becerileri ciddi zarar görebiliyor ve dolayısıyla bu canlılar gıda bulamayabiliyorlar. Kovandan ayrılan arılar sinir sistemlerini etkileyen bu ilaçlara maruz kaldıktan sonra hafıza kaybı yaşayabiliyor ve yollarını unutup kaybolabiliyorlar. Ya da henüz çiçeğin üzerindeyken hızlıca felç geçirip hareket kabiliyetlerini kaybedebiliyorlar.
Özellikle 2006-2007 yıllarında dünya genelindeki arı ölümlerinden sonra bu konu göze çarpmaya başladı. Neonikotinoid (neo-nikotin-oid) sınıfı kimyasal maddelerin görece çok daha ölümcül etkisi olduğu kanıtlandı. Tohumlar “sistemik” olarak adlandırılan bu ilaçlarla kaplanarak ekiliyor. Dolayısıyla ilaçlar, bitkinin damarlarından yayılarak her noktada bulunabiliyor. Nektar alan ya da polenle etkileşime giren arılar da bu ilaçlara maruz kalıyor. Bu durumda arı ölümleri kovan başına %80’lere kadar çıkabiliyor. Yani bir anda yüz binlerce arı hayatını kaybedebiliyor. 2017’de Almanya’da yayımlanan bir araştırma son 27 yılda bu ülkedeki uçucu böceklerin toplam biyokütlesinde %76’lık bir düşüş olduğunu ortaya koymuş, “ekolojik armageddon” kaygılarını tetiklemişti.
Türkiye’de de benzer ölümler 2007’de Trakya’dan başlayarak yaşandı. Sadece geçtiğimiz Ocak ayından bu yana Bursa’da, Çukurova’da, Trakya’da, Şanlıurfa’da kitlesel arı ölümleri oldu. Bölgelerin tarım alanı olması kuşkusuz tesadüf değil, laboratuvar analizleri bir yandan devam ederken burada kullanılan kimyasallar olağan şüpheli konumunda.
Avrupa’da Art Arda Yasaklar
Elbette arı ölümlerinin tek sebebi bu ilaçlar değil. İklim değişikliği kaynaklı hava düzensizlikleri, arıların nektar toplayacağı floral alanlardaki azalma, arı sağlığını tehdit eden bakteriler dahil pek çok sebep var. Ancak tarım ilaçları kaynaklı ölümler bugün hemen önüne geçebileceğimiz ölüm sebeplerinin başında yer alıyor.
Yapılan bilimsel araştırmalar sonucunda önce çeşitli Avrupa ülkeleri birer birer, sonra da AB kurum olarak harekete geçti. Avrupa çapında sivil toplum kuruluşlarının (STK), arıcıların ve çiftçilerin ortak yürüttüğü kampanyalarla neonikotinoid sınıfı üç maddeye (imidacloprid, clothianidin ve thiamethoxam) yönelik önce 2013’te kısmi, sonra da geçtiğimiz Nisan ayında -sera kullanımları hariç- genel bir yasak kararı alındı. Bu ciddi bir başarı olsa da mücadele sona ermekten çok uzakta. Yasak kararının ardından AB ülkelerinin yasaklanan tarım ilaçlarına yönelik istisnai izin kararı verdiği, istisna olması gereken durumun yeni bir normale dönüştüğü de yakın zamanda ortaya çıkmıştı. Yapılacak şey, sürecin her aşamasında olabildiğince dikkatli olup, yasalardaki veya uygulamadaki boşluklardan faydalanma fırsatı tanımamak.
Ekoloji Temelli Gıda Zinciri
Öncelikle AB’deki yasağın Türkiye’de de uygulanmasını ivedilikle isteyen Greenpeace Türkiye çözüm olarak uzun vadeli, planlı bir dönüşüm; pestisitlerin kullanılmadığı, devlet programı ve teşviklerle üreticilerin mağdur olmadığı ve emeklerinin karşılığını aldığı, ekolojik üretim modellerinin benimsendiği bir gıda zinciri öneriyor. Burada tek tip üretime yer yok, farklı ürünleri bölgesel koşulları gözeterek eken, tarlasında doğal tozlaşmadan faydalanan, gerektiğinde STK’ları, ziraat odalarını, devleti de yanında bulacağı bir model bu. Ekolojik tarıma yönelik teşviklerin ve üretimin artması bir yandan üretici refahını desteklerken diğer yandan fiyatlarda düşüşü ve erişilebilirliği çok daha mümkün kılacak. Greenpeace Türkiye’nin kampanyasını yaptığı, arılara zarar veren ilaçlara yönelik yasak, gereken adımlardan sadece bir tanesi.
Türkiye’de bu konuda sivil toplumdaki birikim, sahadan tecrübeler, geçmiş başarılar ya da her türlü tecrübe ciddi bir işbirliği ve getiri imkanı sunuyor. Bu şansı hem doğamız hem tarımımız hem de yarınlarımız için kullanmaktan başka seçeneğimiz yok.
Kampanyaya adresinden destek olabilirsiniz.