#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

Hiçbir Çalışanın Geride Kalmaması için Adil Geçiş “Ölü Bir Gezegende İş Yoktur”

62, üç milyar 600 milyona eşit olabilir mi? Maalesef olabilir. Dünyanın gelir dağılımı söz konusu olduğunda en zengin 62 kişisinin serveti, bunca büyük bir nüfusun servetine denk. Bu yüzden gelir adaletsizliği günümüzün en acil sorunu olarak önümüzde duruyor. Bu, iklim kriziyle de birleşince üretim yöntemlerini değiştirmek yegane çözüm olarak öne çıkıyor. Ancak böyle bir uygulamada işini kaybetme riski altında olan dünya genelinde milyonlarca çalışan var. İşte onlar için de küresel sendikalar “Adil Geçiş” (Just Transition) tanım ve yaklaşımını üretti. “Kimse geride bırakılmayacak” sloganıyla sendikalar; özel sektör ve devletleri masaya oturtup işsizlik oluşmasına fırsat tanınmadan yeşil ekonomiye geçiş sağlamak istiyor.
Berkan ÖZYER

İklim mücadelesi hayatın her alanına müdahil olmaya mec­bur bir şekilde ilerliyor. Her adı­mın karşısında yeni bir zorluk, her zorluğun karşısında yeni bir çözüm üretilmeye çalışılıyor. Ekonominin yarattığı tahribata yönelik üretilen sürdürülebilirlik kavramı on yıllar boyunca kalkınmanın önünde en­gel olarak görüldü. Bunun üzerine Sürdürülebilir Kalkınma kavramsal çerçevesi üretildi. Böyle bir kalkın­ma yöntemi kapsamında yenilene­bilir enerjilere yatırımlar arttıkça, fosil yakıtlardan çekilme çağrıları daha yüksek sesle dile getirildikçe, bu sefer de haklı bir soru ortaya çıktı: Peki ortadan kalkacak sek­törlerde çalışanlar ne yapacak? Adil Geçiş, tam da bu soruya yanıt ver­mek üzere üretilmiş bir kavram ve yaklaşım. Bu yaklaşımı, dünyadaki uygulamaları, tartışmaları, araştır­maları, sunduğu imkanları-kısıtları ve Türkiye’de uygulanabilme duru­munu ele almaya, değerlendirmeye çalıştık bu dosya çerçevesinde…

Adil Geçiş Nedir?
Worldwatch Enstitüsü’nün hazır­ladığı Dünyanın Durumu 2014 kitabında Adil Geçiş, “İklimle mü­cadelede sendikal bir yaklaşım” olarak tarif ediliyor. Kitapta, kavra­mın 1990’ların sonunda ilk kez ta­nımlanmasından itibaren, “Bu fikir sendika hareketi için yerleşik bir araç olmuştur. Amacı, daha sürdü­rülebilir bir topluma doğru değişimi kolaylaştırmak ve yeşil ekonominin herkes için geçim kaynakları ve düzgün işler sağlayacağı ile ilgili ümit vermektir” deniyor.
Sendika kökenli bu kavramın en büyük savunuculuğunu da doğal olarak özellikle küresel sendika ör­gütleri yapıyor. Uluslararası Sendi­kalar Konfederasyonu’nun (ITUC) 2010 yılındaki kongresinde, Adil Geçiş kavramı oybirliğiyle kabul edilmiş, çevresel ve sosyal politika­ların birbiriyle çelişkili değil, tam tersine birbirini güçlendirici olduğu fikri vurgulanmıştı. Adil Geçişin ik­limi ekonomik büyüme ve kalkınma ile değil, sosyal adaletle korumaya odaklanması bu fikri güçlendiriyor. Bu kapsamda iklim koruma poli­tikalarından ötürü ortaya çıkacak olumsuz etkilerin herkesçe paylaşıl­masına odaklanılıyor.
Neden İhtiyaç Var?
“Fosil yakıtların sonu geldi.” Ara­lık ayında tamamlanan Paris İklim Zirvesi’nin ardından yapılan haber başlıklarında buna benzer pek çok ifade yer alıyordu. Zirve sonunda imzalanan Paris Anlaşması’nda sa­nayi sonrası küresel sıcaklık artışını 1,5 derecede tutma hedefi belirlen­di, üst sınır olarak da 2 derecede karar kılındı. Ancak böylesi bir hedefin gerçekleşmesi için küresel anlamda ekonomik modellerin, üre­tim yöntemlerinin, enerji taleplerini karşılamaya yönelik kaynakların kökten değişmesi gerekiyor. Fosil yakıtlardan çekilip yenilenebilir enerjiye büyük yatırımlar gereki­yor. Fakat bu “çekilme”nin doğ­rudan etkileyeceği dünya çapında milyonlarca emekçi kaygı içerisinde önümüzdeki ekonomik dönüşümün kendilerini nasıl etkileyeceğini bek­liyor. Bu da Adil Geçişin neden tam da şu an gerekli olduğunu açıklıyor. Adil Geçişin küresel anlamda en bü­yük savunucularından Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’ndan (ITUC), bu konuda pek çok maka­le hazırlayan Anabella Rosemberg “2016 yılında neden Adil Geçi­şe ihtiyacımız var?” sorumuzu şöyle yanıtladı: “Çünkü devletler ekonomilerinde kökten bir dönü­şüm uygulamayı vaat etti. Paris’te onayladıkları uzun vadeli hedefler konusunda dürüstlerse, bütün üre­timimizi, sistemlerimizi derinden dönüştürmemiz gerektiğini biliyo­ruz. Bu da ekonomideki birçok sek­törün değişmek zorunda kalacağı anlamına geliyor. Dramatik yeniden yapılanmalar yaşayacağız. Değişim için de halk desteğini almanın tek yolu, çalışan ailelere işleri ve hayat­larının korunacağına dair garanti vermekten geçiyor. Ya alternatifler oluşturarak ya da var oldukları sek­törlere yatırım yaparak üretimleri­nin temiz olmasını sağlayabiliriz.”
Bilkent Üniversitesi’nden Prof. Dr. Erinç Yeldan’ın ilerleyen say­falarımızda yer alan yazısında be­lirttiği gibi OECD’nin 2030 yılına kadar sürdürdüğü bir projeksiyon çalışmasına göre fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye geçişte kö­mür ve gaz sektörlerinde %30-40 oranında istihdam ve üretim kaybı yaşanabilir. Ancak aynı çalışmada rüzgar ve güneşe dayalı yenilenebi­lir enerji kaynaklarına yönelinmesi durumunda bu sektörlerde önemli kazançların söz konusu olabileceği öne sürülüyor.
Zaten işin bir yanıyla da böyle bir geçişe, yeni istihdamların üretilme­sine küresel ekonomi mecbur. 2070 yılına kadar 1 milyar insan daha şehirlerde yaşayacak. Halihazırda bütün küresel tüketimin %80’ini gerçekleştiren, enerji üretiminin %70’ini kullanan şehirlerdeki bu nüfus artışı, sürdürülebilirlik adı­na yeni işler ve sektörler anlamı­na gelecek. ITUC için Milenyum Enstitüsü’nün 2010 yılında gerçek­leştirdiği araştırmaya göre araların­da Brezilya, Endonezya, Güney Afri­ka, Almanya ve ABD’nin bulunduğu 12 ülke eğer GSYİH’nin %2’sini beş yıl boyunca yeşil ekonomiye yön­lendirirse yaklaşık 48 milyon yeni iş imkanı üretebiliyor. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) bir araş­tırması ise, çoğu araştırmanın iklim dönüşümüne yönelik politikaların istihdamda net bir kazanç sağlaya­cağını gösterdiğini aktarıyor. Çev­resel kalkınma ve ekonomik boyu­tun yanında yeni işler, kapananlara göre 60 milyon net artış sunuyor. Ya da tek bir ülkeden örnek vermek gerekirse, Hindistan’da hükümetin 2022 güneş enerjisi hedeflerinin gerçekleşmesi için proje planlama, üretim, kurulum, uygulama alanla­rında sadece 10 yıl içinde 1 milyon yeni iş imkanı oluşacak.
Dolayısıyla bu dönüşüm mecburi olduğu kadar mantıklı ve makul da. Rosemberg, Paris Zirvesi ve iklim değişikliği çerçevesinde, “bu dönü­şümün insanlığın gezegende yaşa­maya devam edebilmesi için gerekli olduğunu” belirtiyor. Zira ITUC’un bu konudaki sloganı “Ölü bir geze­gende iş yoktur” da bunu anlatıyor. ITUC, kâr amaçlı ya da özel sektör talepleri doğrultusunda değil, iş­çilerin daha fazla sömürülmesini engellemek için böyle bir girişimin gerekli olduğunu söylüyor.
Adil Geçişin neden gerekli olduğu­nu daha iyi anlamak için sömürü ve bunun tetiklediği gelir dağılımı adaletsizliği üzerinde durmakta da fayda var. Geçtiğimiz ay İngil­tere merkezli uluslararası yardım kuruluşu Oxfam’ın yayımladığı bir araştırma, bu gibi kavramlara ve girişimlere dünyanın ne kadar ihti­yacı olduğunu gösteriyor. Araştır­maya göre en zengin %1’lik dilime girenlerin, 2016’da küresel servetin yarısından fazlasına sahip olacağı­nı ortaya çıkardı. Ya da şöyle ifade edelim; en zengin 62 kişi tam 3,6 milyar kişiyle aynı servete sahip. Ve bu uçurum her geçen yıl daha da artıyor. 2010’da bu orana, en zen­gin 388 kişinin serveti dahil edilin­ce ulaşılıyordu. Zaten bir yandan da daha “adil” bir sisteme geçiş, bizzat özel sektörün en önemli temsilcileri tarafından da dile getiriliyor. Koç Holding Yönetim Kurulu Üyesi Ali Koç, Kasım ayında “Eşitsizliğin or­tadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir” açıkla­masıyla ciddi bir tartışma başlatmış, “Eşitsizliği asgari düzeye indirmek için yapılacak çok fazla senaryo var. Paradigmalar değişmeli” demişti. Dolayısıyla bu yeni paradigmaları oluştururken çalışan-işçi sınıfını ko­rumanın en önemli önceliklerden biri olması gerektiği gerçeği artık reddedilemez biçimde önümüzde duruyor.

Geçmişte Ne Gibi Hatalar Yapıldı?
Adil Geçişi gerekli kılan ekonomik dönüşümün benzerleri elbette geç­mişte de yaşandı. Farklı sebeplerden mağdur olan bir çalışan sınıfı ço­ğunlukla değişimin olumsuz etkileri karşısında direnmeye çalıştı, kendi­lerince farklı önlemler aldı. Böylesi dönüşümlerin en bilineni hiç kuşku­suz, Sanayi Devrimi’nde makineleş­me ve düşük ücretli işgücü karşısın­da işini kaybetme korkusu yaşayan İngiliz tekstil işçilerinin fabrikalara saldırıp makineleri parçaladıkları Luddite hareketi olmuştu. Ya da matbaanın Osmanlı coğrafyasında hayli geç yaygınlaşmasındaki fak­törlerden hattat loncasının direnci de bu çerçevede değerlendirilebilir.
Önümüzde duran sürecin en benze­ri ise Avrupa’da 1990’ların başında kömür konusunda yaşandı. Ancak tam da şu an Adil Geçişle engellen­mek istenen koşullarda.
DİSK’te uluslararası ilişkiler uzma­nı olarak çalışan ve halen Boğaziçi Üniversitesi’nde ekonomi politik dersleri veren Dr. Gaye Yılmaz o dö­nemi şöyle özetliyor: “1951’de Paris Anlaşması’yla ilan edilen ve ertesi yıl çalışmalarına başlayan Avrupa Kö­mür ve Çelik Topluluğu’nun (ECSC) ömrü 2002 olarak en başta belirlen­mişti. Fakat Avrupa biraz daha hızlı bir şekilde hizmet ekonomisine geç­ti. 90’ların başından itibaren kömür, çelik ve demir endüstrilerinde hızlı bir tasfiye yaşandı. On binlerce insan işsiz kaldı ve çok ciddi bir işsizlik or­taya çıktı.”
O dönem yaşananlar hâlâ hafıza­larda. Ve doğal olarak bunun oluş­turduğu bir korku da söz konusu. Kapsamlı bir plan olmaksızın ma­denciliğin sonlandırılması, ITUC’un bugün de önlemeye çalıştığı adımla­rın başında. Zira burada bahsedilen enerji sistemlerinin hemen bugün değişmesi ve sonlandırılması değil, 20-30 yıllık bir sürece yayılan bir planlama.
Bu seferki dönüşümün farkını da Rosemberg bu çerçevede değerlen­diriyor. Öncelikle dönüşümün, ya da “geçiş”in organize edilebilecek bir seviyede olduğunu belirten Ro­semberg, ikinci farkın, bu değişimin sendikalar tarafından istenmesi olduğunu hatırlatıyor: “İşçiler çok sıklıkla ekonomik dönüşümlerin dışında bırakılıyor. Şimdi bir görevi­miz var, devletler açık olursa, biz de çevre örgütleri, onların partnerleri ile güçlü bağlar kurabilirsek, masa­da yer bulup işçilerin bu değişimde unutulmamasını sağlayabiliriz. Ama adalet, bir siyasi tercih meselesi­dir. Geçmişte, seçim adaletsizlikten yana kullanıldı, bu sefer farklı olan şey tercihin adaletten yana yapıla­bilme şansıdır.”

Nereden Başlamalı?
Her şeyden önce çok aktörlü bir ya­pıya izin veren bir siyasi düzen, Adil Geçişin tam merkezinde yer alıyor. Zaten bu kavramın doğal savunucu­su olan sendikaların da özel sektör ve kamu temsilcileriyle müzakere masasında yer aldıkları bir süreçle olumlu adımlar atılabilir.
Yakın zamanda tamamlanan ya da uygulanması planlanan projeler de bu üç ayaklı yapıya dayanıyor. Örne­ğin BM Çevre Programı, ILO, ITUC ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından 2007-2010 arasında uy­gulanan “Uluslararası çevre sü­reçlerine sendikaların katılımını güçlendirmek” başlıklı proje bu alandaki öncü adımlar arasında yer aldı. Adil Geçiş, alternatif üretim metotları, sendikaların ve işçilerin çevre politikalarının geliştirilmesi ve uygulanmasına dahil olması ama­cıyla gerçekleştirilen projede 87 ülkede, yaklaşık 120 milyon işçiyi temsil eden 202 sendikayla görü­şüldü. Aralarında Türkiye’nin yer almadığı bu ülkelerde sendika ve kamu yönetimi ve birimleri arasın­da bağlantılar kuruldu. Adil Geçiş kavramının yaygınlaşması açısından çok önemli bir rol oynayan projenin ardından dünya genelinde farklı projeler uygulanmaya, yeni fikirler önerilmeye başladı.
Kanada’nın en kalabalık eyaletle­rinden Britanya Kolumbiyası’nda yürütülen “İklim Adaleti Projesi” kapsamında hazırlanan bir çalışma­da küçülme veya kapanma sonu­cunda iş değiştirmek zorunda kalan işçilerle görüşüldü. Düşen gelirler­den ötürü uyuşturucu ve alkol ba­ğımlılığı, hane içi şiddet, boşanma gibi sorunlarla yüzleşen çalışanlar, yeni iş aradıklarında da taşınmak veya daha düşük maaşları ya da er­ken emekliliği kabul etmek zorunda kaldıklarını belirtti. Çalışmada yeni bir “yeşil sosyal kontrat” için; Adil Geçiş fonu, alternatif modellerin benimsenmesi, yeni ihtiyaçları kar­şılayacak uzun vadeli eğitim prog­ramları, gelir güvenliği ve çalışan ile ailesine yönelik destekler önerildi.
Almanya ise bu konuda gerçekten ilham alınacak projelerin uygulan­dığı ülkeler arasında. Almanya Sen­dikalar Konferasyonu’nun (DGB) Kuzey Ren-Vestfalya eyaleti birimi, farklı sektörlerden yüzlerce işçinin katılımıyla düşük karbon ekono­misini tartışıyor uzun bir süredir. Örneğin 2012’deki ilk etkinlikte kimya sektöründe işçiler, idareciler ve araştırmacılar bir araya gelmiş, sanayi dönüşümü ve insan onuru­na yakışır işler konularını incele­mişti. Ayrıca eyalet çapında farklı araştırma enstitüleri projeye dahil olmuş, DGB’nin nitelikli iş talebini karşılamak üzere yenilenebilir tek­nolojilerde 600 bin kişilik istihdam olacağını kaydetmişti.
6,2 milyon işçiyi temsil eden İngil­tere Sendika Kongresi (TUC) de benzer bir motivasyonla, “bir mil­yon iş” kampanyası yürütüyor. Sen­dikalardan 1200 “yeşil” temsilciyi bir araya getirerek özel sektörde uygulanacak çevreci inisiyatifleri belirliyorlar.
İspanya’nın en büyük sendikası CCOO da, 2020-2030 yılları arasın­da 1 milyon yeni iş imkanı önererek ülkenin hem işsizlik hem de yeni­lenebilir enerjiye geçişine çözüm sunmaya uğraşıyor. Sendika ayrıca 2006’dan bu yana şirketlerden 20 bin temsilciye bu geçiş süreciyle il­gili eğitimler verdi.
Dolayısıyla esasında yöntem belli. “Kararlı hedeflerin ve sosyal politi­kaların el ele gitmesi” gerektiğinin altını çizen Rosemberg, mevcut poli­tikaların alternatif üretmek için yeter­li olmadığını, bu yüzden de 2016’yı bu taleplerle devletlerin kapısını ça­larak geçireceklerini kaydediyor. Ve devletlerin bu alanda danışabileceği kurumlar da hayli aktif. ITUC’un yanında küresel sendikalar arasında IndustriALL öne çıkıyor. Sendikanın Petrol-İş sendikası tarafından Türk­çeye çevrilen ve www.petrol-is.org.tr adresinden yayımlanan bildirisindeki “İşçilerden çevrenin korunması ve işleri arasında bir tercih yapmaları istenmemelidir” cümlesi bütün mü­cadeleyi özetliyor. Bildiride “Kamu yararına alınan kararların maliyet ve yararlarının -yeryüzü iklimini ko­rumak için gerekenler de dahil- adil bir biçimde paylaşılması gerekecek­tir. Düşük karbonlu ekonomiye Adil Geçiş mümkündür ve iklim eylemini sürdürülebilir ekonomik büyüme ve toplumsal ilerleme için bir itici güç haline getirebilir” ifadeleri kullanılı­yor.
Bu üç örgüt, ILO, ITUC ve Indust­riALL, konuyu dünya gündemine taşımaya çalışıyor. Eylül ayında ITUC, Paris’te Sendikal İklim Zir­vesi düzenledi. IndustriALL’ın da katıldığı zirvede Adil Geçiş kavramı vurgulandı. Kasım ayı başlarındaysa ILO Yönetim Kurulu, Adil Geçiş il­kelerini gerçekleştirmeye yönelik kriterleri resmen kabul etti. Bu mü­cadelede elde edilen bir diğer başa­rıysa, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin Adil Geçiş bağlamını tanıması oldu.

Sendikalar Paris’te Ne Umdu Ne Buldu?
30 Kasım-12 Aralık arası gerçekle­şen Paris İklim Zirvesi (COP21), ik­lim mücadelesinin her bileşeni gibi Adil Geçiş için de kritik önemdeydi. Eylül ayında Paris’te düzenlenen Sendikal İklim Zirvesi’nde sendika hareketi üç ana talep hazırlamış, bunları Fransa Dışişleri Bakanı La­urent Fabius’a bildirmişti. Bunlar; iklim eyleminin oluşturacağı istih­dam potansiyelinin gerçeğe dönüş­türülmesi; iklimle ilgili finansman yükümlülüğünün yerine getirilmesi ve en korunmasız kesimlerin des­teklenmesi; son olarak da işçiler ve toplumsal çevreleri için Adil Geçiş sağlanacağının taahhüt edilmesiydi.
Nitekim Paris Anlaşması metninin önsöz kısmında Adil Geçiş kendine yer buldu. Metinde “İşgücüyle ilgili adil bir geçişin gereklerini ve ulusal olarak belirlenmiş gelişme öncelik­lerine uygun olarak insana yakışır çalışmanın ve nitelikli istihdamın yaratılmasını dikkate almak”tan söz edildi (IndustriALL’ın Paris değer­lendirmesinin Petrol-İş tarafından hazırlanan Türkçe çevirisinden). Ancak belirtildiği gibi metnin ope­rasyonel değil giriş kısmında buna yer verilmesi sendikalar tarafından yetersiz görüldü. Rosemberg ko­nuya dair “Bizce anlaşma yeterli olmaktan çok uzakta. Hedef doğru ama temelde sendikacılık hareketin­de söylediğimiz gibi, bir planı olma­yan bir hedef sadece bir dilektir, te­mennidir. Biz tabii ki insan hakları ve Adil Geçişin, metnin operasyonel kısmında yer almamasından ötürü hayal kırıklığına uğradık” değerlen­dirmesinde bulunuyor. Ancak Ro­semberg devletlerin giriş kısmında belirtilenlere de bağlı kalması için ellerinden geleni yapacaklarını da belirtiyor.

Türkiye Adil Geçiş Yapabilir mi?
Gelelim Türkiye’nin bu tarif içeri­sinde Adil Geçiş için neler yapabile­ceğine. Uzmanlar öncelikle küresel ekonomideki konumundan ötürü Türkiye’nin sınırlı bir hareket ala­nına sahip olduğunu, bununsa ino­vasyon ve teknoloji yatırımlarıyla aşılabileceğini belirtiyorlar.
Konuyu merkez-çevre ülkeleri kap­samında değerlendiren Dr. Gaye Yılmaz “Merkez ülkelerde geçiş dö­nemi için daha yumuşak mekaniz­maların oluşturulabileceğini, sosyal mekanizmalarla desteklenen geliş­melerin görülebileceğini” kaydeder­ken Türkiye’nin farkını şöyle ayırt ediyor: “Bizim gibi sermaye birikimi geç kalmış ülkelerde bunların olma­sını bekleyemezsiniz. Sermaye sını­fının buna tahammülü yok, onlar kendilerine gerekli işgücünü daha ucuz ülkelerden temin edebilirler.” Yılmaz, merkez ülkeleri yeşil ekono­miye geçiş yaparken kirli üretimin Türkiye, Çin, Hindistan, Brezilya gibi “büyük bir hırsla gelişme işta­hı gösteren” ülkelere bırakılacağını belirtirken, “Bizde de yeşil ekonomi tabii ki olacak. Ama işçi sınıfını Ba­tı’daki gibi etkilemesi için en az 50 yıl var” tahmininde bulunuyor.
Pamukkale Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri bö­lümünden Çağla Ünlütürk Ulutaş da benzer şekilde “ekolojik dengeyi koruyucu bir taleple öne çıkıyorsak hedefe mevcut kapitalist sistemi de almak zorunda olduğumuzu” vurguluyor. 2006’da “Türkiye’de Sendikaların Çevre Politikaları” başlıklı bir yüksek lisans tezi hazır­layan ve ilerleyen sayfalarda kendi­siyle yaptığımız röportajı okuyaca­ğınız Ulutaş, bu mecburiyeti şöyle açıklıyor: “Küresel denge meselesi çözülmedikçe Adil Geçiş gerçekten uygulanabilir gözükmüyor. Hele ki sendikasızlığın ve işsizliğin bu ka­dar yüksek olduğu koşullarda.”
Dahası Türkiye’nin ekonomik ter­cihleri de adım atması önünde önemli bir engel. Gaziantep Üniver­sitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Serkan Öngel, inovasyon ve Ar-Ge yatırımı konularında sıkıntılı bir konumda olan Türkiye’nin serma­ye birikiminin yoğunlaştığı maden, enerji ve inşaat alanlarının önemini vurguluyor. Devrimci İşçi Sendi­kaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü (DİSK-AR) eski müdürü olan Öngel, “Devletin kendi serma­ye sınıfını yaratma alanları olan bu üç sektör de hem toplumsal çatış­maları, hem ekolojik çatışmayı hem de işçi haklarını gündeme getiriyor. Bu alanlar, kendi ihtiyaçlarını kar­şılamak için her türlü ekonomik gelişmeyi sürdürülebilirlik perspek­tifinin dışında seferber eden bir hal almış durumda. Dünya genelindeki eğilimlere baktığımızda Türkiye bu olanakları ister istemez yaratacak. Yeşil iş elbette Türkiye’de de gün­demde ama çok az sayıda sektörde var. Bu üç sektörde ne kadar müm­kün, bunu sormak gerekiyor. Bura­lar da bir mücadele alanı sonuçta” diyor.
Adil Geçişe uygunluk konusunda sektörler arasında bir karşılaştırma söz konusu olduğundaysa Boyner Holding Kurumsal Sorumluluk ve Sürdürülebilirlik Müdürü Aysun Sayın ihtiyacı şöyle açıklıyor: “Bu değerlendirmeyi Türkiye ölçeğin­de yapmamız için yeşil ekonomiye geçisin ulusal ajandası oluşmalı ve eylem planları tanımlanmalı. Ve tabii denetleme mekanizmasının çalışması gerekli. Mevcut sektörler üzerinde ciddi bir baskı görmüyo­rum henüz.”

Özel Sektörün Yaklaşımına İki Örnek
ILO Türkiye Ofisi geçtiğimiz sene “Yeşil Ekonomide İnsana Yakışır İşler: Türkiye’den İyi Örnekler Vaka Çalışması” başlıklı bir rapor yayımladı. Rapor saha araştırmasıyla şirketlerin daha yeşil bir iş modeline geçişteki deneyimlerini ve yeşil uygulamalar yoluyla yarattıkları yeşil istihdamı inceledi. Biz de raporda öne çıkan iki kurumun, perakende ve tekstil sektörünün önde gelen kuruluşlarından Boyner ve atık yönetimi alanının önemli isimlerinden Recydia Hereko yetkililerinin bu konudaki görüşlerini aldık.

Boyner Holding Kurumsal Sorumluluk ve Sür­dürülebilirlik Müdürü Aysun Sayın: Yeşil iş ve insan onuruna yakışan iş & çalışma ortamları ajandamızda birlikte yer alıyor. Yeşil ekonomi­nin neden olacağı iddia edilen “kaybolacak sek­törler” ve “azalacak istihdam” denklemine farklı bakmak gerekiyor. Yeşil ekonomiye geçiş gibi bir ajanda olmasa da bu sektörler halihazırda “ken­di kaynaklarını”, “bulundukları çevreyi” yok et­tikleri için zaten kendilerini ortadan kaldırmaya yönelik yıkıcı bir faaliyet içindeler. Bu bağlamda hem sektörün hem de yıkıcı faaliyetleriyle yarat­tığı istihdamın bir ömrü var. Yeşil ekonomi ise tüm bu yıkıcı faaliyetlerin yarattığı negatif etkiyi minimize etmeye yönelik adımlarla aslında “işi” sürdürülebilir kılmaya katkı sunuyor. Türkiye öl­çeğinde “kaynaklar & regülasyonlar” bağlamında baktığımızda bizim faaliyet alanımızda en önemli iki olumlu aksiyon alınması gereken konu var: Tekstil alanında su ve enerji kullanımı ile pera­kende alanında lojistik. Biz de tüm önceliklerimi­zi bu konulardaki çevresel ayakizimizi minimize etmeye yönelik uygulamalara veriyoruz: Karbon ayakizimizi hesaplamak ve çıkan sonuçları baz yılı referans alarak analiz edip iyileştirilecek alan­ları tespit etmek, binalarımızda ve lojistik operas­yonlarımızda enerji harcamalarımızı hesaplamak ve optimizasyon projeleri uygulamak gibi.

Recydia Hereko Kalite, Çevre, İşçi Sağlığı ve Gü­venliği Müdürü Mustafa Eryurt: Recydia A.Ş. 2009 yılında “sürdürülebilir kay­nak yönetimi” mottosu ile kuruldu; yenilenebilir enerji ve atık yönetimi sektöründe sürdürülebilir kalkınmanın temel alındığı iş modelleri üzerine odaklandı. Sektö­ründe yine ilklerden olarak, mesleki yeterlilik eğitimleri­nin tanımlanması ve tamam­lanması Recydia’nın çabalarının içinde yer alan örneklerden. Yeni ve öğrenen bir sektörün içinde yer almanın birçok zor­luğu olduğunu da ayrıca belirtmek gerekiyor. Atık sektörü cazip bir sektör değildir. Bu amaçla üniversitelerde tanıtım çalışmaları yapılmış, beyaz yaka çalışanlarda kaizen, yalın altı sigma, TPM ve 5S liderleri geliştirilmiş, operatör eğitimlerine sektörel farklılıkları da dikkate alarak ayrıca özen gösteril­miştir. Bölgesel istihdamda okuma-yazması olmayan adaylara, maaşları ödenerek, halk eğitim merkezlerinde okuryazarlık eğitimi aldırılmış ve sonrasında diğer İSG ve işbaşı eğitimleri tamamlandıktan sonra işe başlamıştır. Aslında standart uygu­lamalar olması gereken bu çabalar, bu tür yeni sektörlerde daha yoğun ve terzi usulü olarak ele alınıyor.
Atık yönetimi sektörü göreceli olarak yeni bir sektör. Oto­motiv, tekstil, demir çelik, çimento vb. gibi 100-150 yıllık sektörlere göre 10-15 yıllık geçmişi ile yeşil ekonomiye “Adil Geçiş” için ilginç bir örnek. Emek yoğun bir sektör olarak çok disiplinli, farklı eğitim seviyesinde ve bölgesel istihdam olana­ğı sunuyor. Birçok olumlu mevzuat düzenlemesine rağmen, ülkemizde atık yönetiminde ciddi ölçekte finansal model ve ekonomik sürdürülebilirlik modeli ihtiyacı bulunuyor. Türki­ye yenilenebilir enerji, enerji verimliliği, döngüsel ekonomi faaliyetlerine odaklanması halinde halihazırda fazlaca hizmet sektörü ağırlıklı gelişen ekonomimiz hem gelişim sürecini daha sağlıklı bir yapıya kavuşturma hem de Adil Geçiş süreci­ni örnek olarak tamamlama şansı elde eder.

Sendikaların Pozisyonu
Peki, böyle bir ortamda Türkiye’de­ki sendikalar Adil Geçiş konusunda neler yapıyor? En son söyleyeceği­mizi, başta söyleyelim: Maalesef pek bir şey yapmıyorlar. Petrol-İş, Birle­şik-Metal İş gibi sendikalar ulusla­rarası süreçleri ve gelişmeleri takip edip, toplantılarda aktif rol alıyor­lar. Ancak ülke içinde bu konuda somut bir politika geliştirilmiş değil.
Rosemberg de Türkiye’deki sen­dikaların bu konudaki tutumunu değerlendirirken “Tabii ki işçi hak­larına saygı duyulan ülkelerde geçiş daha kolay olacak. Sendika hareket­lerinin en kibar tabirle ‘zorluklarla’ yüzleşmek zorunda kaldığı Türkiye gibi ülkelerde bu geçişin tartışılaca­ğı bir müzakere masası oluşturabil­mek tabii ki çok daha zor” diyor. Serkan Öngel ise işçi sağlığı konu­sunun sendikalar arasında giderek daha fazla etkin olan bir mücadele alanı olduğunu, sürdürülebilirlik tar­tışmalarının en önemli başlıklarından birinin de zaten işçi sağlığı olduğu­nun altını çiziyor. 1986’da Türkiye’de özel sektördeki her dört kişiden biri sendikalıyken bugün oranın 20’de bire düştüğünün altını çizen Öngel “Mücadele burada daha zor, daha çetin. İşin vahşi bir mücadeleyi ge­rektiren bir boyutu var” ifadeleriyle Türkiye koşullarını vurguluyor.
Petrol-İş Sendikası’ndan araştırma uzmanı Aşkın Süzük “Konuya iliş­kin somut bir çalışmamız ne yazık ki yok” derken bu durumun deği­şeceğini tahmin ediyor: “Türkiye’de birçok sendikanın üyesi olduğu In­dustriALL Küresel Sendika’nın bu konuda daha aktif tutum alması ve bu başlığı daha fazla tartışma konu­su yapması, ister istemez sendikaları da konuyla ilgili tavır almaya, çalış­ma yapmaya itecektir. Sendikaların önümüzdeki yıllarda öncelik sırası­nın, iklim değişikliği ve sürdürüle­bilirlik konusu lehine değişeceğini öngörüyorum.” Süzük, sendikaların bu konuyu gündeme almalarının -her sendikanın farklı gerekçeleri olabilmekle birlikte- temel bir nede­ni olduğunu belirtiyor: “Ekonomik büyüme ve sürdürülebilirlik konu­sunun birbiriyle çeliştiği kanaati hakim. Avrupa’da ve dünyada sen­dikaların konuya yaklaşımı, ‘ekono­mik büyümeden taviz vermeden, bü­yümeyi baltalamayacak şekilde bir sürdürülebilirlik’ idi. Özellikle ABD ve Avrupa’da sendikal federasyon­ların uzun süre hükümetlerinin bu konudaki yaklaşımını aşağı yukarı benimsediğini biliyoruz. Sürdürüle­bilirlik konusu, ülkeler arası ekono­mik rekabete yeni bir unsur taşımış oluyor, sürdürülebilirlik ile rekabet de karşı karşıya konuyor ve rekabet gücü azalan ülke ekonomilerinde üretimin bundan zarar göreceği ve beraberinde istihdamın azalabilece­ği endişesi taşınıyor. Ama artık bu tartışma çok geride kaldı.”

Tehdit En Çok Onlara: Kömür Madencileri
Bütün bu dönüşüm ve yeşil eko­nomi çalışmaları arasında kömür madencilerinin konumu özel bir dikkat gerektiriyor. IndustriALL Küresel Sendika Genel Sekreteri Jyrki Raina’nın Petrol-İş tarafın­dan “İklim Değişikliği Adil Geçiş Gerektiriyor” başlığıyla çevrilen makalesinde “En çok kaygı taşıyan işçi gruplarından biri kömür maden­cilerimizdir” deniyor. Raina, “Küre­sel ekonominin sanayileşmesinin  kömür madenciliğine dayanmasının ve şimdi de sanayideki gelişmenin sonuçlarının kömür madencilerini tehdit etmesinin bir ironi olduğu­nu” vurguluyor. Ayrıca Adil Geçişi desteklemek için şu üç talebi belir­lediklerini kaydediyor:
– Sürdürülebilir sanayi politikaları ve sosyal koruma doğrultusunda somut Adil Geçiş programları oluş­turulmalı ve uygulanmalıdır;
– Karbon Yakalama ve Depolama gibi temiz kömür teknolojilerine ya­tırım yapılmalıdır;
– Maden şirketleri küresel kömür krizini sendikal hakları yok etmek için kullanmaya son vermelidir.
Anlaşılacağı üzere madencilerin sı­kıntıları dünya genelinde büyük bir benzerlik gösteriyor. Rosemberg, bir yandan madenciliğin dünyadaki en tehlikeli sektör olmaya devam ederken, dönüşüm söz konusu ol­duğunda yetkililerin “madencilerin işlerini kaybetmelerinden endişe duyduklarını” söylemelerini eleşti­riyor. Kötü koşullar ve düşük ma­aşlar da madencilerin elini kolunu bağlıyor. Soma faciasından sonra Al Jazeera Dergi’den Onur Burçak Belli’nin hazırladığı “Soma Ma­densiz Ne Yapar” başlıklı haberde bir madencinin şu sözleri yer alı­yordu: “Herkesin kredi borcu var. Ben daha düğün borcumu anca çı­kardım. Yeni araba aldım. E de ki maden kapandı ya da şimdi maden çalışmıyor. Gelecek ay ben maaş alamazsam nasıl ödeyeceğim bu borcu? Herkes aynı durumda.”
“Çözüm madenlerin kapanması de­ğildir” diyen Rosemberg Soma fela­ketini örnek göstererek “Türkiye’de hükümetin ve işverenlerin, sendika­larla işbirliği içinde çalışma koşulla­rının düzeltilmesi, demokratik diya­log kurulması ve bu sayede gelecek için tartışılması konusuna çok az ilgi gösteriyorlar” diye ekliyor. Ve o başlıkla yapılmasa da Adil Geçiş için çok uygun, bir yanıyla umut ve­rici bir örnek: Konya Ovası Projesi (KOP) Bölge Kalkınma İdaresi Baş­kanlığı, Ekim 2014’te Ermenek’teki maden kazası sonrası hayatını kay­beden 18 madencinin yakınlarına ve işsiz kalan 157 madenciye normal hayat şartlarına dönebilmeleri ama­cıyla koyun ve keçi dağıtımı yaptı. Bu adımdan ilham alıp başta Soma olmak üzere madencilerin tarım sektörüne yönlendirilmesi atılacak ilk “Adil Geçiş” adımlarından biri olabilir.

Adil Geçiş Çerçevesi
Emek mücadelesinde Adil Geçişin yoğunlaştığı beş temel nokta ITUC tarafından şöyle sıralanıyor:

  1. Düşük karbon sektörlere yatırım: En temel prensip olan bu madde istihdam artışının yeşil sektörlerde olması veya sektörlerin yeşilleşmesi anlamına geliyor.
  2. İklim politikalarına yönelik araştırmalar: İklim politikalarının sosyal etkileri ve istihdama yönelik yansımalarına dair kapsamlı ve karşılaştırılmalı araştırmalar yapılmalı. Bu sayede taraflardan birini, altı boş bir şekilde çalışanların herhangi bir politikadan olumsuz zarar göreceği fikrinin önüne geçilecek.
  3. Sosyal koruma ve aktif emek pazarı politikaları: Bu ilke ile şirketlerin, çalışanlarına yeni fırsatlar bulmaları sağlanacak. Ayrıca sosyal koruma politikalarıyla, olası olumsuz durumların önüne geçilecek.
  4. Sosyal diyalog ve demokratik konsültasyon: Bu dönüşümün, Adil Geçişin demokratik olması gerekiyor. Dolayısıyla sendikaların en temel isteklerinden biri her tarafın ve aktörün müzakere masasında bir sandalyeye sahip olması.
  5. Yerel ekonomi çeşitlendirmesi: Çok büyük şirketler çalışanlarına aynı şirket içinde farklı konumlarda iş bulabiliyor. Ancak söz konusu sektörlerde yan alanlarda, örneğin hizmet sektöründe çalışan insanların böyle seçenekleri olmuyor. Dolayısıyla yerel ekonominin çeşitlendirilmesiyle farklı gelişmelere de hazırlıklı olunacak.

Önümüzdeki Süreçte Atılacak Küresel Adımlar
2016’da Adil Geçişin en önemli savunucusu ITUC’un önünde üç temel aksiyon var. Bunları Anabella Rosemberg’den dinleyelim:

  1. Dört beş pilot ülke belirleyip burada sendikalar, işverenler ve hükümetler ile Adil Geçiş programının uygulanması için bir araya getireceğiz. En azından diyalogun başlatılması için. Şu an bu ülkelerin belirlenmesi için çalışıyoruz.
  2. İkincisi endüstriyel dönüşüm dediğimiz şeyle ilgili. Çoğu sendikalının kalplerini ancak iklim koruma politikalarını endüstriyi dönüştürme ihtiyacıyla bir araya getirdiğimizde kazanabileceğimizi biliyoruz. Çünkü çoğu işçinin bu iki konu arasında bir köprü kurmamız konusunda bizim kapasitemize dair şüpheleri var. Farklı ülkelerde workshop’lar yapacağız. Burada endüstrinin nasıl sürdürülebileceği, emisyonların nasıl azalacağı, özellikle gelişmekte olan ülkelerde bu sektörlerin nasıl gelişeceği gibi konular konuşulacak.
  3. Diğerlerinden biraz farklı olarak gelecekteki işlerin niteliğine dair çalışacağız. Bu başlıkta, önümüzdeki süreçte küçülecek sektörlerde ortaya çıkabilecek sektörler değil, örneğin geridönüşüm gibi gelecekte büyüyecek sektörlerde nitelikli işlerin oluşturulması için çalışacağız.

EkoIQ Editör