İklim değişikliği hayatımızın her alanını istila ettikçe ona karşı verilecek mücadelenin önemi de o derece artıyor. “Deniz ve Kıyıların İklim Değişikliğine Adaptasyon Süreci” adlı proje de şiddetli bir şekilde hissetmeye başladığımız iklim değişikliğinin denizlere ve kıyılara olan etkisini, çalışma alanı olarak seçtikleri Antalya’da inceleyecek. TÜDAV (Türk Deniz Araştırmaları Vakıf) Başkanı Prof. Dr. Bayram Öztürk ile yerel yönetimin ve halkın katılımının çok önemli bir yer tuttuğu projeyi konuştuk…
YAZI: Bulut BAGATIR
Ekim ayında lansmanını yaptığınız “Deniz ve Kıyıların İklim Değişikliğine Adaptasyon Süreci” adlı projenizden bahseder misiniz?
Projeyi Antalya Büyükşehir Belediyesi ile birlikte yazdık ve Avrupa Birliği’ne (AB) sunduk. AB tarafından da kabul edilen bu proje, denizler ve iklim değişikliği konusunda bildiğim kadarıyla ilk proje. Bu proje çerçevesinde Antalya’yı seçtik. Bu seçimimizin arkasında da birçok neden yatıyor. Antalya’da çok fazla arkeolojik malzeme bulunuyor. Bununa birlikte çok fazla sulak alan, turizm ve azımsanmayacak derecede balıkçılık var. Korunması gereken çok fazla alan var. Denizlere baktığımızda, örneğin deniz çayırları denilen, denizlerin oksijen deposu veya akciğerleri dediğimiz bu bitkiler Antalya’da oldukça yoğun. Bunlar denizlere oksijen veriyor, denizdeki oksijeni de atmosfere veriyor ve daha sonra hepimizin kullanmasını sağlıyor. Ve bu okyanuslardaki ve denizlerdeki asidifikasyonu engelliyor. Asidifikasyon da iskelet oluşumunu engelliyor, çünkü PH değişiyor. Dolasıyla böyle bir önemi de var.
Antalya bölgesindeki arkeolojik alanlardan bahsetmek istiyorum. Biliyorsunuz Demre’deki lahitler veya Side’de deniz kenarındaki lahitler önem arz eden arkeolojik malzemeler olarak anılıyor. Peki, deniz suyu seviyesinin 20 cm, 50 cm veya 1 metre yükselmesi durumunda bunlara ne olacak? Bunları görebilecek miyiz, göremeyecek miyiz? Aşırı yağışlar nedeniyle acaba Side’deki lahitler yarın devrilirse ne olacak? Bunları başka bir yere taşımak gerekir mi sorusunun cevabını bu projede arayacağız.
Bir diğer konuyu ise iklim değişikliği nedeniyle Kızıldeniz’den Süveyş Kanalı yoluyla gelen türler oluşturuyor. Acaba o türler yerel ekonomiyi ve balıkçılığı nasıl etkileyecek? Çünkü Antalya’da yoğun bir balıkçılık faaliyeti var. Ve Antalya kirleniyor. Arıtma hangi oranda? Fosfatsız deterjan meselesi var. Konu bağlamında önemli olan bir diğer etken de besin maddeleri. Bu nutrient dediğimiz besin maddeleri karadan taşınıyor. Bunların iki kökeni var. Ağırlıklı kökeni arıtılmamış sular, evsel atıklar ki bunlarda bol miktarda azot ve fosfat var. Bunlar denize geçtiği zaman ötrofikasyona; ötrofikasyon balık ölümüne ve oksijensizliğe ve sonuç olarak biyoçeşitliliğin azalmasına neden oluyor. Dolayısıyla bu sadece Akdeniz, Karadeniz veya Marmara için değil, tüm dünyayı ilgilendiren bir tehlike. Bunun için acaba bu arıtmalar tam yapılabilir mi sorusunun da cevabını arayacağız. Çünkü biyolojik arıtma dediğimiz alanlarda daha sağlam arıtmalar yapılabiliyor ve böylece deniz suyuna daha yüksek seviyede oksijen geçiyor. Deniz suyunda ölçümler yapacağız. Deniz araştırmaları yaparak, ortaya çıkan azot oranı, fosfat oranı, besleyici madde oranını inceleyeceğiz. Buradaki koliform oranlarının ne çıkacağı da bizim adımıza önemli.
Bölgede, dışarıdan gelen zehirli balon balığı veya göçmen denizanası gibi yabancı balıklar hakkında halkın uyarılması ve bilinçlendirilmesi adına da projeye iş düşüyor. Halkın iklim değişikliğine karşı, adaptasyon dediğimiz sürece karşı hazırlıklı olması ve plan yapması, senaryo üretmesi, bunu yerel yönetimlerin büyütmesi, geliştirmesi ve öteki yerel yönetimlere de bir örnek proje olarak hazırlanması için beş başlığı olan bir proje hazırladık. Proje iki yıl sürecek. 15 Aralık’ta iç çalıştayımızı yapacağız. İç çalıştayda, arkeoloji, kıyı alanları, kirlenme, balıkçılık ve biyoçeşitlilik çalışma grupları raporlarını hazırlayacaklar. Bunun için anketler yapıyoruz. Yöredeki insanlarla işbirliği yapmamız gerekiyor. Bu sadece ekonomi gibi tek ayaklı bir çalışma değil. Yerel yönetim ve halk ayağının da olması lazım. Katılımcı olması lazım.
“Hopa’dan İskenderun’a, Türkiye’nin sahip olduğu denizlerin seviyesinin yükselmesini, alçalmasını, iklim değişikliğine bağlı olarak sıcaklık değişimlerini, tuzluluk değişimlerini bilmemiz lazım”
Climate News Network’ün araştırmasına göre İstanbul ve İzmir, iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek olan şehirlerin başında geliyor. Genel anlamda Türkiye’nin kıyıları hakkında nasıl bir resim çizersiniz?
Buna benzer çok fazla senaryo var. Bizde eksik olan zaman serisine bağlı son 100 yıllık veri. Geçmiş 100 yıllık veriyi bilirsek o zaman yağışı, buharlaşmayı, sisi, aşırı yağışları, aklınıza gelecek her şeyi harita üzerinden okur, ona göre bir istatistik oluşturur, bir senaryo veya simülasyon yapabiliriz. Şimdi onlar bizde eksik. Haliyle Antalya’da da eksik. Antalya projesinin bir ucu da Antalya’da iklim değişikliğinin ölçümüne yönelik nasıl bir sistem kurabiliriz sorusuna dayanıyor. Öyle bir sistem kurma peşindeyiz. Biz bu sistemi İstanbul’da, Gökçeada’da, İskenderun’da ve Bodrum’da kurduk. Sistem kurmadan senaryo oluşturmak çok kolay değil. Bu sistemde kullandığımız teknik cihazı deniz dibine koyuyoruz ve cihaz otomatik olarak sıcaklığın değişimini ölçüyor. Bu sayede yıl içerisinde deniz suyundaki ani sıcaklık değişimlerini anlıyoruz. O verileri bilgisayarda saklıyoruz. Biz 10 yıl öncesinden başladık bu işe. Şu an elimizde 10 yıllık veri var. Ama 10 yıllık veri seti sizin sorduğunuz soruyu cevaplamak için yeterli gelmez. Çok daha uzun veri seti lazım. Dolayısıyla Antalya projesinde bir ölçme metodu geliştirmemiz lazım.
İklim değişiyor diyerek ve bunu sürekli tekrarlayarak, bir bakıma hamasetle bu işi halledemeyiz. Bilim ölçümle yapılır. Dolayısıyla Antalya ve Türkiye kıyıları için düzgün bir izleme projesi lazım. Bu ne demek? Hopa’dan İskenderun’a, Türkiye’nin sahip olduğu denizlerin seviyesinin yükselmesini, alçalmasını, iklim değişikliğine bağlı olarak sıcaklık değişimlerini, tuzluluk değişimlerini bilmemiz lazım. Şimdi uygulamaya geçtiğimiz dört yer var. Ama Türkiye gibi bir ülke için bu yeterli değil. Bunların öyle çok büyük bir bütçeleri de yok. İstasyon başı 20 bin dolarlık maliyeti var. Ödenebilecek rakamlardan bahsediyoruz. Bütün sahilleri hesaba katarsak yıllık 250 bin dolar eder. Yağmurda iki araba kaybolduğu zamanki rakamlara bakın. Ayrıca insanların hayatını kaybetmesinin parayla ölçülebilecek bir eşdeğeri yoktur. Antalya örneğinde bir de turizm söz konusu. Acaba 50 sene sonra ne olacak? Bir yerden başlanması gerekiyordu. Ona başladık ve zannediyorum bu projede başarılı olursak birçok yere gideceğiz ve diyeceğiz ki bak Antalya’da yaptık, orada şu sistemleri kurduk, gelin size de yapalım.
İklim değişikliğinin yerel ve ulusal olarak ekonomiye etkileri ne olacaktır?
Onu şimdilik bilmiyoruz. Ancak iki sene sonra bu soruyu tekrar sorarsanız Antalya için bir kestirme yapabiliriz. Çünkü işin başında bir de ekonomist Dr. Sibel Sezer var. TÜDAV yönetim kurulu üyesi. Veriyi yavaş yavaş toplamaya başlayacağız.
Deniz suyunun yükselmesi, kıyı şehirlerinin pek de uzak olmayacak bir tarihte yüzleşeceği ciddi bir problem olarak duruyor. Bu konu hakkında araştırmalar da bunu doğruluyor. Yoğun bir nüfusun yaşadığı alanlarda, iklim değişikliğini de hesaba katarsak, yapılması gereken öncelikli işler neler?
Bilim insanlarının yapması gereken iş, araştırmadır. Belediye başkanı olsam yapacağım iş halka iklim değişikliğinin ne olduğunu anlatmak olurdu. Muhtar olsam herkese gidip iklim değişikliğiyle ilgili gerekli sigortanızı yaptırın, yağmur yağarsa arabanız suyun altında kalır, arkadaki duvarınız yıkılır, çatınıza zarar gelir derdim. Türkiye’de iklim değişikliğiyle ilgili ciddi bir bilgisizlik var. Yani iklim değişikliği okuryazarlığında eksiklik var. “İklim değişikliği var mı yok mu; bize gelmez” gibi düşüncelerin unutulması lazım. İnsanlar bu meseleden biraz da çekiniyor. Argümanları da şu: ABD Başkanı bile Paris Anlaşması’ndan çekildiklerini açıkladı. ABD bu işi yapmadığına göre bir bildiği vardır. Bizde böyle komple teorilerine inanan çok insan var. Halkın da iklim değişikliği ile ilgili hazırlık yapması lazım. Deprem hazırlığı gibi bir şeyden bahsediyoruz. Sonuçta bu bir afet yönetimidir. Karşınızda Mikdat Kadıoğlu olsaydı söyleyeceği şey bu olacaktı. Bunun için de hazırlık lazım.
İklim değişikliğiyle birlikte biyoçeşitlilik de ciddi anlamda tehlike altında. Sizin projenizin ele aldığı konulardan biri de bu. Bu etkiler ne derece görülmeye başlandı?
Deniz suyu seviyesi ile biyoçeşitliliğin değişeceği kesin. Bir endemik mercan türü var. O sararmaya başladı Türkiye denizlerinde. Biz taş mercanlarının iklim değişikliğine bağlı olarak değişimiyle ilgili bir makale yazdık.
İkinci olarak biyoçeşitlilikteki azalmayla ilgili REC ve Akbank ile birlikte “Vakit yok, Kaybetmeden Harekete Geç” isimli bir çalışma yürüttük. Projede, denizlerde iklim değişikliği konusundaki çalışmalarımız bulunuyor.