Yaklaşık iki ay sonra yani Aralık’ta, Paris’te gezegenin kaderini belirleyecek bir sürecin içinde olacağız. Bu aynı zamanda, bugüne kadar sınırsızca yağmalanmış ortak kaynaklarımızın, atmosferin, okyanusların ve muazzam biyoçeşitliliğin geleceğini kurtarıp kurtaramayacağımızı da belirleyecek bir buluşma. 190’ı aşkın ülkenin temsilcileri, gezegenimizin iklimsel şartlarını belirli bir istikrar içinde tutup tutamayacağımıza karar verecek. Ve hemen her şey de, iki santigrat derecenin etrafında dönecek. Normal bir gün içinde fark bile edemeyeceğimiz, üzerimizdeki ceketi çıkarmamıza bile neden olamayacak o küçük iki derece, gezegenin iklim istikrarının son limiti ne yazık ki…
Bu konudaki son bilgileri, iklim değişikliğinin en önemli uluslararası temsilcisi Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin, yakın bir zaman önce açıklanan son raporundan edindik. IPCC 5. raporunun İstanbul’da tanıtıldığı toplantıda Slovenyalı iklimbilimci Lucka Bogataj, son derece çarpıcı iki ifadeyi paylaştı kamuoyuyla: “İnsanlığın önünde üç temel seçenek var. Birincisi seragazı emisyonlarının azaltımı. Yani iklim değişikliğini belirli bir sınırda tutma iradesi. İkincisi iklim değişikliğine adaptasyon. Bu da önemli bir seçenek çünkü fırtınalara, sellere, kuraklıklara, deniz seviyelerinin yükselmesine bazı önlemlerle belirli oranlarda yanıt vermek mümkün. Ancak aslında bir seçenek daha var: Azap çekme. Çünkü ilk iki seçeneği birlikte veya tek tek uygulamadıklarında insanlık olarak karşılaşacağımız felaketlere katlanmaktan başka bir çaremiz olmayacak.”
Korkutma tonunda değil garip bir sakinlikle söylenen bu sözlerin ardından da, lafı bu küresel ısınmayı iki derecede tutmanın maliyetinin nasıl karşılanacağıyla ilgili konuya getirdi Bogataj: “Bu konuda uzun yıllardır çalışıyorum. Eskiden bunun çok büyük bir maliyet olduğunu düşünürdüm. Ancak ne zaman ki 2008 finansal krizinde, bankaları kurtarmak için milyarlarca doların bir anda oradan buradan çıkıverdiğini gördük; anladım ki para her zaman vardır; önemli olan o paranın nereye akacağına yönelik kararı veren siyasi iradedir”.
****
Daha önceki Taraflar Konferanslarında alınan kararla, ülkeler bir süredir kendi INDC’lerini yani kendi ulusal seragazı indirim katkı beyanlarını UNFCCC Sekretaryası’na iletiyor. Yani çeşitli halkların siyasi iradeleri, temsil ettikleri insanlar adına iklim değişikliğine karşı neler yapabileceklerini beyan ediyorlar. Tamamen gönüllülük esası üzerinden işleyen (bu yüzden çokça da eleştirilen) bu beyanlar yeterlidir değildir bu tartışılır (ve zaten tartışılıyor) ama daha önemlisi bu sürece bir şekilde dahil olmak. 16 Eylül itibarıyla 61 ülke bu konuda beyanlarını iletti. Bu sayıda arkadaşlarımızın hazırladığı kapsamlı dosyada konuyu enine boyuna öğrenebileceksiniz ama şimdiden söyleyelim, 61 ülke, küresel seragazı salımlarının yaklaşık %62,9 kadarından mesul. Yani belirli bir yere gelinmiş gözüküyor…
Türkiye ise, ta Kyoto’dan bu yana, bu konuda dünyanın en sessiz ülkelerinden biri olma konumunu hâlâ koruyor. Kapalı kapılar ardından taahhütlerin oluşturulması konusunda yoğun çalışmaların sürdürüldüğü duyuluyor, biliniyor ama bu işin en önemli ayağının şeffaflık ve kamuoyu-sivil toplum katılımı olduğu her zamanki gibi unutuluyor.
Yaklaşık iki ay sonra, kulesiyle ünlü o kentte, gezegenin kaderinin belirleneceğini söylemekten yorulduk. Ama sanırım unutulan bir şey daha var: Türkiye, o gezegenin içinde bir yerde. Ve gezegenin iklimi değiştiğinde, bu toprakları atlamayacağını, bunun için herhangi bir neden olmadığını hatırlatalım. Sonuçta iklim, şu gezegende “milli” olmayan ama insanlığı derinden etkileyen en büyük belirleyicilerden biridir.
Sonuçta yıllar sonra insanlık bu sorunu çözse de çözemese de, herhalde bir tarih yazımı kalacak geriye. Ve ne yazık ki böyle giderse, ülkemiz adına oraya “derin bir sessizlik”ten başka bir not düşülemeyecek… Geriye kalan tek “milli” şey de bu sessizlik olacak gibi…