Başımıza gelen felaketlerden aldığımız yaraları sarmanın ve aynı hataları tekrarlamamanın yegane yolunun her sektörün ve toplumun her kesiminin birlikte çalışmasını ve karşılıklı fedakarlıklar yapmasını sağlayabilmekten geçtiğini sizlere bir kez daha hatırlatmayı isterim.
YAZI: Arzu Deniz AKSOY, Sosyal Etki Girişimcisi, Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi [email protected]
Günümüzde hâlâ iklim değişikliği denince çoğu insanın aklına yalnızca giderek ısınan bir dünya, değişen mevsim döngüleri, kuraklık ve kıtlık gibi en temel olumsuzluklar geliyor. Bize bu öğretiliyor ve buna inanıyoruz. Fakat bilim gösteriyor ki iklim değişikliği birçok doğal afeti de tetikliyor ya da beraberinde getiriyor. Örneğin, deprem olarak adlandırdığımız jeofiziksel afet ile iklim değişikliği arasında bir bağlantı olduğuna dair birçok bilimsel bulgu mevcut. Üstelik bu bulgular yalnızca depremlerle de sınırlı değil. Bilim insanlarına göre kasırgalar ve seller gibi afetlerin de şiddeti ve görülme sıklıklarıyla iklim değişikliği arasında gözle görülür bir korelasyon var. Gelin, kafamızdaki resmi biraz daha netleştirebilmek adına deprem ve iklim değişikliği arasındaki ilişkiye daha yakından bakalım. Küresel iklimin hızla değişmesi ve buna bağlı sıkça karşılaştığımız aşırı hava olayları; örneğin yağmurun mevsim normallerinde yağmayıp birkaç gün boyunca aşırı fazla yağması, yüzey suyu miktarında ani artışlara neden oluyor ve buna bağlı olarak fay hatları üzerindeki basınç artıyor. Bu durum depremlerin mekansal ve zamansal oluşumlarında değişiklikler yaşanmasına neden olabiliyor.
Rekabet ve İşbirliği, Aynı Yerde, Aynı Zamanda
Tam bu noktada, başımıza gelen felaketlerden aldığımız yaraları sarmanın ve aynı hataları tekrarlamamanın yegane yolunun her sektörün ve toplumun her kesiminin birlikte çalışmasını ve karşılıklı fedakarlıklar yapmasını sağlayabilmekten geçtiğini sizlere bir kez daha hatırlatmayı isterim. Bu birlikteliğe, özellikle markalar arasındaki birlikteliğe, rekabet de katıldığında ortaya çıkacak faydaların tüm insanlığa ve gelecek nesillere sağlayacağı katkı çok büyük olacaktır.
Rekabet ve işbirliği kulağa birbirinden çok zıt kavramlarmış gibi gelebilir. Oysaki özünde oyun teorisinden esinlenen, “coopetition” olarak adlandırılan bir iş stratejisidir. İngilizce işbirliği (cooperation) ve rekabet (competition) sözcüklerinin bir araya gelmesinden türetilen bu kavram, Türkçeye işbirliği içinde rekabet olarak çevrilir. Literatüre M. Brandenburger ve J. Nalebuff isimli işletme profesörleri tarafından 1996 yılında tanıtılır. Bu kavramı önemli kılan şey, bir tarafın kazanırken diğer tarafın kaybettiği/kaybetmek zorunda olduğu, kazanan her şeyi alır (zero-sum) anlayışını reddetmesi ve herkesin kazanabileceği ya da fayda sağlayabileceği bir anlayış ortaya koymasıdır. Örneğin Pfizer ve BioNTech tarafından geliştirilen Covid-19 aşısı bu kavramı an-layabilmek için güzel bir örnek. İki şirket sahip oldukları tecrübe ve araştırmaları, yine sahip oldukları sermaye ve üretim imkanlarıyla birleştirerek birçok insanın hayatını kurtaran aşıyı, son derece kısa bir sürede, çok büyük miktarlarda üretmeyi başarabildi. Böylelikle hem toplum hem de bahsi geçen iki firma büyük kazanımlar elde etmeyi başardı.
Depremin Yaralarını Sararken
6 Şubat 2023 tarihinde yaşanan ve milyonlarca insanı etkileyen 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki iki deprem ardında sarılması güç yaralar, büyük bir insani kriz ve unutulması mümkün olmayacak bir acıyı bıraktı. Belki de birçok insanın yüreğinde açılan yarayı sarmamız imkansız. Fakat insanı, toplumu önemseyen ve toplumsal faydayı misyon edinen bizler, depremden etkilenen bölge halkına yalnız olmadıklarını hissettirebiliriz. Yukarıda aşı örneği ile açıkladığım işbirliği içinde rekabet kavramını, hepimizi derinden etkileyen bu felakete uygulamak hem mümkün hem de hayati. Bu sayede, bölgeye insani yardım ve bağış sağlayan markalar ortak bir güç oluşturabilir. İş yükünü kendi aralarında paylaşarak, bu gücü kaliteden ödün vermeksizin sunabildikleri hizmet ve ürünleri, organizasyon ve lojistik anlamında en hızlı ve verimli şekilde ihtiyaç sahiplerine ulaştırabilir.
Örneğin bölgeye yardım ulaştırabilmek için birbiriyle rekabet eden iki kargo firması düşünün. Örnekte varsaydığımız iki markanın yalnızca biri dahi, deprem bölgesine yardım sağlamak adına bir kampanya başlatsa, bu otomatik olarak diğer markanın da benzer bir kampanya geliştirmesine neden olacaktır. Böylelikle etki büyüyecek yani depremzedelere ulaşan yardım kolilerinin sayısı kat kat artacaktır. Yani asıl mesele, büyüklü-küçüklü farklı sektörlerde iş yapan markaların yine büyük-küçük demeksizin bir yardım kampanyası başlatarak gelecek yardımlara ön ayak olmasında saklı. Böylelikle bir domino etkisi gibi bölgeye gönderilen yardımların hem niteliği hem de niceliği artacaktır. Bu şekilde markalar tüketicilerine kendi duyarlılık ve güvenilirliklerini kanıtlarken depremzedeler de tüm ihtiyaçlarına rahatlıkla ulaşabilecek ve depremin neden olduğu yaralar bir nebze de olsa sarılabilecek.
İklim değişikliği ve milyonlarca insanı etkileyen diğer doğal afetlerin ortaya çıkardığı insani krizlerle mücadele etmek biz insanlar için bir ölüm kalım meselesi. Dünya bize sık sık yalnızca rekabet ederek hayatta kalamayacağımızı gösteriyor ve işbirliğini dayatıyorken buna direnmek kelimenin tam anlamıyla aptallık olacaktır.
İş dünyası ne zaman ve ne için rekabet edileceğini iyi ölçüp biçmeli ve gerektiğinde sahip olduğu gücü birleştirmesini bilmelidir. Dünyanın yaşayan bir gezegen, bir yuva olarak kalması için bu çok önemli!