Yazı: Doç. Dr. Barış Karapınar, Kıdemli Danışman, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) & Prof. Dr. Gökhan Özertan, Tarım Ekonomisti, Boğaziçi Üniversitesi
Son dönemde yaşadığımız pandemi süreci iyi işleyen ve sürdürülebilir bir küresel gıda sisteminin önemini ortaya koydu. Salgının gıda ve tarıma yönelik geniş çaplı ve kalıcı etkileri de söz konusu. Bu çerçeve , en hassas gruplar içinde dünya çapında sayısı 500 milyon civarında olan küçük üreticiler, tarım işçileri, mülteciler ve gelirinin büyük bölümünü gıdaya harcayan düşük gelirli şehir nüfusunu kapsıyor. Yoksul kesim çoğunlukla Covid-19 kriziyle baş edebilecek ekonomik ve sosyal güvenlik ağlarından yoksun olduğundan, dünyada gıda güvensizliği ve yoksulluk artıyor.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) çalışması 2019’da 750 milyon kişinin – yani dünyadaki her on kişiden birinin – ciddi düzeyde gıda güvensizliği yaşadığını ortaya koyuyor. Salgın nedeniyle 2020’de bu rakama çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu yaklaşık 100 milyon kişi daha eklendi.
Yoksulluk, eşitsizlik, kaynaklara erişim önündeki engeller nedeniyle bir milyar kişi yeterli gıdaya erişimi sağlayamazken, geri kalan nüfusun günlük besin ihtiyacının çok ötesinde aşırı gıda tüketimi, gıda sistemini doğal habitatlardan sürekli olarak daha fazla alanı istila etmeye zorluyor. Endüstriyel tarım ve hayvancılık tarafından yönlendirilen küresel gıda sistemi, hayati ekosistemler pahasına asimetrik bir şekilde büyüyor.
Sürdürülebilir olmayan üretim ve tedarik uygulamaları ekosistemler üzerinde – toprak, su, ormanlar ve biyoçeşitlilik dahil olmak üzere – geniş çaplı bir bozulmaya yol açıyor. Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi Örgütü’ne (UNCCD) göre dünyadaki toprak alanlarının yüzde 25’inden fazlası önemli ölçüde bozulmaya uğramış veya bozulma sürecinde. Her yıl 10 milyon hektardan fazla orman alanı yok oluyor. Bitki ve hayvan türlerinin neslinin tükenme oranının, küresel ölçekte geçmiş 10 milyon yılın ortalamasına kıyasla 10 ila 100 kat daha fazla olduğu tahmin ediliyor (4). Yaklaşık bir milyon bitki ve hayvan türü biyoçeşitlilik kaybı nedeniyle tükenme tehlikesiyle karşı karşıya.
Arazi kullanımındaki değişim ve bozulma çok büyük bir sera gazı emisyonu kaynağı olup toplam emisyonların yaklaşık yüzde 20’sini oluşturuyor. Küresel ölçekte tatlı su kaynaklarının yüzde 70’i tarım amaçlı kullanılıyor. Gıda sistemi olarak gezegenin kaldırabileceği sınırların oldukça ötesine geçtiğimiz mevcut durumda tüm sistemini yeniden yapılandırmak en önemli önceliklerimizden biri olmalı.
İklim Değişikliği ve Gıdaya Erişim
Bir taraftan bu dönüşümün adımları atılması gerekirken obur taraftan gıda güvenliğine yönelik en büyük tehdit iklim değişikliği olarak karşımıza çıkıyor. Küresel gıda arzı yoğunluğu ve sıklığı giderek artan iklim şoklarına maruz kalıyor. Verimler düşüyor, hasat miktarındaki dalgalanma artıyor ve üretim merkezleri iklim değişikliğinin etkilerine karşı hassas konumdaki bölgelere kayıyor. Ekosistemler arası ilişkilerin peşpeşe etkileri tetiklemesine neden olabilecek ve geri dönüsü olmayan kritik eşik noktaları bulunuyor. Yakın zamanda TÜSİAD tarafından yayınlanan iklim değişikliğinin Türkiye gıda sektöründeki etkilerini incelediğimiz rapor, Türkiye’de tarım ve gıda sektörün büyük risklerle karşı karşıya olduğunu gösteriyor ([1]).
Son yıllarda, küresel olarak sıcaklık dalgaları, kuraklıklar, orman yangınları, seller, kasırgalar ve siklonlar gibi aşırı hava olaylarının sıklığı ve yoğunluğu artıyor. Ortalama sıcaklıklardaki artış belirgin noktalara ulaştı. Örneğin Temmuz 2019 küresel olarak son yüzyılın en sıcak ayı olarak kayıtlara geçmişti. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli IPCC’nin son raporunda sıcaklık artışlarının 2050 yılı için 2,5-3°C civarında olacağı, yüzyıl sonunda ise artışların 6°C’yi bulacağı öngörmekte (bkz. şekil). Günümüzde 1°C’lik sıcaklık artışının yarattığı gözlenen etkilerin bu derece büyük olduğu dikkate alındığında, 6°C’lik sıcaklık artışının yaratacağı ekonomik, sosyal ve çevresel riskler, iklim değişikliğini insanlık tarihinin karşı karşıya kaldığı en büyük risklerden biri olarak nitelendirilebilir.
Şekil 1. Gözlemlenen aylık sıcaklık artışları, 1860-2020
Kaynak: Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), 2018
İklim değişikliği sektörel seviyede dünya ve Türkiye tarımını doğrudan etkileyen ve giderek büyüyen bir risk ve kırılganlık kaynağı. Bu çerçevede, tarımsal ürün arzının sürdürülebilir kılınması için iklim değişikliğinin gözlenen ve öngörülen etkilerine yönelik orta ve uzun vadeli (2030 ve 2050) tarım politikalarının belirlenmesi gerekmekte.
Türkiye’de Artan Sıcaklıklar ve Azalan Yağış Miktarları
IPCC’nin senaryoları baz alındığında, 1970-2000 referans dönemine göre 2070-2100 dönemi için Türkiye’nin ortalama sıcaklığında 3°C ile 7°C arasında değişen artışlar tahmin ediliyor. Sıcaklık artışının, sıcak mevsimlerde soğuk mevsimlere göre daha yüksek olacağı bekleniyor. Günümüz eğilimlerine göre gerçekleşmesi yüksek olasılıklı senaryoya göre yaz sıcaklıklarının 4,5°C, kış sıcaklıklarının ise 3,5°C daha yüksek olacağı tahmin ediliyor. Daha karamsar senaryoya göre, yaz aylarında 7°C’ye varan ve kışın 4,5°C seviyesine çıkması beklenen artışlar öngörülüyor. Bölgesel iklim modeli sonuçlarına göre, Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü Batı ve Güney bölgelerinde yağışlarda belirgin bir düşüş beklenirken, ılımlı bir orta enlem ikliminin hüküm sürdüğü Karadeniz Bölgesi’nde yağışların artması bekleniyor. Artan sıcaklık ve azalan yağış nedeniyle, kuraklık olaylarının şiddet, sıklık ve süresinde bir artış bekleniyor.
İklim değişikliğiyle giderek derinleşecek su stresi çok önemli sorunlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Kişi başına düşen kullanılabilir su miktarındaki bu düşüş öngörüsü Türkiye’yi su fakiri ülkeler arasına sokuyor. Türkiye’de tüketilen suyun neredeyse dörtte üçü tarımsal sulamada kullanılıyor (DSİ, 2014). Halihazırda iklimsel koşullardan etkilenen su kaynakları diğer taraftan çeşitli sosyo-ekonomik ve çevresel faktörlerle ilişkili olarak suyun tarım sektöründe de bu denli yoğun ve verimsiz kullanımı ülkemizin su fakiri olma yolunda hızla ilerlemesine neden oluyor. Türkiye özelinde tarımsal üretimin de yapıldığı bir çok havzadaki aşırı su kullanımı bu havzaların kendilerini yenileyebilme kapasitesini aşmış olup yakın gelecekte verimlilik kaybı, tarımsal gelirlerin azalması ve biyoçeşitlilik kaybı gibi bir çok sorunun daha şiddetli şekilde yaşanmasına sebep olacak (WWF, 2014).
Bu çerçeveden yola çıkarak Türkiye için de önümüzdeki 10 ve 20 senenin tarım politikaları belirlenirken, 2-3°C sıcaklık artışı, ve derinleşen su yetersizliği varsayım senaryosu olarak ele alınmalı ve politika planları bu çerçevede yapılmalı.
Küresel ortalama sıcaklıktaki her bir santigrat derece artışın, küresel ortalama arazi verimlerini buğdayda yüzde 6, mısırda yüzde 7,4, pirinçte yüzde 3,2 ve soya fasulyesinde yüzde 3,1 azaltacağını öngörüyor. Model sonuçları 3°C’lik sıcaklık artışı için (2050 yılı civarında) yüzde 25-50 seviyesinde verim kaybı öngörüyor (bkz. Şekil 2). Genel olarak Türkiye’nin daha kurak bir bölge haline geleceği öngörüsüne dayalı bitki su modeli çalışmaları, bölgesel seviyede iklim değişikliği sonucunda meydana gelmesi beklenen verim kayıplarının farklı ürün gruplarında ortalama yüzde 10 civarında olacağı sonucuna ulaşıyor. Bitki-su modelinin ve hesaplanabilir genel denge modeli sonuçları iyimser iklim değişikliği senaryolarının dahi tarımsal ekonomide gözlenecek ekonomik kayıpların yüzde 10 civarında olduğunu gösteriyor.
Şekil 2. Sıcaklık artışlarının tahıl üretiminde neden olacağı verim değişkenliği etkisi
Kaynak: Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), 2014
İklim modellerinin sonuçlarına dayanılarak yapılan ekonomik modeller, iklim değişikliğinin yaratacağı fiyat artışlarının ürün bazında yüzde 84’ü bulacağını tahmin ediliyor. Gıda fiyatlarındaki artışlar, iklim stresinin yokluğunda bile hem kırsal hem kentsel alanda önemli ölçüde yoksullaştırıcı etkiler yaratıyor ve yerel düzeyde gıdaya erişimde güvensizliğine neden oluyor. Gıda harcamaları yoksul hanelerin en önemli harcama kalemi olduğu için, gıda fiyatlarındaki artış yoksul haneleri daha da yoksullaştırıyor.
Türkiye içinde bulunduğu coğrafya, hem ortalama sıcaklık artışı ve genel olarak ortalama yağış miktarlarının azalışı hem de kuraklık ve sıcak dalgası gibi aşırı iklim olaylarının artacak olması nedeniyle iklim değişikliğinin tarım ve bağlantılı gıda sektörlerindeki etkileri açısından dünyanın en hassas ve kırılgan bölgelerinden birinde. Tarım bitkilerinin fenolojik dönemlerinin değişimiyle birlikte gelişim evrimlerinde, iklim değişikliği önemli verim kayıplarına neden oluyor. Verim kayıplarıyla bağlantılı fiyat değişimleri ve ürünler arası kârlılık farklılaşmaları halihazırda ürün deseni değişikliklerine neden oluyor.
İklim etkilerinin son 25 senede (1991-2015) tahıllarda ürün desenini nasıl etkilediğini incelendiğimizde iklim değişikliği nedeniyle güneşlenme süresi uzamalarının buğday ekim alanlarında daralma etkisi yaratarak diğer ürünlere kayma etkisi yarattığı gözlemleniyor. Yağış miktarında azalmanın mısır ekim alanı üzerinde daralma etkisi, sıcaklık artışlarının arpa alanını daraltma etkisi yaratırken nem artışlarının ayçiçeği alanının genişleme etkisi yapıyor. İklim değişikliği etkisi altında bölgesel seviyede bu etkilerin giderek artacağı öngörebiliriz.
Uluslararası Ticarette Artan Riskler
Türkiye tarım ürünlerinde hem ihracat hem de ithalat hacimleri açısından dünya tarımsal ürün ticaretinin önemli aktörlerinden biri. Buğday gibi gıda güvenliği açısından önemli tahıl ürünlerinde son dönemde artan bir ithalat hacmi gözlemleniyor. Artan ticaret hacmi nedeniyle dünyanın diğer bölgelerinde yaşanan iklim olayları Türkiye’yi doğrudan etkilemektedir.
Buğday özelinde yaptığımız bir model çalışması ile Türkiye’nin iklimle bağlantılı temel gıda arz risklerinin inceledik. Son 50 yılda (1963-2012) gözlenen verim değişkenliği eğilimlerine bağlı olarak ortaya çıkan arz riskleri incelendiğinde Türkiye-dışı üreticilerde olabilecek verim şoklarının Türkiye’deki olumsuz etkilerinin olacağı ortaya çıkıyor. İklim değişikliğine bağlı verim değişkenliğinin yüzde 50 artması durumunda tüm dünyada olacak verim şoklarının Türkiye’de var olan şokların yaratacağı olumsuz refah etkisi üzerine yüzde 125’lik bir ek olumsuz etki getireceğini gösterdi. Yani, iklim değişikliğinin verimsel değişkenlik üzerinde yaratacağı etki Türkiye’nin maruz kalacağı riskleri çok önemli bir seviyede artıyor.
Türkiye aynı zamanda buğdayda önemli ticaret partnerleri olan Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Kazakistan gibi ülkeler tarafından uygulanabilecek ihracat sınırlamaları üzerinden de önemli risklere de açık durumda. Bu politika risklerinin daha önce 2007-2011 yılları arasında görüldüğü gibi, iklim değişikliği etkisiyle daha da artacağı tahmin ediliyor.
İklim Değişikliğinden Etkilenen ve Uyum Sağlamaya Çalışan Çiftçiler
Türkiye genelinde 700 çiftçiyle yaptığımız anket çalışması, çiftçilerin iklim değişiklini bildikleri, etkilerini doğrudan hissedip bu etkilere karşı kendi olanakları ile uyum sağlamaya çalıştıklarını ortaya koydu. İklim olaylarındaki değişimlere dair gözlemleri de sorulan çiftçilerin yüzde 74’i kuraklığın sıklaştığını, yüzde 45’i yağış miktarında değişiklik olduğunu, yüzde 28’i yağmur zamanında değişiklik olduğunu ve yüzde 25’i sıcaklıkların arttığını belirtti. Görüştüğümüz çiftçilerin yüzde 97’si yaşadıkları iklim olaylarından dolayı hasat ve verimde düşüklük yaşadıklarını belirttiler
Çiftçilerin yüzde 87’sinin iklim değişikliği etkilerine uyum yönünde kendi çabalarıyla önemli adımlar attığı ortaya çıktı. Sonuçlara göre, tohum ve gübre bileşimi ve türünde değişiklik yapan çiftçilerin oranı yüzde 71 iken, ekim ve hasar zamanı değişimi gibi zamanlamaya yönelik uygulamaların oranı yüzde 64, doğrudan ekim, damla sulama gibi toprak ve su koruma tekniklerine yönelik uygulamalar yüzde 47 ve ürün çeşitlendirmesi ve gelir çeşitlendirmesi gibi risk yönetimine dayalı önlemler ise yüzde 43 olarak şekillendi.
Bu sonuçlar ışığında ekonometrik yöntemlerle yapılan analiz, çiftçilerin uyum yönünde yaptıkları çalışmaların verim kayıplarını uyum yapmayan çiftçilere göre önemli derecede azalttığını göstermiştir. Alternatif uyum yöntemlerinden özellikle tohum çeşidi değişikliği yönünde yapılan uyum yaklaşımının buğday verimlerini, uyum yapmama durumuna göre yüzde 30’lara varan oranlarda artırdığını göstermektedir. Yapılan çalışma verim kazançlarının halihazırda uyum yapamayan çiftçilerde daha da yüksek olabileceğini göstermektedir (Karapinar ve Özertan, 2019).
İklim, COVID-19 Krizi ve Gıda Sistemi Dönüşümü
Bu yıl Covid–19 krizine rağmen küresel gıda üretiminin iyi seviyede olması şanslı olduğumuzu gösteriyor. Ancak gerçek bir iklim krizi ile karşı karşıya kaldığımız ve gıda sisteminin önemli bir bölümünün sekteye uğradığı veya aşamalı olarak yok olduğu bir sonraki seferde bu kadar şanslı olamayabiliriz.
Tarım sektöründe iklim değişikliği mücadelesine yönelik geliştirilecek ülke geneline yönelik planların öncelikle çok boyutlu şekilde tasarlanması gerekiyor. Yapılan bilimsel çalışmalar ışığında geliştirecek planlar, doğal varlıkların sürdürülebilirliğini, makro ve mikro seviyedeki iklim etkilerini, kırılganlıkları ve riskleri çevresel, ekonomik ve sosyal boyutlarıyla ele almalı. İklim değişikliği etkilerinin yoğunluğu, bu etkilerin görece önemi ve atılacak adımların önceliğinin farklı olması hem ulusal hem yerel seviyede çeşitlendirilmiş politika araçları gerekiyor.
Düşük geliri çiftçi ve ihracat merkezli iklim değişikliğine uyum destekleri sağlanmalı, tarımsal arazilerde yüzde 100 basınçlı sulamaya geçilmeli, iklim bazlı dinamik tarımsal sigorta ve risk-yönetim odaklı uluslararası ticaret politikaları geliştirilmeli. Türkiye genelinde çiftçiler, çocuklar ve gençler iklim değişikliği gözlemlenen ve beklenilen etkiler seviyesinde çok geniş çaplı kısa ve uzun soluklara eğitim programları ile desteklenmeli.
Küresel ve yerel ölçekte gıda sistemlerinin hızla dönüştürülmesine gereksinim var. Beslenme şekli ve gıda zincirlerinden kaynaklanan emisyonları azaltmamız ve bunun için beslenme alışkanlıklarımızı vejetaryen beslenme ve bitki bazlı protein içeren gıdalara geçecek şekilde hızla değiştirmemiz gerekiyor. Fazla gıda tüketimi yerine sağlıklı bir hayat için gereken mikro ve makro besinlerle ilişkili beslenme kalitesi önceliklendimeliyiz. Öte yandan gıdada israf ve kayıpların en az yüzde 50 oranında azaltılması gerekiyor.
Doğa temelli onarıcı tarım, organik tarım ve diğer doğa-dostu tarımsal yöntemlerin uygulamaları ile üretimde verimliliğin artırılması bir başka gereklilik olarak karşımıza çıkıyor. Gıda sisteminin sürdürülebilir biçimde yeniden kurulabilmesi için kamu ve özel sektör yatırımlarını içeren geniş çaplı finansal kaynaklar bir an önce harekete geçirilmesi gerekiyor. Günümüzde yaşadığımız ekonomik ve iklim krizleri altında, doğa dostu üretim, adil ve eşitlikçi gıdaya erişim ve sorumlu tüketim temelinde, sürdürülebilir bir gelecek için 21’inci yüzyılın tarım ve gıda dönüşümünü başlatmamız gerekiyor.
[1] Karapınar B., Özertan, G., Tanaka T., An N. ve Turp M.T. (2020) İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ETKİSİ ALTINDA TARIMSAL ÜRÜN ARZININ SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ, Mart 2020 Yayın No: TÜSİAD-T/2020-03/616
https://tusiad.org/tr/yayinlar/raporlar/item/10544-tarim-ve-gida-2020-surdurulebilir-buyume-baglaminda-tarim-ve-gida-sektorunun-analizi