Helmholtz Çevre Araştırmaları Merkezi’nden (UFZ) Prof. Reimund Schwarze, iklim değişikliğinden, Türkiye-Almanya ekonomik ilişkilerine ve yeşil ekonomiye dair EKOIQ’nun sorularını yanıtladı.
Röportaj: Burcu Genç
Prof. Reimund Schwarze Kimdir?
Almanya’da kendi alanında en büyük çok disiplinli çevre araştırma enstitüsü olan Helmholtz Çevre Araştırmaları Merkezi’nde (UFZ) iklim değişikliği alanında sosyo-ekonomik araştırmalarını koordine eden Prof. Reimund Schwarze, uluslararası iklim anlaşmaları üzerine Almanya’nın önde gelen uzmanlarından biri olarak kabul ediliyor. Uluslararası iklim değişikliği politikaları ve hukuku üzerine kitapları bulunan Prof. Schwarze, aynı zamanda Almanya Çevre Ajansı’nın “İklim Değişikliğinin Almanya Üzerindeki Ulusötesi Etkileri” çalışmasının yazarlarından biri.
Avrupa Birliği (AB), karbondioksit azaltımı konusunda 2030 yılı hedefini %55 olarak belirledi. Avrupa Parlamentosu ise, Avrupa Komisyonu’nun önerisine rağmen %60 hedefini kabul etti. AP’deki merkez sağ partileri, işleri etkileyeceği görüşüyle %60’ı kabul etmek istemiyor ancak iklim aktivistleri %65’lik bir azaltım talep ediyor. Sizce, iklim krizi konusunda tüm bu tartışmaların ulaştığı nokta ne kadar olumlu?
AB’nin daha hırslı bir hedef belirlemesi iyiye işaret. Aynı zamanda Polonya gibi isteksiz üyelerin hedefe bağlı kalması da önemli bir adım (enerji geçişleri için önemli ek fonlar öncülüğünde).
Ancak, en çok seragazı salan dünyadaki üçüncü ülke olan AB için Paris Anlaşması’nda taahhüt ettiği 2030 yılına kadar %55 azaltım hedeflerine ulaşıp ulaşmayacağı hâlâ soru işareti. AB’nin yeni teslim edilen Ulusal Katkı Beyanı (NDC) seragazlarının %55 azaltımını içermiyor ve sadece toprak sektöründeki değişiklikler yüzünden %52,8 değişim öngörülüyor. Aynı zamanda, bu Ulusal Katkı Planı özel sektörün hedeflerini veya ek destekleyici hedeflerini de içermiyor.
Eğer COVID-19 krizinden çıkışta iyileşme, Avrupa ekonomisinin daha hızlı karbonsuzlaşması için kullanılabilseydi, daha yüksek olan %58 ile %70 azaltım gibi hedefler başarılabilirdi.
OXFAM, gelişmiş ülkelerin iklim fonlarına katkısıyla alakalı bir rapor yayınladı. Raporda gelişmiş ülkelerin fon yerine kredi sağladığı ve taahhüt ettiklerinden çok daha az para verdikleri ortaya konuyor. Partnerler arasında fonlama ve işbirliği konularındaki güvensizlik uluslararası iklim politikalarını/ eylemlerini etkiler mi?
İklim finansı bu yıl COP26’da Glasgow’da tartışılacak çünkü küçük ada devletleri ve en az gelişmiş ülkeler, sanayileşmiş ülkelere iklim desteği konusunda daha fazla baskı kuruyor. Gene de bu müzakere gruplarının çıkarlarının ve iklim finansına olan ihtiyacının öncelik olarak ele alınıp alınmayacağı hâlâ bir endişe konusu çünkü zengin ülkelerin finansal çıkarları bu kırılgan devletlerin çıkarlarının yerini aldı.
Küresel Güney’de artan iklim değişikliği etkileri sebebiyle sanayileşmiş ülkelere doğru gerçekleşebilecek kitlesel iklim göçü başladığında her şey değişebilir ve sanayileşmiş ülkeler, Küresel Güney’deki iklim değişikliğinin korkunç etkisini azaltmak için gelişmekte olan ülkeleri destekleme ihtiyacı duyabilir.
Bildiğiniz üzere, Türkiye hâlâ Paris Anlaşması’nı onaylamadı ve bunun ana nedeni olarak taahhütleri yerine getirecek ekonomik gücünün yeterli olmaması gösteriliyor. Bu sebeple Yeşil İklim Fonu’ndan pay almak isteniyor (diğer bir değişle Annex A’daki gelişmiş ülkeler listesinden çıkarılmak isteniyor). Öte yandan İklim rupa Yeşil Anlaşması kapsamında AB, Paris Anlaşması’nı onaylamayan ülkelere ciddi yaptırımlar yapmaya hazırlanıyor (karbon sınır mekanizması gibi). Türkiye’nin Almanya’yla mevcut olan ticaret hacmi düşünülünce, bu durumun iki tarafı nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Avrupa Yeşil Anlaşması’nın bir parçası olan Karbon Sınır Mekanizması Yasası planı hâlâ yapım aşamasında ve mekanizmanın nasıl işleyeceği, neye benzeyeceği ve hangi ülkeleri etkileyeceği belli değil. Ancak böyle bir verginin uluslararası ticaret üzerinde devasa bir etkisi olacaktır, aynı AB ile Türkiye arasında olacağı gibi.
Bir yandan, mekanizma Avrupa’nın dünya pazarları karşısındaki avantajını korurken Avrupa ekonomisini karbonsuzlaştırmanın yolunu açıyor gibi görünüyor. Ancak diğer yandan fikir, ekonomik emperyalizmin yeni bir şeklini empoze edeceği için eleştiriliyor (özellikle gelişmekte olan ülkeler düşünülünce) ve Dünya Ticaret Örgütü’nün (WTO) ayrımcılık ilkesini ihlal ediyor. Düşük-karbon ve yüksekkarbon ticaret bloklarının bir araya gelmesi, olumsuz ve ters tepen bir sonuca yol açabilir.
Almanya (ve Fransa gibi diğer Avrupa ülkeleri) genellikle (WTO-uyumlu) bir karbon sınır mekanizmasını destekliyor ve kendileri için oluşabilecek olumsuz sonuçlardan korkmuyorlar. TÜSİAD ise bu mekanizmayı çok kritik olarak tanımlıyor. TÜSİAD’ın yayınladığı raporda şu ibareler yer alıyor: “AB tarafından uygulanacak bir karbon sınır mekanizmasının oluşumu Türkiye’nin demir ve çelik dahil olmak üzere imalat sektörüne 1,08 milyar euro ekstra masraf getirecektir. Bu rakam Türkiye çelik sektörü için 110 milyon euroya kadar çıkabilir.”
Ancak TÜSİAD “kendi mevzuatını AB standartlarıyla uyumlu hale getirmeye istekli olduklarını ve bu yaklaşımı kolaylaştırmak için fon ve bir mekanizma istediklerini” duyurdu. Aynı zamanda Boston Consulting Group, Türkiye’nin çelik endüstrisinin vergiden daha az etkileneceğini hesaplıyor çünkü Türkiye’de fabrikalar genellikle küçük ve diğer ülkelerdekilere göre daha karbon verimliler.
Almanya yeni bir yenilenebilir enerji yasası onayladı, ancak yeni kömürlü santrallara da izin veriyor. Almanya’dan bakınca iklim eylemi konusundaki düşünceniz nedir? Almanya, iklim liderliği için daha mı fazlasını yapmalı veya diğer ülkelerin taahhütleri göz önüne alınınca yaptıkları zaten yeterli mi?
Almanya’nın iklim mevzuatı konusunda daha fazlası için hâlâ yeri var. Siyasi karar vericiler genel olarak iklim değişikliği tehdidinin ve uzun vadede ortaya çıkan maliyetinin farkında olsalar da çoğu iklim koruma ile ekonomik büyüme arasında bir kâr-zarar ilişkisi bulunduğunu düşünüyor ve bu nedenle otomotiv endüstrisi gibi yerel endüstriler için bunu bir tehdit olarak algılıyor.
Alman hükümeti 2018’e kadar kömürü kademeli olarak bitirmek için bir yasa geçirdi. Ancak eleştiriler bu yasanın çok geç geldiği ve kademeli olarak kömürü terk etmenin, Paris Anlaşması’nın salım hedeflerini yakalamak için 10 yıl önce yapılmış olması gerektiği yönünde. Çok paydaşlı kömür komisyonunun önerileri son yasada yeterince göz önüne alınmadı. Bu sebeple, yeni Datteln 4 kömürlü termik santralının kurulması sivil toplum aktörleri tarafında güçlü bir şekilde eleştiri aldı.
20 yıl önce kabul edilen Alman Yenilenebilir Enerji Kaynakları Yasası (EEG), salım azaltım hedeflerine ulaşabilmek ve enerji dönüşümünü hızlandırmak için yürürlüğe konmuştu. 2020’de yasa, AB’nin daha katı salım azaltım hedeflerine uyarlandı. Yeni yasadaki anahtar nokta ise ek kapasitelerin yenilenebilir enerjinin yaygınlaştırılmasını hızlandırmak için ihaleye açılabileceği “yenilenebilir ihaleleri”. Ancak EEG çevre ajanslarının ve aktörlerinin beklentilerinin çok aşağısında kaldı. Öncelikle yenilenebilirleri yaygınlaştırma hedefi Almanya’nın Ulusal Katkı Beyanı (NDC) hedeflerinin çok aşağısında kaldığı için eleştiriliyor. İkinci olarak, miktara dayalı bir araç olarak ihalelerin bir önceki beyandakine göre daha kötü bir çözüm olarak tasvir ediliyor ve minimum hedefi tutturmaya yönelik olduğu söyleniyor.
Toparlarsak, diğer Avrupa ülkeleri ile karşılaştırılınca, Almanya iklim koruması anlamında ortalama kalıyor. Ve Paris Anlaşması’nda Almanya’nın söz verdiği karbon salımı azaltım hedeflerine ulaşmasına yeterli olmayan güncel çalışmaların bir an önce daha hırslı ve sıkı hale gelmesi gerekiyor.
Son olarak, size iklim değişikliğinin bedelini sormak istiyorum. 2020 yılında doğal felaketlerin 210 milyar dolara mal olduğunu söyleyen bir rapor bulunuyor. Bu çok genel bir soru biliyorum ama sizce iklim değişikliğinin bedeli nedir?
Örneğin afet bedelleri aracılığıyla iklim değişikliğinin bedelini hesaplarken, iklim değişikliğiyle veya iklim değişikliği kaynaklı olmayan doğa olaylarıyla ilişkilendirmek biraz zor çünkü bunlar sıklıkla birbirini takip eden, birbiriyle el ele ilerleyen olaylar.
İklim değişikliğinin bedelini tahmin etmekteki diğer bir zorluk ise iklim değişikliğinin türlü türlü zararlarının olması. Aşırı hava olayları sırasında zarara uğrayan altyapının dışında, aynı zamanda artan iklim değişikliği ve çölleşme sebebiyle tarım ürünü kaybı, sıcaklığın sağlığa etkisi, ekosistem ve biyoçeşitlilik kaybı gibi birçok farklı örnekten iklim değişikliğinin bir sonucu olarak bahsedebiliriz. Bu etkileri muhasebeleştirmek kolay değil, her ne kadar insan kaynaklı iklim değişikliğinin doğrudan sonuçları olsalar da.
Ama buna rağmen, küresel iklim değişikliğinin maliyeti şimdiden devasa bir boyutta ve herhangi bir sayısal değerlendirme modelinin hesaplamalarından çok daha yüksek. Bu maliyetler, gelecekte daha da yükselecek ve iklim etki azaltma çabalarının maliyetlerini kesinlikle geçecek.
Eklemek veya altını çizmek istediğiniz bir şey var mı?
İkkim değişikliği küresel bir değişikliktir. Şu anda içinde bulunduğumuz koronavirüs pandemisi gibi, iklim değişikliğinin etkileri de coğrafi olarak veya politik sınırlardan bağımsız olarak her ülkede hissedilmektedir. İklim değişikliğinin bu uluslararası boyutuna ve uyum eylemine günümüze kadar çok az ilgi gösterildi. Bu zamana kadar, iklim değişikliğinin etkileri yalnızca ulusal sınırlar içinde gözlemlendi ve incelendi. Diğer kırılgan ülkelerle etkileşim ve küresel entegrasyonun sınırlarına bağlı olarak, herhangi bir ülke iklim değişikliğinin uluslararası etkilerinden farklı derecelerde dolaylı olarak etkilenebilir. Bu durum hem gelişmekte olan hem de gelişmiş ülkeler için geçerli. Küresel iklim değişikliğinin uluslararası etkileri, Almanya gibi küresel ekonomiyle güçlü bağları bulunan ülkeler için ayrı bir öneme sahip.
Almanya Çevre Ajansı (UBA) adına, Alman ekonomisine dış ticaret akışları aracılığıyla küresel iklim değişikliğinin olası etkilerini araştırmak üzere “Impact CHAIN” (ZİNCİR Etki) başlığıyla bir araştırma projesi gerçekleştirildi. Bu araştırma projesinin bir bölümünde Almanya için yapılan bir senaryo analizi, Avrupa’nın sınırlarının ötesindeki iklim değişikliği etkilerinin, Almanya’nın ulusal ekonomisini küresel ticaret aracılığıyla Avrupa’nın içinde yükselecek iklim değişikliği etkilerinden daha fazla etkileyeceğini gösteriyor. Dünyanın geri kalanıyla karşılaştırıldığında iklim değişikliğinin doğrudan sonuçlarının AB bölgelerindeki etki zincirlerini çok ciddi oranda etkilemeyeceği gerçeğini ortaya koyuyor.
Takip eden uyum önlemleri tavsiyelerine, iklim değişikliğinin Almanya’da neden olacağı zorlukların Etki ZİNCİRİ projesine dahil edilmesiyle ve bunların analiz edilmesiyle ulaşılabilir. Küresel iklim değişikliğinin ulusötesi etkilerinin, uluslararası ticaret ilişkilerinde genel bir azalmayla üstesinden gelinemez. Böyle bir strateji, Almanya’nın refahında önemli bir düşüşe sebep olacaktır. Ticaretin miktarını basitçe azaltmak yerine, çeşitlendirmesi yani diğer bir deyişle, tek bir ülke değil mümkün olan her ülkeden aracı hizmetlerini sağlamak, örneğin aynı zamanda potansiyel ikame malların dahil edilmesine dikkat edilmesi öneriliyor. Finansal etkilerin analizleri genel olarak Avrupa’nın ve özelinde Almanya’nın, Avrupalı olmayan bölgelerle karşılaştırılınca daha az olumsuz etkileneceğini gösteriyor. İklim değişikliği, AB üyesi olmayan ülkelerden ticaretin AB ve AB’nin komşu ülkelerine (AB+) kaymasıyla sonuçlanacak. Bu bağlamda Almanya’nın rekabeti belki daha da artacak (ticaret anlamında). Bu yüzden AB+ ülkeleriyle ekonomik ilişkilerin genişletilmesi ve güçlendirilmesi öneriliyor. Örneğin, AB ve AB komşusu ülkelerin arasındaki ekonomik ilişki, örneğin Türkiye ile veya AB+ bölgesinde yer alan görece daha az kırılgan olan ülkelerle yeni bir gümrük anlaşması yoluyla artırılabilir.