Dünyaya iktisadi ve siyasi olarak yön veren önemli otoritelerin her yıl buluştuğu Davos Dünya Ekonomik Forumu, 22-26 Ocak tarihlerinde düzenlendi. Birçok oturumda “Ekonomik kalkınma” ve “İklim değişikliğine uyumun” birlikte yürütülmesi konusu gündeme gelse de, net adımları ortaya koyacak ezber bozucu söylemler hâlâ ortada görünmedi.
Mevcut iklim değişikliği sorunu, sadece BM nezdinde yapılan konferansların oluşturduğu birkaç haftalık gündem haberleriyle hatırlanabiliyor. Etkileri hatırlandığında, iklim değişikliğinin, “görünen köy kılavuz istemez” ifadesini doğrular niteliğe kavuşması, artık bilenen bir gerçek ki, dünya liderlerinin bir araya geldiği bu seneki Davos Dünya Ekonomik Forumu’nda, iklim değişikliği oldukça sık tekrarlandı. Büyük ekonomilere sahip ülkelerin liderlerinden, “ezber bozan” türden söylemlerin duyulamadığı oturumların önemli bir kısmını, ekonomi konularına serpiştirilmiş, sürdürülebilir kalkınma modelleri, yeşil büyüme ve iklim değişikliği oluşturdu. İklim değişikliğinin böylesi önemli bir zirvede sıkça dile getirilmesi önemli. Ancak şu da biliniyor ki, “ekonomik kaygıların” yoğun olarak sürdürüldüğü BM nezdindeki iklim değişikliği müzakere ortamının yansımaları ve ülkelerin kırmızı hatları fazlaca belirgin. Ekonomik nedenlerin yarattığı tıkanıklıklardan ziyade, çözümü siyasi temele dayalı olarak hükümetlere bırakanların sayısı da giderek artıyor.
Davos’ta 30’dan fazla oturumun konusu iklim değişikliğine ayrıldı. BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, Amerikalı siyasetçi ve Nobel Barış Ödülü sahibi Al Gore, Microsoft Kurucusu Bill Gates ve Dünya Bankası Başkanı Jim Yong Kim gibi önemli isimlerin katılımlarıyla gerçekleşen oturumlar dikkat çekti. “Ekonomik kalkınma” ve “iklim değişikliğine uyumun” birlikte yürütülmesi meselesi pek çok platformda temel konu olarak tartışıldı. Düşük karbonlu ekonomiye geçişin ve yeşil fonların önemi dışında, uyum çalışmalarında fakir ülkelere sağlanacak ve en önemlisi “işlevselliğe kavuşmuş” finansal bir mekanizmanın “temini”, her zamanki gibi bu ülkelerin temel argümanıydı.
Panelistlerden gelen hemen hemen aynı çözüm önerileri, 2014 Davos’unu diğerlerinden farklı göstermedi. BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’un “küresel vizyon” eksikliğini vurgulaması ise, Davos’un özetini sunuyordu aslında.
Bu arada Davos Zirvesi sırasında Dünya Ekonomik Forumu tarafından açıklanan 2014 Küresel Risk Raporu (Global Risks 2014) da, önümüzdeki dönemlerde en büyük tehditlerin sıralamasını veriyor: Büyük ekonomiler, gelir eşitsizliği, istihdamda görülebilecek sorunlar belirgin. Su, iklim değişikliği ve gıda krizi gibi sorunlar da risk sıralamasında ilk onda yer alıyor. Bu durum, aslında bizlere geniş bir yelpazeye yayılmış entegre sorunlar zincirini de gösteriyor.
İklim değişikliğine uyum çalışmalarının önemine ilişkin bilimsel veriler de incelenmeye değer. Dünya Bankası’nın verilerine göre, sadece gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğine uyum çalışmaları için önümüzdeki 40 yıl içinde yıllık 100 trilyon dolar yardım yapılması gerekecek (Dünya Bankası, 2010).
Davos’ta Afrika, Su ve Gıda
Sıcaklık ve kuraklığın su kriziyle beraber tarımdaki üretimden, sağlığa ve gıda krizine kadar uzanan sorunları beraberinde getirdiği biliniyor. İklim değişikliğinin en belirgin etkileri arasında olmaya başlayan su ve gıda krizine yönelik Davos’taki oturumların önemli diğer başlığını Afrika’nın geleceği tartışmaları oluşturdu. “Küresel Gıda Güvenliği”ne yönelik oturumda verilen ortak mesajda, yeni küresel standartların uygulamaya konulması gerekliliği üzerinde duruldu. Tarımsal faaliyetlerin yerel halk tarafından yapılıyor olmasıyla beraber, gıda merkezi olması sebebiyle Afrika’ya daha fazla önem verilmesi gerektiği mesajı açık bir şekilde verildi. Afrika’nın çeşitli yerlerinde, dünyanın her yerinden gönüllü olarak çalışan STK’ların, yerel halka arazi kullanımının ve su yönetiminin nasıl yapılacağına dair bilgi veren programları mevcut. Özellikle kuzey ülkelerinden gelen yardımlar öne çıkıyor ancak Afrika’nın iç dinamiklerinden dolayı gelişen ve hükümetlerin bir türlü el sıkışamadığı çalkantılı siyasi ortamın varlığı da söz konusu.
Paris’e Bir Kala, İki Önemli Zirve
Bu arada, küresel bir iklim anlaşma metninin hazırlanması için geri sayım da sürüyor. Bilindiği gibi, Kyoto Protokolü 2020 yılına kadar uzatıldı ancak ömrü çok uzun değil. Hele de Protokol’ün tüm ülkeleri kapsayan bir yapıdan uzak olmasına yönelik eleştiriler sürekli güncellenirken, Kyoto-sonrası küresel iklim politikasını şekillendirecek yeni anlaşma taslağının genel hatlarının 2014 yılında kabul edilmesi şart. Nitekim, Ban Ki-Moon, 23 Eylül 2014 tarihinde New York’ta düzenlenecek İklim Zirvesi’nin haberini de Davos’ta verdi ve ilgili tüm taraflara katılım çağrısında bulundu. BM’nin bir bakıma yılsonu gerçekleşecek Peru’daki 20. Taraflar Konferansı (COP20) öncesinde siyasi iradeyi canlı tutmaya çalıştığı görülüyor.
AB: Liderlik
Davos’ta genel anlamda ekonomik ve mali konulardaki risklerin henüz aşılamadığının altı çizildi. Spesifik başlıklı raporların verilerinde ekonomi ağırlıklı risklerin çoğunlukta olduğunu görmek mümkün. Oturumlarda AB’nin öne çıktığı başlıklar, ekonomik kriz ortamındaki yavaş iyileşmeler üzerinden AB’nin rekabet edebilirliği ve iklim değişikliği politikalarında sergilediği son dönemdeki konumu oldu. Avrupa Komisyonu Başkanı José Manuel Barroso yaptığı açıklamada, ekonomik krizin yarattığı endişelerin normal olduğunu ancak AB olarak emisyon azaltım çalışmalarıyla büyümenin uyumlu bir şekilde geliştirilebileceğini kanıtladıklarını ifade ediyor. Barroso, 2050 yılının hedefi olan %80-95 oranındaki emisyon azaltımının yakalanması için AB olarak iddialı bir hedef konulması gerektiğini savunanlar arasında.
AB’nin iklim ve çevre koruma politikalarındaki lider konumu devam etmekle birlikte, bu konumu aslında Birliğe ciddi boyutta baskılar yüklemiş durumda. Nitekim bu durum, 2009 Kopenhag Zirvesi’nde hissedilmişti. Önemli olan kısım, “iddialı hedefler” ancak “yetersiz sonuçlar” ikilemini yaşamış bir AB profiline yakın olabileceği düşünülen, AB’nin 22 Ocak 2014 tarihinde açıkladığı ancak henüz kabul edilmeyen 2030 hedefleri tartışılmaya devam ediliyor (1990 yılına göre %40 emisyon azaltımı, %27 yenilenebilir enerji kullanımı). 2030 paketinin Mart ayında tekrar gündeme alınacağını hatırlatalım.
Kim Ne Söyledi?
“Küresel vizyon eksikliği var. Sivil toplumu, liderleri ve iş dünyasını küresel vizyon oluşturmak için birlikte çalışmaya davet ediyorum”
– Ban Ki-Moon, BM Genel Sekreteri
“Uluslararası eylemler kadar bölgesel ve yerel çözümler de gerekli. Şimdi eylem istiyoruz”
– Ngozi Okonjo-Iweala, Nijerya Finans Bakanı
“Şirketler, iklim risklerine karşı, emisyonları azaltıcı yeşil fonlamayı teşvik eden seçenekler sunmalı”
– Jim Yong Kim, Dünya Bankası Başkanı
“Kalkınma programları ve sağlanan fonlamalar giderek artıyor. Araştırma ve kalkınma programları, kullanılan enerjinin düşük emisyonlu olmasına yardımcı olmalı.”
– Bill Gates, Microsoft Kurucusu
“İşsizlik ve gelir eşitsizliği artıyor”
– Angel Gurria, OECD Genel Sekreteri
“Her yıl dışarıdan 1 trilyon Avro değerinde fosil yakıt ithal ediyoruz. Verdiğimiz hedeflerle, AB’de rekabet gücünü ve istihdamı artıracağımıza inanıyoruz. Büyüme ve emisyon azaltım çalışmaları uyumlu işleyebilir. Biz bunu kanıtlıyoruz”
– José Manuel Barroso, Avrupa Komisyonu Başkanı
“Ortam giderek siyasi çıkmaza dönüşüyor. Çözüm, siyasi eylemde”
– Al Gore, Amerikalı Siyasetçi, Nobel Barış Ödülü sahibi
“İklim değişikliği bir problem değil; iş dünyası için bir fırsattır. Sadece hükümetlerden çözüm beklenmemeli.”
– Paul Polman, Unilever CEO’su
İlge Kıvılcım