İklim değişikliğinin bugünün gençlerini ve gelecek nesilleri etkileyecek olması, Küresel Kuzey’in en yaygın anlatılarından biri. Bu anlatı doğru olmakla birlikte aynı zamanda, iklim krizi karşısındaki dezavantajlı toplulukların maruz kaldıkları sorunların görmezden gelinmesine de yol açıyor.
Haber: Nani Jansen REVENTLOW
Çeviri: S. Sena AKKOÇ
Green10 koalisyonu altında birleşen kâr amacı gütmeyen oluşumlara, Extinction Rebellion veya Fridays for Future gibi hareketlere baktığınızda görebilirsiniz ki iklim hareketi, Avrupa genelinde, orta sınıf beyaz insanların hakimiyetinde. Dolayısıyla orta sınıf beyazların çıkarları, iklim hareketinin önceliklerinin ve çalışmalarının en güçlü belirleyicisi halini alıyor.
Mevcut durum içerisinde iklim hareketinin en yaygın anlatılarından biri iklim değişikliğinin en çok gençleri etkileyeceği ve gezegeni kurtarmanın yolunun ancak bugün harekete geçerek mümkün olabileceği üzerine kurulu. Elbette, bu anlatı doğru. İklim krizi ve krize yol açan emisyonlar halihazırda birçok insanın ölümüne neden oluyor: Bu yaz Pakistan’daki seller 1,300’ü aşkın can aldı. Araştırmacılar Latin Amerika’da, 2002-2015 yılları arasında büyük şehirlerde gerçekleşen 900 bin ölümün aşırı sıcaklardan kaynaklandığını söylüyor. Avrupa’da da insanlar sıcak hava kaynaklı olarak yaşamlarını kaybediyor ancak bu ölümler yeterince konu edilmiyor.
Ölüm Belgesinde “Hava Kirliliği” Yazan İlk İnsan
Ella Kissi-Debrah, Londra’nın Lewisham semtinde yaşayan, henüz dokuz yaşında siyahi bir kız çocuğuydu. Hava kirliliğinin neden olduğu astım ataklarının ardından Ella, 2013 yılında yaşamını yitirdi. Annesi Rosamund, kızının ölüm nedeninin hava kirliliğinden kaynaklandığının resmen tanınması için uzun süren bir hukuk mücadelesi vermek zorunda kaldı. Rosamund’un verdiği hukuk mücadelesinin sonucunda Ella, ölüm belgesinde hava kirliliği yazan ilk insan oldu. Yakın tarihte oluşturulan ve “Ella Yasası” olarak da bilinen bir yasa teklifi, Birleşik Krallık’ta temiz havaya erişimin “insan hakkı” olarak tanınmasını sağlamayı amaçlıyor.
Ella’nın hikayesinin de gösterdiği gibi çevre koşulları toplumdaki her insanı eşit derecede etkilemiyor. Hollanda, İngiltere, Fransa ve Almanya’da yürütülen araştırmalar, kirletici endüstrilerin genellikle göçmenlerin bulunduğu şehirlerde ve mahallelerde bulunduğunu ortaya koyuyor. Bu durum hava kirliliğinin insan yaşamı üzerindeki ağır maliyetini gözler önüne seriyor. Dezavantajlı topluluklardaki annelerin ve çocukların uzun zamandır çevre sorunlarına karşı mücadelenin ön saflarında yer alması bir rastlantı değil!
İklim Apartheidi’ine Vurgu
Sıcak hava dalgaları da yoksul ve beyaz olmayan etnik grupları daha fazla etkiliyor. 2019 yılında, Birleşmiş Milletler aşırı yoksulluk ve insan hakları raportörü, iklim apartheidi’ine vurgu yaparak ölümcül sıcakların en çok yoksul ve beyaz olmayan insanları etkilediği konusunda uyarıda bulundu. (Apartheid: Güney Afrika Cumhuriyeti’nde 1994 yılına kadar yürürlükte olan ve beyaz olmayan ırklar arasında yasal olarak bir ayrımı öngören politika).
İklim krizinin etkileri ile barınma, sosyal koruma ve yaşam koşulları gibi sosyal eşitsizliklerin diğer belirtileri arasında inkar edilemez bir ilişki var. Avrupa Çevre Bürosu’nun bir raporuna göre Avrupa’daki Roman toplulukları genellikle temiz su veya sanitasyon gibi temel hizmetlerden yoksun kirli topraklarda yaşıyor. Bu durum açıkça bir çevresel ırkçılık vakası olarak değerlendirilebilir.
Engelli insanlar da iklim değişikliğinin etkilerinden en ağır etkilenen gruplar arasında yer alıyor. Avusturyalı bir yurttaş, hükümetine aşırı sıcaklıklara bağlı multipl skleroz (çoklu doku sertleşmesi) olduğu için dava açtı.
Eşitsizliklerin ve Adaletsizliklerin Ele Alınması Gerekiyor
Avrupa’daki iklim hareketinin, iklim değişikliğinin zararlarını görenlerin deneyimlerini ve bakış açılarını yansıtmadığı ortada. Bunun yerine birçok tanınmış STK, “sömürgesizleşme” (decolonization) gibi moda sözcükleri benimsemenin yeterli olacağına ikna olmuş görünüyor.
İklim hareketinin ikiyüzlülüğü bırakıp dezavantajlı topluluklara sözde hizmet etmek yerine iklim krizinin yol açtığı eşitsizlik ve adaletsizlikleri ele alması gerekiyor. Bu da terminoloji kullanımı ve yatırımlardan çok daha fazlasını gerektiriyor. İklim hareketinin gerçekten ihtiyacı olan, baskın oyuncularda değişikliğe gidilmesi… Beyaz olmayanların çevre sorunlarıyla mücadele etme yolunda yıllardır verdikleri mücadeleyi görüp önemsemek bunlardan biri. Onların bilgi ve birikimlerinden yararlanmak iklim hareketini güçlendirecek en önemli yolmuş gibi görünüyor.
Ön cephedeki aktivistler ve topluluk savunucuları, çalışmalarını sürdürmek için desteğe, gerekli araçlara ve kaynaklara ihtiyaç duyuyor. Büyük iklim örgütleri bu anlamda onlara yardımcı olabilir. Gezegenimizin hepimiz için yaşanabilir kalmasını sağlamak için bugün iklim değişikliğinin yol açtığı zararları önlemenin daha fazla yolunu bulmaya odaklanmalıyız. Uzun yıllardır iklim adaletsizliklerinden muzdarip olanları ve bu adaletsizliklere karşı mücadele edenleri izlemeliyiz. Ancak o zaman gelecek nesiller için daha az endişelenebiliriz.
Yazının aslına buradan ulaşabilirsiniz.