İklim krizinin geldiği kritik eşik ve sürdürülebilirlik uygulamalarının ele alındığı ÇEVKO Vakfı söyleşisinde, sistemler kadar anlatım biçimlerinin de dönüşmesi gerektiği üzerinde duruldu. Dr. Özlem Tuğçe Keleş, iklim ve çevre problemleriyle ilgili çalışmalarda iletişim ve haberleştirme dilinin, başlık ve kelime seçimlerinin önemine dikkat çekerek “Daha sahici, empati kuran, insana dokunan bir iklim iletişimi şart. Çünkü iletişim, başkasının ayakkabısını giymeyi bilmektir ama biz hâlâ hep kendi ayakkabımızla yürüyoruz” dedi.
ÇEVKO Vakfı’nın, Küresel Isınma Kurultayı Komitesi işbirliğiyle düzenlediği çevrimiçi söyleşilerde, 2025 yılının ilk söyleşisi, “İklim Değişikliği ve Sürdürülebilirlikteki Son Gelişmeler” başlığıyla düzenlendi. Küresel ısınmanın ulaştığı tehlikeli boyutların ele alındığı söyleşinin ana ekseni, çevresel verilerin yanı sıra iletişim yöntemleri üzerine kuruldu.
“İklim Krizi İnsanlığın Karşı Karşıya Olduğu En Büyük Sorun”
Söyleşinin açılış konuşmasını yapan ÇEVKO Vakfı Genel Sekreteri Mete İmer, 2024 yılı itibarıyla dünya ortalama sıcaklık artışının 1,5°C’a ulaştığını belirterek, “İklim krizi, insanlığın karşı karşıya olduğu en büyük sorun. Paris İklim Anlaşması’nda, 1,5°C sıcaklık artışını aşmama hedefi vurgulanıyor. Dünya Meteoroloji Örgütü 2024 yılı verilerine göre, dünya ortalama sıcaklığındaki artış 1,5°C dereceyi buldu. Ancak bir yıllık bir dönemde bu eşiğe ulaşmış olmamız, henüz tüm sürecin kaybedildiği ve durumun geri döndürülemez hale geldiği anlamını taşımıyor, yani hâlâ umut var. Toplumsal farkındalığı artırarak; bilimi, aklımızı ve vicdanımızı kullanarak, sorunun üstesinden gelebiliriz” dedi.
“Can Kaybı Yok Derken Doğayı, Ağacı, Toprağı Görmezden Geliyoruz”
Dünya genelinde iklim değişikliği ile ilgili iletişimsizlik süreci yaşandığını ifade eden İstanbul Gelişim Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Özlem Tuğçe Keleş, “İklim değişikliğinin hayatımızdaki etkilerini üç aşağı beş yukarı biliyoruz, farkındayız. Fakat bize o kadar uzak ifadelerle, uzak tanımlarla, uzak söylemlerle anlatılıyor ki sonuçları doğrudan bizi etkilemeyecek bir şeymiş gibi konumlandırılıyor” dedi.
İklim değişikliğinin insanlık tarihiyle iç içe bir konu olduğunu belirten Keleş, “Mısır’daki hiyerogliflere baktığınızda insanların sellerden nasıl etkilendiklerini, nasıl kaçıp hayatta kalmaya çalıştıklarını, toprağa karşı verdikleri mücadeleyi resmettiklerini görürsünüz. Ya da Maya uygarlığının neden göç ettiğini anlamak istiyorsanız suyla olan ilişkisine bakarsınız. Tüm göç hikayeleri, suyu kaybetmeleri üzerine yazılmıştır. İklim değişikliği, bugün olduğu gibi tarih boyunca da göç etmemize ya da toplumsal kırılganlıkların artmasına neden olmuştur” şeklinde konuştu.
İklim ve çevre problemleriyle ilgili çalışmalarda iletişim ve haberleştirme dilinin, başlık ve kelime seçimlerinin önemine dikkat çeken Keleş, “Elbette çevre bilimciler, fizikçiler ve iklim uzmanları önemli çalışmalar yapıyor ama sayılarla toplum arasında bir bağ kuramadığımız sürece duyarlılığı kaybediyoruz. İklim değişikliği; evimizin önündeki ağaçla, musluktan akan suyla, tenceremize koyacağımız gıdayla doğrudan ilgili. Bu konuda yapılan haberler kaygı duymamıza sebep olsa da gördükten sonra unutuyoruz çünkü ertesi gün hayat yine devam etmek zorunda” dedi.
İletişim çerçevesini kurarken insanlara korku yerine sorumluluk duygusu vererek, empati kurdurarak anlatmak gerektiğini vurgulayan Keleş, şunları söyledi: “Avrupa Birliği’nin (AB) ya da Yale Üniversitesi’nin yaptığı gibi ‘senin de payın var, çözümde rolün olabilir’ diyebilen bir dil kurmalıyız. Türkiye gibi kırılgan grupların yoğun olduğu, iklim göçü riski taşıyan ülkelerde yerel anlatılar şart.”
Medya dilini değiştirmediğimiz sürece iletişim stratejilerinin işe yaramayacağına dikkat çeken Keleş, “Örneğin, ‘can kaybı yok’ derken doğayı, ağacı, toprağı görmezden geliyoruz. Dijital platformlar, Antroposen sineması gibi yeni anlatımlar geliştiriyor ama yine de sorumluluğu hep başkalarına yüklüyoruz. Oysa İstanbul gibi şehirlerde bizlerin karbon ayakizi oldukça büyük. Hatta 1 dakikalık yapay zeka kullanımı bir evin bir aylık elektrik tüketimine eşit olabilir. Ama bunu konuşmuyoruz. Haber dili, film dili, sosyal medya dili değişmeli. Daha sahici, empati kuran, insana dokunan bir iklim iletişimi şart. Çünkü iletişim, başkasının ayakkabısını giymeyi bilmektir ama biz hâlâ hep kendi ayakkabımızla yürüyoruz” dedi.