#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
iklim krizi

İklim Krizi, Afetler, Depresyon ve Stres: Dünyayı Neler Bekliyor?

açık radyo açık kalmalı

YAZI: Zeynep ÇUKADAR, Psikoterapist/ Travma Afet ve Ruh Sağlığı Uzmanı

İklim değişikliğinin yüzyılın ortalarına kadar, artan hava sıcaklıklarına bağlı olarak özellikle insan sağlığını ciddi bir şekilde etkileyeceği düşünülüyor. Bununla birlikte nem ve sıcaklık artışlarına bağlı olarak gıda yetiştirmek ve gün içerisinde dışarda çalışmaya elverişli hava koşullarının olmayacağı da tahmin ediliyor. Özellikle halk sağlığı sorunlarında yaşanacak olan artışların, gelişmekte olan ülkelerde yaşayan düşük gelirli grupları ciddi şekilde etkilemesi bekleniyor. Artan sıcaklıklarla birlikte yaşanması beklenen, kuraklıkların, fırtınaların, aşırı yağışların, hava kirliliğinin, toprak kaymalarının, yükselen deniz seviyesinin, tufanların özellikle alt yapısı yeterince iyi olmayan kentlerde yaşayan insanlarca derinden hissedilmesine ve bu kişilerin kayıplar yaşamasına neden olacağı öngörülüyor.

Yeni yapılan bir araştırmada, ABD’nin Güney Florida bölgesinde, yüzyılın sonuna kadar yükseleceği bilinen deniz seviyesi sebebi ile 2.5 milyon insanın başka eyaletlere göç edeceği, var olan evlerin sular altında kalacağı ortaya konuldu. İklim değişikliğinin ekonomik büyümeyi  yavaşlatacağı düşünülünce, yeni yoksulluk türlerinin ortaya çıkmasına da neden olacağı bekleniyor. Özellikle az gelişmiş ve düşük gelirli ülkelerin durumdan daha fazla etkileneceği göz önünde bulundurulduğunda; göçlerde artışlar meydana gelebileceği, toplumsal hayatta şiddetli çatışmalar doğurması da sürpriz olmaz.

Bu durumların yaşandığı önemli örneklerden biri ise Afrika’dır. Sahra-altı Afrika’nın küresel çapta terör eylemlerinin ve en yoğun şiddetli çatışmaların yaşandığı bölgesi konumunda. Dünyada terör sebebi ile ölümlerin %48’i bu bölgede yaşanıyor. Bölgede artarak devam eden kıtlık ve kuraklık ile tarımsal alanlarda ve otlaklarda azalmalar görülüyor. Gıda güvenliği sorunları da baş gösteriyor. Bölgede El-Kaide’nin bir uzantısı olan eş-Şebab’ın, halihazırdaki iç çatışmaları yaşanan su sorunları sebebi ile şiddetlendirmesi ve örgüte katılanların sayılarında artış yaşanması bekleniyor. Bu öngörüleri destekler nitelikte olan veriler ve bulgular, Dini ve Geleneksel Barış Yapıcıları Ağı’nın “Somali’de Radikalleşme ve eş-Şabab’ın Askere Alımı Raporu”na da yansıyor. Raporun hazırlanma aşamasında, eski militanlarla görüşmeler gerçekleştirilmiş ve örgüte katılımın nedenleri soruldu. Rapora göre, örgüte katılımın ilk nedeninin, bölgede yaşanılan kaynak ve gıda kıtlığı olduğu yani ekonomik nedenlerden kaynaklandığı bilgisine ulaşıldı.

İklim değişikliği konusunda tartışmalara neden olan bir kavram da gıda güvenliği. Dünya üzerinde yaşayan insanların, beslenme gereksinimlerini karşılayabilmeleri için her an, yeterli, güvenli ve besleyici özelliklere sahip gıdalara fiziksel ve ekonomik zorluk yaşamadan ulaşabilmeleri gerekiyor. Gıda güvenliği kavramı, kişilerin tüm bu ihtiyaçlarını belirtilen koşullar çerçevesinde sağlayabilme ve karşılayabilme hakkı olarak tanımlanıyor. İklim krizinin yaşanması ile birlikte, mevsim normallerinin üzerinde gerçekleşen ve devam etmesi beklenen sıcak hava dalgaları, taşkınlar, kuraklıklar ve doğal afetler; gıda üretiminin kararlılığını kesintiye uğratacağından, tarımsal ürünlerin miktarlarında değişikliklerin yaşanmasını da kaçınılmaz kılacak. Yine küresel ısınmaya bağlı olarak, yaşanması beklenen hidrolojik döngünün değişmesi ile birlikte, enerji temin edilmesinde ortaya çıkacak azalmalar, kar ve buz örtüsünde alansal olarak daralmalar, zamansal olarak ise kar örtülerinde daha hızlı gerçekleşen erimelerle birlikte, yetiştirilen ürünlerin zamanından önce eriyen karlarla birlikte yeterince sulanamaması, önceden yetişen ürünlerin yeni iklimsel koşullarda yetişememesine neden olacak. Bölgesel kuraklıkların veya sellerin, tarım ve mera alanlarının verimsizleştirmesine neden olurken, gıda fiyatlarında artışların yaşanması ve özellikle yoksul aile ve toplumların yeterli ve nitelikli gıdaya erişmekte sorunlar yaşamaları olası.

Biyoçeşitlilik Kaybı ve Ekonomi

Kutuplarda var olan buzun erimesi ile birlikte son 20 yıl içinde deniz seviyesinde 15-20 cm yükselme yaşandığı gözlemlendi. Son 20 yıl içinde olagelen bu durum, kutuplardaki buzların tamamıyla erimesi söz konusu olduğunda, Almanya, Hollanda, Danimarka gibi deniz seviyesinde veya altında toprakları bulunan ülkelerin tarım ve mera alanlarında azalmaların yaşanmasına neden olması bekleniyor. Özellikle tarımsal toprak kayıplarının, yeterli besin ve gıdanın üretilememesine neden olacağı ve gıda krizinin yaşanmasıyla birlikte iklim krizinden daha az etkilenen bölgelere doğru bir göç hareketini tetikleyeceği düşünülüyor. Yanı sıra ülke ekonomilerinde önemli payı deniz ürünleri olan ülkelerin ve vatandaşlarının, deniz biyoçeşitliliğinde yaşanacak azalmalarla birlikte ekonomik krizler yaşayacağı, bu nedenle geçim kaynaklarını kaybeden insanların zorunlu olarak göç edebilecekleri öngörülüyor.

Kendilerine yeten ülkelerin, iklim krizi sebebi ile öngörülemeyen kuraklık veya yaşanan sel felaketlerinin ardından gıda kaybı yaşaması, ülke içinde ekonomik gelir kaynakları, ihracata bağlı olan kişilerin, ekonomik, psikolojik, sosyolojik birtakım sorunlar yaşamasına ve gıda teminini ihracata dayalı yapan ülkelerin de, stres yaşamasına neden oluyor. Ukrayna’nın işgali ile birlikte, Rusya’nın bazı devletlere tahıl ihracatını keseceğini belirtmesinin ardından, birçok ülkenin gıda krizini yaşaması bu durum için önemli bir örnek teşkil ediyor. Benzer bir şekilde, Hindistan hükümetinin, 2022 yılında çok büyük bir buğday hasadı beklediğini ve tüm dünyaya ihraç edebileceklerini duyurmalarının birkaç ay sonrasında, ülkedeki yıkıcı sıcak hava dalgası ile birlikte, hükümetin buğday ihracatına yasak getirmesi işleri tersine çevirdi ve ithalat yapacak tüm ülkelerde stres yarattı.

Türkiye’de ise durumsal farklılıklar yaşanıyor. Dünyada tahıl ve gıda üretimi krizleri yaşanırken ve birincil öncelik olarak gıda ve su güvenliği alınırken, Amasya iline bağlı Çambükü Köyü’nde yaşayan insanlara ait tarım ve mera arazileri kamulaştırılarak organize sanayi bölgesi haline getirilmiş, tüm köylülerin gıda üretimi yapamamalarına neden olundu. Köyde bulunan 50 hanenin, 38’inin evlerinin dışında ellerinde herhangi bir arazinin kalmadığı öğrenildi. Bu örnekte, tarımsal faaliyetlerle hayatlarını idame ettirmeye çalışan insanların bir anlamda yoksullaştırıldığını söylemek yanlış olmayacak. Yine maaliyetlerde yaşanan artışlarla birlikte Türkiye’de, çiftçilerin tarım yapabilmek adına bankalardan kredi çektiği ancak üretim sonucunda çiftçilerin elde ettikleri kazançların giderlerini karşılayamaması sonucunda 2 milyon çiftçinin, artık üretim yapmadığı/ yapamadığı da biliniyor. Yanı sıra bankadan kredi alan çiftçilerin kredi alımı sırasında arazilerini ipotek ettirmeleri ve borçlarını ödeyememeleri sebebi ile, giderek yoksullaştığını da belirtmek gerekli. Ülkemizde bu duruma birçok örnek gösterilebilir. Akbelen Ormanı’nın kesilmesi ve kömür maden çalışmaları bir diğer örnek. Bölge halkının direndiği ve bir dizi hukuksal mücadelede sanık konumunda olmaları akıl almaz bir durum.

Depresyonun Neden Olduğu Çaresizlik

Yoksulluğun, işsizliğin ve ekonomik krizlerin, depresyon riskini önemli ölçüde artırdığı biliniyor. Depresyon özellikle çaresizlik, ümitsizlik, karamsarlık, geleceğe karşı ümit duygusunu hissedememe, iştahsızlık, uyku ve çökkünlük hislerinin yoğun olarak yaşandığı ruhsal bir süreç. Bu durumun yaşandığı örnek ülkelerden biri olan Hindistan’ da, 2008 yılında 22 bin tarım işçisinin borçlarını ödeyememeleri sebebi ile intihar ettikleri biliniyor. 2015 yılında imzalanan Paris Anlaşması, dünya sıcaklık artışını en fazla 2 derecede sınırlandırmayı öngörüyor. Bilim insanları dünyanın halihazırda sanayi öncesi döneme göre 1.2 derece ısındığını söylüyorlar.

Küresel ısınma sonucunda yaşanan iklim değişikliğinin ortaya çıkaracağı diğer bir sorunun sağlık sorunu olduğu ve milyonlarca insanı etkileyeceği belirtiliyor. Beslenme bozukluklarının, özellikle çocuklarda yaşanması beklenen gelişim bozukluklarının, solunum ve sindirim yetmezliklerinin, bulaşıcı hastalıklarının görülme oranlarını artacağı düşünülüyor. Sıcak hava dalgaları, sel ve fırtınalar, yangınlar, su kirliliği, hava kirliliği ve kuraklıklarla birlikte ölüm oranlarında artışın yaşanacağı ve bu konuların doğrudan eğitim, sağlık, altyapı, ekonomik gelişme gibi toplum sağlığını ilgilendiren alanları doğrudan etkileyeceği tahmin ediliyor.

Antalya Boğaçay Bölgesi’nde bulunan maden ocaklarından çıkan toz, bölge halkında solunum yetmezliği vakalarında artışa sebep olması, maden yakınlarında tarım arazilerini de verimsizleştirmesi ve ürün yetiştirilemiyor olması bu durumun örneklerinden yalnızca biri. Benzer bir örneğin Antalya Finike’de yaşandığı, maki bitki örtüsünün bulunduğu yerlerde yalnızca maden ocaklarının açılması için yasal izin verilmesi sebebi ile bölgenin maden ocakları tarafından, yetkililerce denetlenmemesine bağlı olarak, ormanların kesildiği ve bitki örtüsünün makileştirilmeye çalışıldığı da biliniyor. Bu durumun yaban hayatını etkilediği yetkililer tarafından ifade ediliyor.

Kıyı şeridinde bulunan yerleşimlerin öncelikli etkilenecek olması nedeniyle, iklim değişikliğine duyarlı kaynaklar üzerine sanayileşmiş olan ekonomilerin ciddi zarar görecek olması öngörülüyor. Şiddetli hava olaylarına uğrayan şehirlerin ve bu şehirlerde yaşayan insanların yaşayacağı kayıpların ağır olacağı, yüksek risk taşıyan bu bölgelerde yaşayan özellikle yoksul ve dezavantajlı grupların, olası değişimlerin yaşanması ile birlikte toplumsal sorunları derinden hissedeceği ve yaşanacak olan bu olayların toplumsal sorunları harekete geçireceği öngörülüyor.

Var olan gelişmelerin ortaya çıkaracağı sonuçların, bilimsel nitelikler taşıması, dünyanın birçok bölgesinde etkilerinin görülmesi nedeniyle, iklim krizinin durdurulması ve yaşanan sorunları engelleyebilmek adına, devletler konuyla ilişkili olarak çeşitli önlemler alınması gerektiğini belirterek; yeşil alanları çoğaltılmasını, var olan emisyonları azaltabilmek için temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanılmasına dair alternatiflerin yaratılması üzerine anlaşmalar yapıyorlar. Gezegenin aldığı tahribatlar artık ekosistemlerin taşıma kapasitesinin sınırına ulaşmış durumda. Doğa, kendi kendisini yenileyebilme özelliğine sahip fakat gelinen noktada fosil yakıt tüketiminin, ormanlık alanların yok edilişinin sonuçları ile baş edebileceği sınırı çoktan aştı.

Beşeri ve ekonomik amaçlarla toprağın yanlış kullanımı, kentleşmeler ve yanlış tarımsal faaliyetler yaşam için gerekli dengeleri yerinden oynattı. Devletlerin bir araya gelerek çeşitli önleyici tedbirler almaya çalışmalarına karşın, ekolojik kriz karşısında son derece yetersiz kaldığı, bu girişimlerin yeterli yaptırım alanı bulamamasına bağlı olarak edilgen kaldığını ve yaptırım güçlerinin çok zayıf olduğunu söylemek mümkün. Kapitalist sistemle birlikte, devlet bütçelerinden çok daha fazla bütçeleri olan şirketlerin, bu yıkımlara sebep oldukları göz önünde bulundurulduğunda, sürecin durdurulmasının kolay olmayacağı açık. Örneğin ABD’de bulunan KOCH fosil yakıtları şirketi, iklim değişikliğinin bilimsel kanıtlarını tanımayarak, bu durumun bir inanç olduğunu ifade eden kampanyalar düzenliyor. Yanı sıra uluslararası dev bir şirket olması nedeniyle, senatoya etki edebilmekte ve parlamentoda bulunan siyasilerin bu konuda kendilerine destek vermelerini sağlıyor. Siyasetin ve şirketlerin birbirleri ile olan bu bağının görmezden gelinemeyecek bir gerçek olduğu tartışmasızdır.

EkoIQ Editör

açık radyo açık kalmalı
açık radyo açık kalmalı