İklim değişikliği, kış sporlarının olmazsa olmazı kar için önemli bir tehdit. Sektörün bu soruna çözümü ise yapay kar. Ancak bu çözümün hem ekonomik hem de çevresel açıdan ağır bedelleri var…
Yazı: Ecem Ocüşler, Nesibe Yoldaş, Gül Sena Özseven, Arda Karan, Nur Avcı
İklim değişikliği nedeniyle ülkemizde sıcaklık artışının 2100 yılına kadar 1,8 ile 4 derece arasında olması bekleniyor. Bu artış şehir merkezlerini etkilediği kadar rakımı yüksek bölgeleri de etkileyecek.
Ülkemizdeki dağların ısınıyor olması, kış turizmi için de pek çok riski beraberinde getiriyor. Kış turizmi diğer turizm çeşitleriyle karşılaştırıldığında, kar başta olmak üzere doğal kaynaklara bağımlılığı nedeniyle iklim krizine karşı en kırılgan turizm çeşitlerinden biri. Araştırmalar, ABD ve Alplerde sıcaklığın beklene seviyelerin üstüne çıktığı yıllarda kayak merkezlerinin %12’ye varan müşteri kaybı yaşadığını gösteriyor.
Özellikle Alp Dağları ve yüksek rakımıyla avantajlı konumda olan i̇sviçre hakkında kış turizminin sürdürülebilirliğini artırmak ve doğal kaynakları korumak üzerine birçok araştırma yürütülüyor. Bu çalışmalarda bir bölgenin kış turizmi için güvenilir ve elverişli olduğunu saptayabilmek adına “100 gün kuralı” oluşturuluyor. Bu kural, gözlemlenen on yılın en az yedisinde, 1 Kasım ve 30 Nisan günleri arasında, minimum kar derinliğinin 30 santimetre olduğu en az 100 gün olmasını gerektiriyor.
Yapılan araştırmalar Avrupa ülkelerinin 100 gün kuralı oranlarının gittikçe azaldığını ortaya koyuyor. Orta Avrupa ve Kuzey Amerika’daki kış turizmi merkezlerini ele alan ClimEx projesinin, farklı yöntemlerle yapılmış birçok hesaplamasına göre doğal kar, 100 gün kuralını 2040-2100 yılları arasında neredeyse hiç karşılayamayacak. Bununla paralel olarak yapılan başka bir araştırma ise atmosferdeki (öngörülen) +2 derecelik ısınmanın, i̇sviçre’deki kar güvenilirliğini %85’den %63’e; Avusturya, Fransa, Almanya, i̇talya ve i̇sviçre’deki kar güvenilirliği %91 olan 666 kayak işletmesindeki bu oranın %61’e düşüreceğini ortaya koyuyor.
Kış sporları ile ilgilenen ve Erciyes üniversitesi öğrencisi olan Ayşe Taş bu konuyla ilgili deneyimlerini şöyle paylaşıyor:
“3 yıldır Erciyes’e gidiyorum ve iklim krizinin etkilerini son 3 yıl içinde dahi fark etmek mümkün. Şöyle ki sezonlar gün geçtikçe geç açılıyor ve erken kapanıyor. Kar kalınlığı değişiyor, yapay karlanmaya daha fazla ihtiyaç artıyor. Örnek verecek olursam bu yıl Erciyes’te sezon geç açıldı, geç açılmasına rağmen pistlerde kar miktarı beklentinin altındaydı. Pistlerin hepsi, hava şartlarından nedeniyle açık değildi. Olumsuz hava şartlarından dolayı pistler erken kapanıyor veya gün içinde hiç açılmıyor. Böyle olunca gelen ziyaretçiler otellerinde vakit geçirmek durumunda kalıyor. Bu olumsuzluklar iklim krizinin kış turizmine etkilerini apaçık göstermektedir.”
Geçtiğimiz yıllarda Erciyes’deki kayak tesisleri, yağışlardaki azalmaya çözüm olarak pek de masum olmayan suni kar kullanımına başladı. Batıdaki Darvaz, Kartalkaya, Kartepe ve Uludağ gibi merkezler ise sezonlarını oldukça kısaltmış durumda. Oysa bu merkezlerin yıl sonunda kâr elde edebilmeleri için 30 cm kalınlığında kara 100 gün kadar sahip olmaları gerekiyor. Bu tesisler iklim değişikliği nedeniyle doğal karla para kazanamaz hale geldiklerinden suni kar kullanmak veya farklı bölgelerden kar taşımak gibi yöntemlere başvuruyorlar.
Prof. Dr. Levent Kurnaz: Ülkemizin kuraklıkla savaşıyor olacağı günlerde suni kar üretmek ise son derdimiz olmalı.
Prof. Dr. Levent Kurnaz’a göre önümüzdeki yüzyıl içerisinde ülkemizin batı kesimindeki kayak merkezlerinin bulunduğu dağlarda hiç kar kalmayacak. Doğudaki dağlarda ise 100 gün kayak yapılmasına yetecek kar bulunmayacak. Ülkemizin kuraklıkla savaşıyor olacağı o günlerde suni kar üretmek ise son derdimiz olmalı.
Değerli hocamız Şükrü Taner Azgın ise kış turizmini bekleyen tehlikeleri şöyle özetliyor:
“İklim krizinin ortalama sıcaklıkları ve yağış disiplinlerini değiştirmesi, kış turizminin etkilenmesine sebep oluyor. Örneğin; ya beklenen yağış, sıcaklıkların artması sebebiyle düşmüyor ya da birden bire düşerek kış turizminin yapılmasına engel oluyor (Erciyes Dağı’nın etkilendiği tipi ve kar fırtınası sebebiyle turizmin birkaç günlüğüne baltalanması gibi). Bu değişimlerden i̇talya ve Avusturya gibi önemli kayak merkezleri etkileniyor. Aynı zamanda kar yağış periyotlarının uzunluğunun değişmesi veya tarihlerinin kayması, gelen turist miktarını etkileyeceğinden sıkıntılara sebep verebiliyor. Örneğin, sömestr tarihleri ile bu periyotların örtüşmemesi. Atilla Çiner Hoca’nın yaptığı araştırmaya göre Erciyes Dağı’nda 1902-2008 yılları arasındaki buzul kütlesine bakıldığında yılda 4,2m azalma gözlemlenmiş. Süphan Dağı’nda bu değer 7,2 m. Ağrı Dağı’nda 1976’dan günümüze gelindiğinde %30’luk bir buzul azalışından bahsediliyor. Özetleyecek olursak yağışların geç, az veya çok gelmesi kış turizmini özellikle ekonomik bağlamda etkilemektedir. Kış sporlarının yapılması için uygun şartlarda ve miktarda kara ihtiyaç duyulduğundan bu değişimler turizmi olumsuz etkilemekte.”
Ortaya konulan bu veriler, ekonomisinin önemli bir kısmını kış turizminin oluşturduğu bazı ülkeleri çözüm yolları aramaya itiyor. İlk başvurulan seçeneklerden biri ise yapay kar. Yapay kar, göstergelere göre, ekonomik açıdan kayak turizmini sürdürme konusunda başarılı olsa da yapımında çok fazla su ve elektrik gerektirmesi bakımından hem ekonomik açıdan hem debölgeye ait bitki örtüsünün tehlikeye girmesi, erozyon tehlikesinin artması, toprak sıcaklığının tehlikeye girmesi ve su kaynaklarının tükenmesi gibi sebeplerle doğa açısından ağır bedelleri olan bir çözüm.
Veriler, her kış sezonunda 14 milyon metreküpü bulan su kullanımının, İsviçre’nin başkenti Bern’de kullanılan yıllık toplam su miktarından fazla olduğunu gösteriyor. Özellikle de küresel ısınma arttıkça yapay kara duyulan ihtiyacın artması ile kayak merkezlerinin elektrik faturaları biletlere yansıyacak ve kayak, ekonomik anlamda üst kesimin yapabileceği bir spor haline gelecek. Bu tür sebeplerden dolayı turizm merkezlerinin sadece yapay kar odaklı olmaması doğa bilimciler, ekonomistler ve kayak merkezleri gibi birçok ilgili kişi arasında bir fikir birliği oluşturuyor.
Örneğin Şükrü Taner Azgın uygulanan mevcut çözümleri şu şekilde yorumluyor:
“Genel olarak iklim değişikliğinin sebep olduğu sorunları çözerken sürdürülebilir çözümler hedeflenir. Bu enerji verimliliği konusundan kış turizmine kadar çeşitli konularda böyledir. Suni kar üretiminin getirdiği bazı sorunlar var. İlki, suni karın üretiminde dizel motor kullanılıyor bu da fosil kaynakların kullanılmasına sebep oluyor. Bu sebeple de sera gazı yaymış oluyoruz. İkincisi, bu kar her ne kadar kış turizminin devam etmesini sağlasa da suni kar doğal kardan hacim, ağırlık, yüzeyde bekleme süresi ve geçirgenlik olarak farklı. Normalde doğal kar bir süre sonra erir ve su kaynaklarını besler fakat suni kardaki bu farklılıklar bu besleme sürecinde bazı sıkıntılara sebep oluyor.Üçüncüsü, suni kar üretimi ekonomik bir giderdir. Bu gider tüketiciye yansıyor. Bu sebepten ötürü kış sporlarıyla uğraşan insan sayısı azalıyor. Orta sınıfın yapabileceği bir spordan üst sınıfın yapabileceği bir spora doğru kayıyor. Dördüncüsü, hava sıcaklıklarındaki artış suni karın yüzeyde durma süresini olumsuz etkiliyor. Eriyen suni karın yerine yenisini koymak gerekiyor. Beşincisi; sürdürülebilirlik çevreci, ekonomik ve eşitlikçi olmalı ama bu suni kar en azından çevreci ve ekonomiklik özelliklerini karşılamıyor. Bu sebeplerden ötürü suni kar sürdürülebilir bir çözüm olarak gözükmüyor.”
Peki kış turizm merkezleri, iklim krizinin ülkemizde meydana getirdiği bu değişikliklere ayak uydurmak için nasıl önlemler almalı? Ne yazık ki pek çok sektörde olduğu gibi turizm sektörü de tehlike “şimdi” ve “burada” olmadığı sürece önlem almıyor. Levent Kurnaz, kış turizmi merkezlerinin kendilerini yeni koşullara hazırlamalarının sanıldığı kadar zor olmadığını ifade ediyor. Levent Hoca’ya göre yatırımcıların, turistlerin tatil anlayışında ve taleplerinde ciddi değişimler olacağını anlamaları ve buna uygun yatırımlar yapmaları gerek. Önümüzdeki yıllarda karşılaşacağımız senaryoyu iyice anlamalıyız.
Her ne kadar günümüzde insanlar yaz gelip havalar ısındığında Antalya, Bodrum, Çeşme gibi yerlerde denize veya havuza giriyorlar olsalar da önümüzdeki yıllarda iklim değişikliğinin etkisiyle bu bölgeler yazın insan hayatını tehdit eden sıcaklıklara ulaşıyor olacak. Bu durumda insanlar gelecekte ne yapacak? Aslında bu sorunun cevabı geçmişte gizli. Ülkemizde tatil anlayışının günümüzdeki gibi olmadığı eski zamanlarda, dedelerimiz ve nenelerimiz yazın sıcaktan bunaldıkları zaman uçağa atlayıp Çeşme’ye tatil yapmaya gitmek yerine daha serin olan yaylalara çıkıyor ve yazı orada geçiriyorlardı. Önümüzdeki yıllarda da iklim değişikliği etkisiyle insanlar yazın serin olan bölgelerde tatil yapmak isteyecekler. Öyleyse bugünün kış turizm merkezleri kendilerini yaz turizmine hazırlamalı. Bu merkezlerde yaz turizmine yönelik hizmetlere yatırımlar yapılmalı. Örneğin kapalı havuzlar ve eğlence mekanları gibi birimlere yatırım yapılabilir.
Öne sürülen diğer seçenekler ise özellikle de yılbaşı, Paskalya tatili ve okul tatilleri gibi dönemlerde kayak merkezlerinin doğa yürüyüşlerine de yer vermesi, bu merkezlerin rakımı düşük olan yerlerden yüksek yerlere taşınması, tatil olmayan sezonlarda da farklı kampanyalarla müşterilerin dikkatini çekmesi şeklinde sıralanabilir.
Osman Cenk Demiroğlu ise çalışmalarında dikkati Türkiye’de henüz bu konu hakkında bir farkındalık kazanılmamış olmasına çekiyor. Konuyla ilgili çoğu araştırma Avrupa’daki kayak merkezleri üzerine yapılmış durumda ve ülkemizdekış sporlarının geleceğine dair akademik zemin ne yazık ki henüz çok zayıf. Demiroğlu’nun önerilerinden biri,kayak turizmi paydaşlarının sorunu kökten çözebilecek azaltım politikalarını destekleyen küresel hareketlerin parçası olmaları.
Konu hakkında ilgili aktörlerden beklentilerini Erciyes üniversitesi öğrencilerinden Haqiqul Rezkyanta şu şekilde ifade etti: “Devlet de halk da hiçbir şey yapmıyor değiller fakat devlet yeni düzenlemeler getirmeli, yeni politikalar üretmeli. Halk ise devleti bu çabasında yalnız bırakmamalı ve iş birliği içerisinde bulunarak düzenlemelere uymalı. Aynı zamanda halk devleti denetlemeli ve gerekli düzenlemelerin sağlandığından emin olmalı.”
“Türkiye’de genel bir ‘Turizm Politikası’ oluşturulmalı ve oluşturulan bu Turizm Politikası içinde, turizm faaliyetlerinin tüm yıla yayılmasını sağlayacak olan kış turizmine ilişkin alt politikalar geliştirilmeli.”
Ayşe Taş ise: “Türkiye’de turizm sektörü, beraberinde bilinçli bir turizm anlayışı getirmemiştir. Dolayısıyla yanlış uygulamalar ve bir Turizm Politikasının oluşturulamaması, bu alanda Türkiye’nin hem dünya çapında kendisini yeterince gösterememesine, hem de bu durumdan gerektiği ölçüde gelir elde edememesine neden olmuştur. Deniz-kum güneş üçlemesine gereğinden çok yatırım yapılması sonucu aşırı yapılaşma gerçekleşmiş, bu bölgeler doğal güzelliğini yitirmiştir. Bu nedenle koruma – kullanma dengesi göz önünde tutulmak şartıyla, ‘Kış Turizmi Merkezi’ olmaya aday yerlere yatırım yapılması gerekmektedir. Bu da ancak, yatırımcıların bilinçlendirilmesi ile sağlanabilir. Bilinçlendirme için eğitim almış girişimci ve yatırımcılar gerekmektedir. Eğitimli yatırımcılar; koruma-kullanma dengesi, turist özellikleri, nitelikli personel, kaliteli hizmet anlayışının önemi gibi pek çok konuda aldığı kararlar ile ülke turizmine büyük katkılar sağlayacak ve iyileştirme faaliyetleri gerçekleştirilmiş olacaktır. Tüm bu açıklamalar doğrultusunda Türkiye’de genel bir ‘Turizm Politikası’ oluşturulmalı ve oluşturulan bu Turizm Politikası içinde, turizm faaliyetlerinin tüm yıla yayılmasını sağlayacak olan kış turizmine ilişkin alt politikalar geliştirilmelidir” şeklinde konuştu.
Şükrü Hoca’nın konu ile ilgili sözleri ise şu şekilde:
“Ülkelere baktığımız zaman kimilerinde alttan yukarıya bir hareket varken diğerlerinde yukardan alta doğru var. Ben bizim ülkemizin yukardan alta doğru olanlardan olduğunu düşünüyorum. Fakat yukarıdan aşağıya doğru gelecek değişimde söyleyerek değil eylemlerle sağlanan bir değişim olmalı. Paris i̇klim Antlaşmasını imzalamış bir ülke olarak 2030 yılına kadar tamamlamamız gereken ciddi taahhütler var. Bunların gerçekleşmesi için bütün aktörlerin bir arada çalışması gerek.
Politikacılar ve karar vericiler: En büyük güç bu aktör grubuna düşüyor. Planlama yapmalılar, planlama alt birimleri kurulmalı. Örneğin 2021 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığının adı Çevre, Şehircilik ve i̇klim Değişikliği Bakanlığı olarak değiştirildi. Bu değişim yerel yönetimlerde de görülmeli. Mesela belediyelerde iklim değişikliği ile ilgili alt birimler kurulmalı. Bu müdürlükler uygun uzmanlarla doldurulmalı ve iklim değişikliğini ilgilendiren konularda çeşitli aktörlerle çalışmalı. Ayrıca tuttuğu verileri bu konuyla ilgili çalışanların rahatlıkla ulaşabileceği biçimde depolamalı.
Akademisyenler: Bu konuda çeşitli üniversitelerde çeşitli hocalar çalışıyor. Bu konuda çalışan hocalardan öğrencilere herkesin buluşabileceği kapsayıcı platformlar kurulmalı. Bu sayede bilgi alışverişinde bulunabilir. Ayrıca yine akademisyenler karar vericilerin açtığı ilgili birimlerde görev alabilirler.
Özel sektör: Özel sektör ve işletmeler bu konudan doğrudan etkileniyorlar. Nasıl ki COViD sürecinden olumsuz etkilendiler, iklim değişikliğinden de olumsuz etkilenecekler. Diğer aktörlerle işbirliği içinde bulunmalılar. STK’lar yine aynı şekilde önemli aktörler arasında yer alıyor.
Öğrenciler: Öğrenciler kendi öğrenci faaliyetleri ile bu alanda çalışabilirler. Buna ek olarak eğitimde ciddi müfredat güncellemesine ihtiyaç var. Bu müfredat değişimi sürdürülebilir bilincin oluşturulmasını sağlar ve öğrencilerin ailelerinden çevresine çeşitli insanları etkilemelerini sağlıyor.”
Kaynaklar:
- IPCC, 2007: Climate Change 2007: Synthesis Report. Contribution of Working Groups i, ii and iii to the Fourth Assessment Report of the intergovernmental Panel on Climate Change [Core Writing Team, Pachauri, R.K and Reisinger, A. (eds.)]. iPCC, Geneva, Switzerland, 104 pp.(iPCC, 2007)
- Vulnerability of ski tourism towards internal climate variability and climate change intheSwissAlps https://doi.org/10.1016/j.scitotenv.2021.147054
- Does artificial snow production pay under future climate conditions? e A case study for a vulnerable ski area in Austria https://dx.doi.org/10.1016/j.tourman.2014.01.009
- Social perspectives on climate change adaptation, sustainable development, and artificial snow production: A Swiss case study using Q methodology https://doi.org/10.1016/j.envsci.2019.10.001