#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

İklim Krizi Soframızda,
 Peki Biz Tarımda Neredeyiz?

Konvansiyonel tarım üretmiyor, tüketiyor; toprağımızı, suyumuzu ve havamızı tüketiyor. Buğday Derneği İletişim Koordinatörü Turgay Özçelik, organik tarımla ya da alternatif diğer pek çok doğa dostu tarım yöntemiyle de insanlığı doyurmanın mümkün olduğunun bir kez daha altını çiziyor. Mesele açlık değil, açgözlülük. Dünyayı doyurma iddiasıyla hareket eden endüstriyel tarım 70 yıldır açlığa bir çözüm bulabilmiş değil. Şu an dünyada 1 milyar insan açlık sınırında. İklim krizi ise artık tarlamızda ve soframızda…

YAZI: Gülce DEMİRER

Tarım karbon emisyonlarının ne kadarına sebep oluyor? Hangi başlıklarda ele alınabilir bu emisyonlar? Mesela hayvancılıktan konuşunca metan giriyor devreye. Ama onun dışında gübre, zirai ilaçlar, su, lojistik, tarım araçlarının emisyonları ve depolama gibi birçok başlık var… Ayrıca bu noktada Türkiye tarımının nasıl bir seragazı profili var?

Küresel düzeyde tarımın karbon emisyonlarındaki payı yaklaşık %10 civarında. Ancak sadece üretimi değil, tüketim zincirini, fosil yakıt kullanımını, gübre üretimini de hesaba kattığımızda tarımsal faaliyetlerin payı %30’u buluyor. Endüstriyel tarım, kaynakların sürdürülebilir kullanımını, iklim krizini ya da biyoçeşitliliğe, doğaya verilen zararı dikkate almıyor. Bir yıl içinde maksimum verimi alabilmek için kullanılan pestisitlerin, kimyasal gübrenin toprağın verimliliğini yok ettiğini, ekosisteme zarar verdiğini hesaba katmıyor. Yani aslında üretmiyor, tüketiyor; toprağımızı, suyumuzu, havamızı tüketiyor. Mevsimsel ve yerel beslenmeyi dikkate almayan küresel tüketim kültürü ise bu tüketme etkisini birkaç katına çıkararak, gıdanın gezegende bıraktığı ayak izini yükseltiyor. Örneğin Kanada’dan Türkiye’ye bakliyat gelmesi ve bu süreçte neden olunan karbon salımı hiç kimsenin gözüne batmıyor. Daha küçük ölçekli düşünecek olursak, metropollerdeki tarım alanlarının tamamının betonlaştırılması ve bu metropolleri doyurabilmek için Türkiye’nin her yanından buraya ürün getirilmesi normalleşiyor. Sadece pestisit kullanımının bile karbon salımındaki etkisi çok büyük. Örneğin ülkemizde fındık üretiminde kullanılan sülfüril florür bileşiğinin küresel ısınma sorununa katkısı bir birim karbondioksit molekülüne kıyasla 4800 kat daha fazla.

Türkiye’nin karbon salımı 2018’de 430 milyon tondu; bu global düzeyde en çok karbon salımına neden olan 15. ülke olduğumuz anlamına geliyor. Burada tarımsal faaliyetlerin payı %12 olarak belirtiliyor ancak gıda zincirini ve fosil yakıt kullanımı gibi faktörleri de düşünürsek endüstriyel tarım ve hayvancılığın payı %30 civarında. Yani yaklaşık olarak global düzeydeki oranlarla aynı.

Konvansiyonel tarım ile küçük üreticinin çevresel etki farkları nedir? İklim krizi de göz önünde bulundurulduğunda nasıl bir tarım modeli iklime daha dirençli olur, küçük üreticilere veya farklı tarım modellerine mi yönelmeliyiz?

Gıdayı üretme, tedarik etme ve tüket- me yöntemlerimiz tamamen değişmeli, bu çok net. Örneğin şu anki endüstriyel tarım, sadece getirisi en yüksek ürünleri yetiştiriyor. Tarih boyunca 6000’den fazla bitki türü gıda amaçlı ekilip biçilirken, günümüzde toplam tarımsal üretimin %66’sından fazlası sadece sekiz bitki türünden oluşuyor. Monokültür tarım yerine ürün çeşitliliğini tercih etmek, hem biyolojik çeşitliliğe katkı sağlıyor, hem daha az pestisit, gübre gibi girdi gerektirdiği için karbon salımı açısından kıyaslanamayacak düzeyde fark yaratıyor. Bunu yapan ve yapabilecek olan da küçük üreticiler. Agroekoloji, mutlaka ve bir an önce yönelinmesi gereken bir tarım yöntemidir ve gıda güvenliğimizi sağlayabilmemiz için tek ve en verimli yoldur. Agroekolojik yöntemlere geçiş yapıldığında yaşanan farkları açıklayan BM, 3.6 milyon hektar alanda tahıl ve kök bitkisi üreten 4.42 milyon küçük çiftçinin hane başına ortalama gıda üretiminde %73 (1.7 ton/yıl) artış, 542.000 hektar alanda patates, tatlı patates ve kasava gibi kök bitkileri üreten 146.000 çiftçinin gıda üretiminde ise %150 artış (17 ton/yıl) gözlemlendiğini açıkladı.

Farklı tarım modelleri dediğimizde de herkesin aklında aynı soru beliriyor: Organik tarımla, tarım zehri kullanmadan, kimyasal gübre kullanmadan milyonları doyurmak mümkün mü?

Organik tarım Türkiye’yi de doyurur, dünyayı da. Rodale Enstitüsü’nün 1981 yılında başlattığı, 30 yıl süren “Farming Systems Trial” (FST) bir tarafta konvansiyonel üretim, bir tarafta organik üretim yaparak her iki yöntemi ve sonuçlarını karşılaştırıyor. Bu yapılan araştırmanın sonucunda organik üretimin de, en az konvansiyonel kadar verimli olduğu, hatta kurak dönemlerde organik üretimin daha verimli olduğunu söylüyor. Yani dünyayı doyurmak için endüstriyel tarıma ve onun yöntemlerine ihtiyacımız olduğu, onlara mecbur olduğumuz doğru değil. Hatta bu bilinçli şekilde üretilen ve yayılan kocaman bir yalan. Organik tarımla ya da alternatif diğer pek çok doğa dostu tarım yöntemiyle de insanlığı doyurmak mümkün. Kaldı ki, mesele açlık değil, açgözlülük. Dünyayı doyurma iddiasıyla hareket eden endüstriyel tarım 70 yıldır açlığa bir çözüm bulabilmiş değil. Şu an dünyada 1 milyar insan açlık sınırında. Bu açlığın nedeni ise yetersiz gıda üretimi değil, gıdaya erişimde yaşanan adaletsizlik. Ve üstelik üretilen ürünlerin büyük bir bölümü mevcut tedarik zinciri ve ekonomik politikalar nedeniyle çöpe gidiyor, israf ediliyor.

Türkiye’de bizzat yerli üreticilerin iklim değişikliğinin etkilerini hissettiğini duydunuz mu? Yağış rejimi, sıcaklık, don veya yeni hastalık türleri var mı? Varsa mahsullerini nasıl etkiliyor?

Zamansız yağmurlar nedeniyle mantar hastalığı bulaşan iki dönüm domatesi bizzat kendi ellerimle sökmüşlüğüm var. O yüzden, evet, üreticiler artık iklim krizini bizzat yaşıyor. Bu ürünleri tüketen üreticiler de yaşıyor. İklim krizi artık tarlamızda ve soframızda. Ekim-dikim takvimleri tamamen şaşmış durumda. Yüzyıllardır benzer şekilde devam eden yağış rejimi artık çok farklı ve öngörülemez özellikte. Örneğin bu yıl zeytin hasadının olması gerekenden yarı yarıya az olduğunu duyduk Ege Bölgesi’nden. Henüz yeni bir hastalık duymadık ama mevcut hastalıklar artık öngörülemez zamanlarda geliyor. Kuraklık, yağış rejimlerinde değişimler, don gibi olaylar mahsullerin verimliliğini etkiliyor.

Gıda israfı da çok önemli bir mesele iklim kriziyle mücadelede. Türkiye’nin gıda israfı oranı nedir? Ne gibi uygulamalar yapılmalı israfı önlemek adına?

TÜBİTAK tarafından yapılan araştırmalara göre, israf edilen sebze ve meyve miktarı yıllık 12 milyon ton, ekmek sayısı ise günlük 4,9 milyon adet. Bunlar korkunç rakamlar. Bunu önlemek için bireysel olarak yapabileceğimiz şey, ihtiyaçlarımızı sorgulamak ve gerçekten ihtiyacımız olanı almak; yerel ve mevsimsel ürünleri seçmek. Kamunun yapması gereken ise endüstriyel tarımı değil, ekolojik, doğa dostu üretimi desteklemek. Kooperatifçiliği ve gıda topluluklarını teşvik etmek gerekiyor. Tedarik zincirinde üretici ve tüketiciyi doğrudan buluşturan çözümler üretmek. 100’ü aşkın kurum ve inisiyatifin oluşturduğu Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı, doğa dostu üretim yöntemlerinin geliştirilmesi ve tarım zehirlerinin yasaklanması için bir kampanya yürütüyor. Bu kampanyanın başarılı olup olmayacağı gıda güvenliğimiz için oldukça önemli.

EkoIQ Editör