#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

İklim Krizinden Genç Sesler: İklim Krizinin Büyüttüğü Nesil

Avrupa Birliği finansmanıyla Gazeteciler Cemiyeti tarafından yürütülen “Demokrasi için Medya/Medya için Demokrasi Projesi” projesi kapsamında hazırlanan “İklim Krizinden Genç Sesler” video serisi yayında. İklim Haber’den Barış Doğru, bağımsız gazeteci Burak Yalçınyiğit ve tasarımcı-yönetmen Selçuk Demirci ile birlikte gerçekleştirilen video serisinde, yaşları 15-18 arasında değişen 10 gençle yapılan söyleşilere yer veriliyor.

YAZI: İ. Burak YALÇINYİĞİT

İklim krizine önlem alınması talebiyle faaliyetlerde bulunan insanların sayısı dünya çapında giderek artıyor. Daha dikkat çekici olansa, bu kesimin yaş ortalamasının giderek düşmesi. İlk bakışta umut verici gözüküyor. Ancak ortalamayı yükseltecek kesim, yani ‘işinde gücünde’ olanlar bu konuya ilgi göstermedikçe ‘gelecek’ gençlik için hiç de heyecan verici değil, endişe veya umutsuzlukla eş anlamlı bir kelime olacak.

Avrupa Birliği finansmanıyla Gazeteciler Cemiyeti tarafından yürütülen Demokrasi için Medya/Medya için Demokrasi Projesi” kapsamında İklim Haber ve bağımsız gazeteciler tarafından hazırlanan “İklim Krizinden Genç Sesler” video serisinde Türkiye’de de sayıları giderek artan ortaokul ve lise öğrencisi iklim/çevre aktivistlerine verdik sözü. Bu görüşmelerin konusunun iklim kriziyle alakalı bilimsel veriler olmadığını şimdiden belirtmekte fayda var. Onlara geleceği sorduğumuzda, çevrelerinin ve dünyanın nasıl olup da daha şimdiden çok tekinsiz bir yer haline geldiği konusunda bizi aydınlattılar. Ama asıl çarpıcı olan ebeveynlerden siyasetçilere kadar yetişkinler hakkında sözlerini sakınmadan yaptıkları saptamalar ve toplumdaki cinsiyet ayrımcılığına ilişkin yorumlarıydı.

Kimileri aynı zamanda Gelecek İçin Cumalar (Fridays For Future) diye anılan coğrafyalar üstü bir hareketi de destekleyen gençler iklim krizinin doğurmaya başladığı büyük sosyal yıkımlara dikkat çekmek için sokakta ve internette faaliyetler düzenliyor. Bunların en dikkat çekeni ise pandemi sebebiyle şimdilik ara verdikleri ‘okul grevleri’. Çevresel ve sosyal felaketler konusunda ödevini yapmayan büyüklere tepki olarak cuma günleri derse girmeyi reddediyorlar.

Bu yazıda yaşları 15-18 arasında değişen bu arkadaşlarımızla yaptığımız görüşmelerin içimde başlattığı tartışmayı yansıtmaya çalışacağım. Bu 10 genç insanın nezdinde iklim ve çevre mücadelesi veren herkese selamlarımı iletirken, 2019’da genç yaşta kaybettiğimiz doğa ve hayvan özgürlüğü savunucusu, LGBTİ aktivisti, otorite ve tahakküm karşıtı vegan vicdani retçi Burak Özgüner’i de sevgiyle anıyorum.

 “Sizi İzliyor Olacağız”

2003 doğumlu Greta’nın 2019-BM İklim Zirvesi’nde söylediği bu söz dünyayı yöneten yaşlılarca “Olan bitene seyirci kalacağız” şeklinde anlaşılmış mıdır, bilinmez. Maya, Tibet, Zeynep, Defne, Duman, Bilge, İdil, Yiğithan, Duru, Elif ve diğerlerine bakarsak gelecekleri gasp edilmiş. O halde yaşamı tehdit altında ama imkanları kısıtlanmış bir canlı, kibarca şunu demek istemiş olabilir: “Ensenizdeyiz!”

Denizlerden içme suyu sağlamak, topraksız tarım, yapay et, elektrikli otomobil gibi fikirlerin temiz bir gelecek sağlayacağına inananlar var. Elbette birileri bunlara akıl yoracak. Fakat asıl konumuz bu mudur? Daha doğrusu bunlar iklim krizinin tetiklediği güncel ama kalıcı sorunlara çözüm sunar mı? Kıtlık, işsizlik, yoksulluk, zorunlu göç, şiddet içeren sosyal patlamalar, savaş ve çatışmalar, ölümcül hastalık ve salgınlar… Bunlar 20 ya da 50 yıl sonra olgunlaşmış bir ucuz yapay et piyasasının ortadan kaldıracağı sorunlara benziyor mu? Farkında mısınız, bunların her biri aynı zamanda rastgele seçeceğiniz bir diğerini besleyen yıkımlar. Baskıcı siyasi iktidarlar bunlar sayesinde derine temel atmaya çalışırken bir taraftan da ekolojik ve ekonomik zararlar veren iş yatırımlarına alan açarak bu döngülerin yenilerini başlatıyor. Kabus içinde kabus… Bu krizlere çanak tutan içinde yaşadığımız ekonomik sistem ama bir o kadar da sistemin bizlerde yarattığı zihin bulanıklığı. Buna şu günlerde en iyi örnek çoğunluğun virüs salgını sırasında hiçbir şey yokmuş gibi kendini işe gitmeye mahkûm bulması. Salgının yayılmasının sebebi işe gidenler mi yani?

Geniş coğrafyalarda faaliyet gösteren pek çok şirket, halka ilişkiler/tanıtım kampanyalarında, hedef kitlesine hani neredeyse “Yere çöp atmayınız, çimlere basmayınız” tadında çevreci öğütler veriyor. Bireylerin bıraktığı her atık insan olmayan bir canlı için sakatlanma, yaralanma, sıkışma, hastalanma, zehirlenme yani ölüm tehdidi tabii ki. Ne var ki aktivistlerin de dikkat çektiği gibi plastik pipet, plastik poşet, vs. kullanarak yarattığımız toplam kirlilik, bir petrol şirketinin başlattığı tüketim zincirinin, kimyasal sanayi dallarının ya da başta enerji santralları olmak üzere fosil yakıt kullanan sayısız endüstriyel tesisinin yarattığı bütüncül etkiyle kıyaslanamaz. Dünya toplumu olgunluk gösterip, kararlı biçimde organize olup siyasi iradeleri ve iş dünyasını dönüşüme zorlamadıkça adaletsizlik ve felaketler katlanarak geleceğe taşınacak.

Çevresel felaketlerin büyük ölçüde yaşamlarımızda konfor sağlayan sanayilerle ilişkili olduğu bir gerçek. İklim mücadelesini hakir görenler bundan yola çıkarak tartışmayı “Ya o, ya o” diye kilitlemeyi marifet sayıyor. Ama bilimin uzun zamandır dünya sakinlerinin hizmetinde değil de, kolay yoldan kâr elde edip gücü elinde tutmak isteyenlerin tekelinde olduğunu görmezden geliyorlar. Üçüncü bir seçenek yaratmak çevrecilikten çok herkes için, her canlı için adalet istemekle alakalı. Aktivist gençlerin istediği de bu ama bir yüce gönüllülük kalkışması içinde değiller. Kâr gütmeyen sorumluluk sahibi bir medeniyet olmak istiyorlar. Çevre felaketlerinin katlandığı bir dünyada, bugünkü tüm diğer toplumsal sorunların artacağını öngörebiliyorlar. Yaşanan sıkışmanın bugünkünden çok daha baskıcı yönetimleri ortaya çıkarması ihtimali azımsanmamalı. Bunları bir bilimkurgu filminde izleyen yaşını başını almış biri en azından “Allah yazdıysa bozsun” der. Gençler ise başlarına geleceği hesap etmiş ve bugünkü yöneticilerin icraatlarının alın yazıları olarak sonuçlanmasını istemiyor.

Akılları Bir Karış Havada, Toprakta, Suda…

İdari ve ekonomik politikalar dünyanın her yerinde insanları seçeneksiz bırakıyor ve istemediği tercihlerde bulunmaya itiyor. Baskılardan, geçim derdinden, sağlık sorunlarından bunaldık. Ama ilginç bir şey var. Yetişkinler gençlerin yarını için bir şey yapamıyorken, genç kuşak yetişkinlerin bugününe umut olacak gibi. Z kuşağı diye tanımlanan kitle pek yakında seçmen statüsü kazanacak ve sayıları her sene artacak. Büyükler -belki yeryüzünde daha az zamanları kaldığı için- kısa vadeli sözde çözümlerle yetinmeye razı. Ne var ki iklim krizi ve sebep olacağı sosyal yıkımlar açısından kritik bir eşikteyiz. Dünyanın her yerinde gençleri harekete geçiren şey de bu aciliyet. Araştırıp öğrenen, üstüne düşünen, kendisi ve diğerleri için adil ve etik olanın, iyi olanın ne olduğunu görmeye çalışan ve o yönde harekete geçen kişilerden bahsediyoruz. Kâr amaçlı büyük işletmelerin yarattığı ekolojik tahribat ile ekonomik/sosyal tahribat arasındaki bağı okuyabiliyor ve bunda siyasi iktidarların (ve hatta muhalefetin!) oynadığı rolü görüyorlar. Kafası böyle çalışan insanların toplum mühendisliği, cinsiyet ayrımcılığı, ötekileştirme, nefret söylemi, ifade özgürlüğü kısıtlaması gibi şeylerle karşılaştığında vereceği tepkiyi tahmin etmek güç değil. Elini uzattığı anda bilgiye ulaşabilen bu gençlerin şahit oldukları karşısında sessiz, eylemsiz kalmaları ancak ölümsüzlük hayali kuran, olgunlaşmamış birinin hayali olabilir. Kısacası artık bir siyasetçi söz gelimi internet yasaklarının gereğinden bahsederse muhtemelen ayağına sıkmış olur. Normalde seçim günü uyuyacak bir topluluktan örgütlü bir karşıt kesim yaratabilirsiniz. Yine de nabzıma göre şerbettense, kimin ne olduğunu bilmeyi tercih ederim.

Gençlerle mülakatlarımızda gördüğüm şey oy vermek veya siyasete girmek için ya da vizyonlarını mesleklerinde, sivil inisiyatif alanlarında, sanatsal çalışmalarda üretime dönüştürmek için gün saydıkları. Bununla birlikte dünyada, ülkelerinde ya da şehirlerinde yaşananlar karşısında yetişkinlerin tepkisiz kalmasına anlam veremiyor, onlara güvenmiyor, inanmıyorlar. Biriken sorunlar karşısında yalnız hissediyorlar ama çaresiz değil… Geleceklerini güvence altına almak için olan bitene müdahil olmaya mecbur olduklarını düşünüyor ve belirleyici konuma gelmek için emek veriyorlar. Yani başka bir deyişle olayların akışı, çözümü getirip sorunun asıl muhatabının eline bırakıyor. Doğanın mucizesi mi? Bu çocukların iklim krizinin çözümü konusunda mucizeye inanmadıklarını söylemeye gerek yok sanırım.

Yetişkinlik ile gençlik arasındaki temel farkın tecrübe ve bilgi olduğunun kabul gördüğü bir kültürel mirasa sahibiz. Gençler hep farklı olana, aykırı olana meylederek kuşak çatışmasında taraf oldu. Yerel dinamiklerin bâki olduğunu tecrübe etmiş büyükler de küçükleri yola getirmek için uğraş vererek doğru bildiğini yaptı. Doğrusu yıllar geçtikçe benim de (daha) gençlerin kimi yönelimlerine burun kıvırdığım oluyor. Bunda orta yaşlı olarak sınıflandırılmanın acısı da vardır ama galiba kimin, ne noktada haksız olduğunu tartışmaktan ziyade başka bir şeye dikkat vermek lazım: Yetişkinlerin çocuklara ve gençlere kendilerininkinden daha verimli bir hayat hikayesi oluşturmalarında katkı yapmaları, dünyanın her yerinde ezelden beri bir ahlaki değer hatta görev olagelmiş. Onlarla konuşmalarımızda bu konuyla ilgili yorum yaptılar:

“Madem öyle, tüm bilimsel ve sosyal veriler bir yıkım için alarm veriyorken neden hiçbir şey yokmuş gibi davranıyorlar? En pahalı okullara gönderme hayali kurdukları bizlerin geleceğini bu kadar ilgilendiren bir konuyla neden ilgilenmiyorlar? Bu konuda bir şey yapamıyorlarsa, ne hakla bizim de öylece oturmamızı bekliyorlar? Umursamazlıklarını, pasifliklerini yetiştirdikleri çocuklara aşılamalarından korkuyoruz.”

Bu sözlerin adresi, ebeveynlerden finansal ve siyasi gücü elinde tutanlara kadar tüm yetişkinlerdi. “Siyaset senin neyine, otur dersine çalış”; bu ifade ise 1980 Darbesi’nde atasözü ve deyimler sözlüğüne girdiğinden beri gençleri beyinsel faaliyetin zararlarına karşı uyarıyor. İklim aktivisti ortaokul/lise öğrencilerinden de mücadeleyi üniversite sonrasına ertelemeleri isteniyormuş:

“Okula neden gidiyoruz, geleceğimiz için. Böylelikle iyi bir meslek sahibi olacağız da, sonra? Çevresel ve sosyal krizlerle dolu bir gelecekte iyi bir eğitim, iyi bir meslek ne işimize yarayacak? Biz öğrencilerin şu an bir yaptırım gücü yok. Ama okul grevi yapıp sıraları boş bıraktığımızda toplumun dikkatini iklim krizine çekebiliriz. Biz zaten geleceğimize sahip çıktığımız için eylemdeyiz.”

Bunun Hababam Sınıfı’yla bir alakası yok, okul kırmanın bu olmadığını hepimiz biliyoruz. Bu alıntıyı yaptığımız gençler çok da uzak olmayan bir gelecekte bağımsız bireyler olarak yetişkinlerin arasına katıldıklarında çok daha aktif olacaklarını söylüyor.

Sükût Altınsa, Söz Küçüğün

Hayatın beklenmedik sıkıntılarla, çatışmalarla, krizlerle dolu olmadığını söyleyebilecek biri var mı? Çocuğunuz gelecekte bunlarla karşılaştığında kaderine razı bir şekilde beklesin mi isterdiniz? Yoksa erken yaşta sorumluluk alabilen, mücadeleci, özgüvenli bir karakter geliştirmesini mi? Diğer yandan dünya elbette gençlerin malı değil. Hepimiz kalan zamanımızı en güzel, en verimli şekilde geçirmek istiyoruz. Yaşımız ne olursa olsun, daimi mutluluk olmasa bile sevinçler, heyecanlar yaşamak, zorluklarla mücadele gücü bulmak ve belki üstesinden gelme tatmini yaşamak isteriz değil mi, her canlı gibi? Hani denir ya ‘o çocuk’, muhtemelen herkesin içinde yaşıyor. Ben O’nun hiçbir döneminde bir çocuk olmadığını ama ötelendikçe çocuklaştırıldığını düşünüyorum. Belki çocuk ve gençlerle üstüne titrenen birer proje kategorisinde ilişki kurmamız da kendimizi unutmamıza sebep oluyor. Kafamızda yarattığımız ideal yaşam kıstasları doğrultusunda gösterdiğimiz özen ise gençlerin potansiyeline ket vurmamalı. Gelecekteki ideal yaşamın hayalini kurmak, bu yönde çalışmak yabancısı olduğumuz tutumlar değil ama başka bir bakış açışıyla belki haddimiz de değil. Belki kimse kendinden sonrası için sorumluluk hissetmek zorunda bile değil. Çünkü bu düşüncelerle oluşturulan toplumsal kurguların insan gibi değişebilen, çok yönlü bir yaşam formuna uygun düşmeyen, hesap hatalarıyla dolu, hatta faşizan sonuçlar verme ihtimali de var. Yeryüzünün tarihi anlık ya da uzun vadeli olaylar sonucu kimi türlerin yokoluşu ve yenilerinin yükselişiyle dolu. Çok uzaktan bakınca bir tesadüfler silsilesi. On binlerce yıldır yolunu arayan insanlığın eylemleri ve bunların sonuçları da akışın bir parçası. Varacağı nokta küresel ısınma da olsa… Yani hiçbir şey doğanın hep süregelmiş kaotik adaletinden, kozmozun matematiğinden muaf değil.

Yukardaki paragrafı okuyunca kızacak kişilerden daha önce bahsettiğimiz ‘büyüklerin küçüklere karşı ahlaki sorumluluğu’ üstüne biraz düşünmesini beklerim. Bilimin öngördüğü gelecekteki çevresel ve toplumsal felaketlerin önünü, denetimsiz kapitalist girişimlerle kol kola giden siyasi tercihlerimizle biz açmadık mı? Yoksa bu tercihleri belirleyen şey nesillerdir muhafaza ettiğimiz ahlakımız mı? Acaba o ahlak başka bir canın hakkının gaspı pahasına yüzleşmediğimiz korkularımız, kibrimiz, bencilliğimiz, zalimliğimiz, kendimizi kapattığımız hapishanemiz mi? Bu bağlamda yere çöp atmamaktan önce şirket-siyaset işbirliğine karşı bir toplu irade ortaya koymamız gerekmiyor mu? Gençlerin gelecekte daha iyi bir hayata sahip olmaları için elimizden pek bir şey gelmiyor mu; o zaman kendi kaderlerine hükmetmelerini engellemediğimizden de emin olmamız gerekmiyor mu? Böylesi daha ‘ahlaklı’ ya da daha ‘doğal’ değil mi? Hukuksuzluğun konjonktürel bir norm olması, hatadan dönmenin en yüksek erdem olduğunu unutturmasın. Bizim ve gençlerin hayatı üstünde tahakküm kurarak çıkar elde edenlerin ekmeğine yağ sürmemek lazım. Bence gençler toplumdaki ‘büyüklerinin’ öğrettiği gibi iyi, güzel ve doğru olmayı değil, insanca yaşanabilir bir dünyada yaşlanmayı istiyor:

“Bize kulak vermeliler. Yaşı küçük birinin söylediklerinin ille de yanlış olacağını düşünmeleri çok yanlış. Biz dünyanın, toplumların sorunlarına ilişkin büyüklerden çok daha fazla bilgiye sahibiz. Elimizin altında internet var. Çok etkin kullanabiliyoruz. Bizi dinleseler belki kendileri de daha mutlu, kaliteli hayatlar sürecek. Eylemlerimizde olmalarını isterdik. Ama geldiklerinde kendi korkularını bize aşılamamalılar. Bizi etkisizleştireceklerse gelmesinler. Bazen bize katılıyorlar ama bunu sadece çocukların eğlendiği bir şenlik olarak görüyorlar, fotoğraf çekiyorlar, mutlu aile tablosu oluşturuyorlar. Halbuki biz ciddi bir sorun için oradayız, ona göre davranmalıyız. Eğer faaliyetlerimizde yanlışlarımız olduğunu düşünüyorlarsa iklim/çevre mücadelesinde ön safları tutsunlar, bizi doğrusuna yönlendirsinler, biz de peşlerinden gidelim.”

Alıntı yaptığımız son cümle sadece ‘gölge eden’ ailelere ve diğer büyüklere değil, aktivistleri eleştiren tüm kesimlere yanıt olarak sarf edildi. Organize olmaya çalışan gençlerin yaşıtlarınca ‘trollenmesini’ geçtim de koca koca insanların oturduğu yerden bu arkadaşların üstüne çullanmasını izlemek çok gerçekten asap bozucu. Refah seviyesi yüksek ve görece özgür toplumlara, oralardaki yüzü gülen, ölümcül bir geçim derdi olmayan, kendinden emin insan imgelerine özendikleri gerekçesiyle onlara öfke kusanlar var. “Yeşil enerji firmalarının pompaladığı romantik çevreciler” denerek küçümseniyorlar. Toplumumuzu sömüren dış mihrakların oyununa geldikleri düşünülüyor. Ama her gün emperyalist komploların deşifre edildiği bu ülkede, mitinglerde askeri operasyonları kutsarken sesi kısılanlar kendi evladı için ‘bedelli’ bekliyor, Suriyeli göçmenlere karşı sosyal medyada vatanın bağımsızlığını savunanlar ilk fırsatta ‘altımızı oyan’ memleketlerden birine kapağı atmayı umuyor. Peki tarım havzasına, ormana, temiz su yatağına termik santral, maden, otel ya da başka bir kapitalist işletmeyi akla ya da hukuka aykırı biçimde, üstelik jandarma korumasında kurmak kimin kime kazığı? Bu konularda bilinçlendirme çalışması yapan bir sivil toplum kuruluşunun kayyum kontrolüne girmesini ve kapanmasını sağlayabilecek yeni düzenlemeyi de listeye ekleyelim.

21. yüzyıl teknolojinin de katkısıyla kuşaklar arasındaki bilgi/tecrübe hiyerarşisinde dalgalanmaların gözlendiği, genç bir çağ. Yeni nesillerin sportif faaliyetlerdeki hünerlerini ya da mesela odalarında kotardıkları ‘amatör’ müzik/video prodüksiyonlarını ağzım açık izliyorum. Genlerimiz belli ki daha öteye gitmek için çabalıyor, ama çocuklar da öyle. Maharetlerini fikri alanlarda da göstereceklerini ummak yerinde olur. Bununla birlikte yeni kuşağı bilinç konusunda öne geçirmekte olan başlıca unsur, internet sayesinde asıl yerel olanın tüm dünya olduğunu farketmiş olmaları. İnternet sadece sonsuz bir bilgi, haber ve eğlence kaynağı değil, farklı kültürlerin dertlerini anlayıp oralardan arkadaş edinmek için de bir araç. Yani buradan dört yanı düşmanlarla çevrili vatandaş psikolojisi çıkmaz. İnterneti kapatmanız lazım.

İklim Krizinin Büyüttüğü Nesil

Aktivist gençler iklim, çevre denince hissettiklerini endişe ve korku, umutsuzluk, öfke şeklinde özetlediler. Bunlar krizin kendisinden çok, sorumlu tuttukları yetişkinlere yönelttikleri duygular. Kendilerini harekete geçmeye mecbur hissediyorlar, çünkü kendi sözleriyle “Kimse bir şey yapmıyor!” Bu durum iç dünyalarında ne olup bittiği sorusunu da gündeme getiriyor. Kimisi ergenlik bunalımı diye kestirip atıyor. Bu hassas konuda ruh bilimciler konuşmalı. Lâkin konu ergenlik psikolojisinin yanı sıra gelecekte yaşanması beklenen felaketler. Genç iklim hareketini sadece ruh bilimsel bir yaklaşımla ele almamalı. Yoksa iş güvenliğinin olmadığı bir maden ocağında hayatını kaybeden 301 Somalı işçinin evine dini tarikat temsilcisi göndermiş gibi olursunuz. Malûm, ailelere davalardan vazgeçmeleri telkininde bulunmuşlardı. Gençlerin iklim şehidi olmak gibi bir dertleri yok. Onlar iklim krizinin kurbanı olmak istemiyor. Yetişkinlerin bu hareketi eleştirirken serinkanlı ve çok yönlü düşünmemesi, olgunluk ve haysiyetle bağdaşmıyor. Kişiyi kendinizden bilmeyiniz.

Bu yazının yazıldığı gün gelen haberlere göre yaşadığım şehir İstanbul’un barajlarındaki su miktarı %20’nin altına inmiş durumda. Toplum paniğe sevk olacak mı, bilmiyorum ama bu yıl da yağmur ve kar yağışı pek beklenmiyormuş. Hatlardaki borularda çatlaklar var ve salgın zamanı dezenfeksiyon için de su lazım. Bu gerçeklik karşısında tedirgin olmak için illa çocuk mu olmak lazım? Acaba hangi uzak şehirdeki bir kaynağın suyu İstanbul’un zimmetine geçirilebilir? Tam da zamane yetişkininin düşüneceği çözüm… Kalıcı bir çözüm için toplumun tek çaresi idari, ekonomik ve sosyal politikaların hukuki ve ekolojik bir yöne evrilmesi için baskı yapmak.

Kim bilir daha neler yapacaklar ama şimdilik derslere girmeyen iklim aktivistlerinin erişkin kesime olgunluk üstünden verdikleri notlar çok düşük. Biz ‘yetişkinler’ bu insanları çocuklaştırdığımız sürece öyle gözüküyor ki asıl büyük sorunları gözden kaçırmaya devam edeceğiz. Aşınmamış bellekleri sayesinde adaletsizliği tüm perdelemelere rağmen en saf haliyle ifşa edebilen bu arkadaşlarımızın varlığı, kendilerinin de belirttiği gibi yetişkinler için çok büyük bir şans. Onları küçük görmeden eşit bireyler olarak kabul etmeyi başarırsak kuracağımız ortaklık her iki taraf için de özgürleştirici olacak. Belki o vesileyle kendi gençliğimize, çocukluğumuza açılan bir geçitten geçeceğiz. Hem mutlu anların bedelini azaltıp sayısını artıracağız, hem de güzellikler uğrunda harcanan kolektif emeğin ne kadar diriltici olduğunu farkedeceğiz. Olgunca olmaz mıydı? Yani ânı yaşayarak ömrü uzatmak mümkün. Çiçekten, böcekten bahsetmiyorum. Asalak beklenti ve endişelere karşı korunaklı, kibirsiz bir ‘ekolojik karaktere’ sahip olmak… Aktivistlerin, buluşmalarımızda bana bilim kurgu/fantazi filmlerini anımsatan bir his yaşattığını söylemeliyim. Büyümüş de küçülmüş deme gafletinde bulunmayın, sanki gelecekten gelmiş kişilerle konuşuyordum. Şimdi onlar sayesinde ben de zamanda yolculuk yapabiliyorum:

1990’ların başı… Çok satan bir gazetenin arka kapağında, muhtemelen dış basından alıntı, hafif bir haber… “İklim ve çevre sorunları 2020’lerde kuraklık, kıtlık, yoksulluk ve çatışma olarak kendini iyice…” diye gidiyor. Okuduklarımı aklımdan çıkaramıyorum. Camdan bakıyorum, uzaktaki semtlere kadar alabildiğine bina… Ya bu haberi herkes görmediyse? Denk geldiğim her musluğu sıkarak nereye varabilirim?

Videolara buradan ulaşabilirsiniz.

Dr. Barış Doğru

#ekoIQ ve iklimhaber.org Yayın Yönetmeni, Sürdürülebilirlik Uzmanı