#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
iklim krizi

İklim Krizinin Farklı Yan Etkileri

Bireysel boyutta yaşadıklarımızın, aslında tüm toplumda hatta tüm gezegende ortak bir problem olduğunu bilmemiz önemli. 

YAZI: Aynur KOLBAY HÜLYA, MarjinalSosyal STK İletişim Sorumlusu ve Strateji Dep. Koordinatörü

İklim değişikliğinin, günümüze daha uygun ifadesiyle iklim krizinin etkisinin bir zamanlar basite indirgendiği haliyle yalnızca bir sıcaklık artışı olmadığını son yıllarda birebir maruz kaldığımız felaketler aracılığıyla anlamış durumdayız. Araştırmalara göre, 1970’ten itibaren görülmemiş bir hızla artan küresel yüzey sıcaklıklarının sonucu olarak kuraklık, şiddetli yağışlar, yangınlar, seller, denizlerdeki kirlilik, buzulların erimesi ile karşılaşıyoruz. Ve tüm bunlarla bağlantılı olarak bitkilerin, hayvanların,  ekosistemlerin ve elbette insanlığın yaşamının da büyük bir risk altında olduğunu aşama aşama deneyimliyoruz.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi işin bir de çok düşünmediğimiz, belki de düşünmekten uzak durduğumuz psikolojik boyutu da bulunuyor. Genellikle gelişmiş ülkelerde gerçekleştirilen araştırmalar sonucunda iklim krizinin insan psikolojisinde çok büyük etkiler yaratmaya başladığı görülüyor.  Bu etkileri tanımlamak üzere son dönemlerde pek çok yeni kavram ortaya çıktı.

Yeni Kavramlar, Yeni Korkular

İklim olaylarının insanlarda yarattığı anksiyete duygusuna istinaden eko-anksiyete ya da ekolojik kaygı, gerçekleşen olaylar karşısında bireysel olarak yetersizlik ve suçluluk duygularına karşılık eko-suçluluk, iklim değişikliği nedeniyle pek çok canlı ve ekosistem kaybına karşı duyulan yas duygusunu tanımlamak üzere eko-yas gibi kavramlar, başta gençler olmak üzere insanlar arasında oldukça yaygınlaşan duygular olmaya başladı.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı Çocuk ve Gençlik Temel Grubu’nun 2021 yılında, 7 binden fazla katılımcıyla gerçekleştirdiği etkinlikte; gençler, iklim değişikliğinin kendilerinde depresyon, kaygı bozukluğu, şimdiden ziyade geleceğe yönelik belirsizlik, korku ve endişe yarattığını ifade ettiler. Dünya geneline baktığımızda, veriler doğrultusunda 2100 yılına dek sıcaklıkların artmasına bağlı olarak 83 milyon kişinin hayatını kaybedeceği tahmin ediliyor. Amerika’da iklim değişikliğinden birebir etkilendiğini ifade edenlerin sayısı son 10 yılda %10 arttı. Bu alanda gerçekleştirilen araştırmalar şimdilik belirli ülkelerle sınırlı olsa da “İklim değişikliğinden ve ruh sağlığı üzerindeki etkilerinden tüm dünya etkileniyor” dememiz oldukça doğru.

Sel, yangın, aşırı hava olayları gibi durumlara birebir maruz kalınmasa dahi insanlarda hem doğanın hem de içinde yaşadıkları toplumun yapısının değiştiğine dair kaygı bozukluğu oluşuyor ve büyüyor. Bir de bu etmenlerin yüksek oranda hissedildiği coğrafi bir bölgede, ekonomik düzeyi düşük bir toplumda yaşıyorsanız, kronik bir hastalığa sahipseniz ya da herhangi bir engeliniz varsa etkileri misliyle hissetmemeniz işten bile değil!

Peki, ya Türkiye’nin Ruhsal Sağlığı?

UNDP’nin G20 ülkelerinde gerçekleştirdiği ankete göre, Türkiye’de gençlerin %73’ü iklim krizinin aciliyetinin farkında. Gençlerin %64’ü ormanları ve toprağı korumayı, %64’ü daha fazla güneş, rüzgar ve farklı yenilenebilir enerji, %62’si ise iklim dostu tarım istediğini ifade ediyor.

S360’ın VeriNays araştırma şirketiyle birlikte 66 ilde gerçekleştirdiği araştırma sonuçları ise farklı bir Türkiye gerçekliğini gözler önüne seriyor. Türkiye’deki gençler iklim krizi ve buna bağlı etkilerin farkında olsalar dahi katılımcıların %82’si iklim değişikliğini Türkiye için ilk üç sorun arasına koymuyor.

Aynı soru dünya için sorulduğunda ise en önemli sorunun iklim değişikliği olduğu dile getiriliyor. Ülke olarak belki de ilk kez dünya ile ortak bir sorunumuz olmasına karşın gençlerin ekonomi, eğitim ve kariyer gibi alanlarda yaşadıkları sıkıntılardan iklim krizi için dertlenmeye fırsat bulamadıklarını ya da yeni yeni endişelenmeye başladıklarını görüyoruz. Toplumun geneline baktığımızda ise Türkiye’nin yeni kavramlar arasında en fazla eko-yas ve eko-anksiyeteyi yaşadığını söyleyebiliriz sanırım. Son birkaç yıldır üst üste yaşanan yangınlar, seller, hayatını kaybeden insanlar, hayvanlar ve yok olan ekosistemler insanlarda bir yas veya kaybetme korkusu ile “Bundan sonrasında ne olacak, sırada ne var?”  gibi kaygılara neden oluyor. Tüm bunlar genel olarak ele alındığında Türkiye’nin de dünyadaki pek çok ülke gibi iklim krizi nedeniyle ruhsal durumunun birebir etkilendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Nasıl Başa Çıkıp, Üstesinden Geleceğiz?

Bakıldığında bireylerin bu ölçüde ruhsal sıkıntı yaşamasının altında, aslında dünyanın en büyük şirketleri ve iklim krizinin yaratıcıları tarafından insanlara yüklenen gereğinden fazla sorumluluk ve yaratılan algı yatıyor. Bugün araştırmalar ve veriler, küresel seragazı salımının çok büyük bir oranının aslında fosil yakıt kullanan şirketler nedeniyle olduğunu açıkça ortaya koyuyor. İklim krizine bağlı ruhsal durumumuzu dengede tutabilmenin en büyük yolu, bireysel olarak kendimizi biraz daha rahat bırakmaktan geçiyor olabilir. Rahat bırakmak, sorumluluk üstlenmemek ya da bu konuyu düşünmemek değil elbette. Ama bu konuda bireysel olarak atılabilecek adımları (Örneğin; su ve elektrik tüketimini bilinçli bir şekilde gerçekleştirmek, mümkün olduğunca toplu taşıma ya da bisiklet kullanmak, çöpleri ayrıştırmak vs.) gerçekleştirdikten sonrasını şirketlere ve hükümetlere bırakmak kaygı ve suçluluk duygularıyla başa çıkmada oldukça fayda sağlayabilir.

Hükümetlere, politika üreticilere etki edebilmek, onlardan bu konuda aksiyona geçmelerini talep etmek de çok büyük öneme sahip. Özellikle STK’ların, toplulukların ve elbette toplumun itici gücü çok önemli. Kurumların iklim krizine karşı yaptıklarını tüm şeffaflığıyla açıklamalarını talep etmek, tüketici olarak gerçekten eyleme geçen şirketleri ya da markaları tercih etmek, yalnızca kötü haberleri değil; atılan güzel adımları, elde edilen başarıları da gündeme taşımak aksiyon alma konusunda daha motive edici ve umut verici olacaktır.

Bireysel boyutta yaşadıklarımızın, aslında tüm toplumda hatta tüm gezegende ortak bir problem olduğunu bilmemiz önemli. Ruhsal olarak çektiğimiz sıkıntıların farkında olmamız ve başa çıkabilmek için yöntemler geliştirmemiz bize iyi gelecektir. Henüz umudun kaybolmadığını, hem bireysel hem de hükümetler ayağında atılacak adımlarla çok daha iyi bir geleceğin mümkün olabileceği umuduna tutunmamız hepimizin bu süreçleri daha sağlıklı atlatmasını ve gençlerin umudunu canlı tutmalarını sağlayacaktır.

Marjinal Sosyal

Kolektif Amaç Sorumluluk Projelerinin Geliştirilmesi ve Uygulanması | Marjinal Sosyal