#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
iklim mucadelesinde neler oluyor neler olmuyor

İklim Mücadelesinde Neler Oluyor? Neler Olmuyor?

Varşova’da gerçekleştirilen son İklim Zirvesi COP19’un da hayalkırıklığı yaratması, küresel ölçekte sivil toplum hareketlerini, “iş başa düştü” anlayışıyla daha da aktif hale getirmiş görünüyor. Türkiye’de ilk kez toplanan Sivil İklim Zirvesi ve açıklanan deklarasyon da bunun iyi bir yerel yansıması olarak okunabilir.

Varşova’da gerçekleştirilen son İklim Zirvesi COP19’un da hayalkırıklığı yaratması, küresel ölçekte sivil toplum hareketlerini, “iş başa düştü” anlayışıyla daha da aktif hale getirmiş görünüyor. Türkiye’de ilk kez toplanan Sivil İklim Zirvesi ve açıklanan deklarasyon da bunun iyi bir yerel yansıması olarak okunabilir.

İklim değişikliğini inkâr etmek ve oluşturduğu tehditleri göz ardı etmek artık imkansız. Eylül 2013’te yayınlanan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 5. Değerlendirme Raporu, iklim değişikliğinin hafife alınamayacak bir “gerçek” olduğunu kesin bir dille ortaya koydu. “İklim Değişikliğinin Fiziksel Bilim Temeli” başlığıyla yayınlanan IPCC 5. Değerlendirme Raporu’nun üç ana mesajı bulunuyordu:

  • Küresel ısınma kesin olarak gerçekleşmektedir. Atmosfer ve okyanuslar ısınmıştır, kar ve buz miktarı azalmıştır, deniz seviyeleri yükselmiştir ve seragazlarının yoğunluğu artmıştır.
  • İnsanın iklim sistemi üzerinde belirgin bir etkisi bulunmaktadır. 20. yüzyılın ortalarından itibaren gözlenen küresel ısınmanın en büyük sorumlusu insandır.
  • Seragazı emisyonlarının devam etmesi daha fazla ısınmaya ve iklim sisteminin bütün bileşenlerinde değişikliğe neden olacaktır.

Sonuç olarak, 5. Değerlendirme Raporu, daha önceki raporlardan daha emin bir şekilde şunu söylüyordu: İklim değişikliğini sınırlamak seragazı emisyonlarını sürekli olarak ve önemli miktarda azaltmayı gerektirir.
IPCC’nin Değerlendirme Raporları önemlidir. Her biri, iklim değişikliğiyle ilgili siyasi müzakerelerde yeni bir dönemin başlamasına neden olmuştur. Beş altı yılda bir yayınlanan bu raporlar, iklim değişikliği konusundaki en ciddi ve kapsamlı referans noktalarıdır. 1. Değerlendirme Raporu 1990’da yayınlanmıştı. Bu ilk rapor, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (BMİDÇS) zeminini ve gerekçesini hazırlamıştı. Daha sonra, 1992’de BMİDÇS, Rio’daki Dünya Zirvesi’nde imzaya açılmıştı. 1995’te yayınlanan 2. Değerlendirme Raporu ise Kyoto Protokolü için önemli bir altlık oluşturmuştu. 2001’deki 3. Değerlendirme Raporu da, BMİDÇS ve Kyoto Protokolü’nün geliştirilmesine önemli katkılarda bulunmuştu. 2007’deki 4. Değerlendirme Raporu, sürdürülebilir kalkınma politikaları ve iklim değişikliği arasında ilişki kurarak, konunun daha geniş kitleler tarafından bilinmesine katkıda bulunmuştu. Sonuç olarak, 2014 yılında finalize edilecek 5. Değerlendirme Raporu’nun ilk bölümü olan Fiziksel Bilim Temeli’nin 27 Eylül 2013’te açıklanması ve hükümetler tarafından onaylanması önemli bir gelişmeydi. Rapor; geçmişteki raporlardan daha kapsamlıydı, kesin ifadelere yer vermişti, iklim değişikliğinin bir söylenti ya da dedikodu olmadığını, çağımızın en meşakkatli meselesi olduğunu, ciddiyetini ve önemini son derece açık ve net biçimde belirlemişti.

Kasvetli Bir İklim Zirvesi Daha: Varşova COP19 
Kasım 2013’te Varşova’da gerçekleştirilen Birlemiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı (COP 19) öncesinde artık iyice biliyorduk; iklim değişikliği yaşanıyordu, insan faaliyetleri iklim değişikliğine neden oluyordu ve seragazları azaltılmadıkça iklim değişikliğini önlemek mümkün değildi. Bununla birlikte, Kopenhag’da gerçekleştirilen COP 15’ten sonra iklim değişikliğiyle mücadele konusunda yaşanan müthiş hayal kırıklığı ve umutsuzluk her tarafı öyle bir sarmıştı ki, IPCC raporunun önemli mesajlarına rağmen, Varşova’daki COP 19’da bir şeylerin değişeceğine dair büyük bir beklenti oluşmamıştı. Sonuç olarak COP 19’un yıldız bir konferans olmayacağı başından belliydi. Yine de bugüne kadarki en başarısız, kasvetli ve trajik COP olacağını da kimse tahmin etmiyordu. COP 19’un ana amacı, 2015’te Paris’te yapılacak COP 21’de imzaya açılacak yeni iklim sözleşmesinin hazırlıklarının yapılmasıydı. Ancak ortaya çıkan tablo, iklim müzakereleri açısından ölümcül olmasa da, sürecin ciddi bir sıkıntıya girdiğini ve tehlikede olduğunu gösterdi. Japonya’nın geçmişteki emisyon azaltım taahhütlerinden vazgeçtiğini açıklaması ve Avustralya’nın ulusal iklim mevzuatını yumuşatmaya gitmesi ve bu kararın Kanada Hükümeti tarafından tezahüratla karşılanması, sanayileşmiş ülkelerin iklim değişikliğinden doğrudan etkilenen yoksul ve hassas durumdaki insanlara karşı duyarsız ve iyi niyetten uzak yaklaşımını gözler önüne serdi. Pek çok zengin ülkenin tavrı öylesine kötüydü ki, küresel iklim krizinin çözülmesi için mutlaka başarıya ulaşması gereken ve çok önemli bir süreç olan BMİDÇS baltalandı ve adeta çıkmaza girdi. COP 19 ile aynı tarihlerde Filipinler’de büyük yıkıma neden olan Haiyan tayfunu gibi iklim felaketlerinin, iklim değişikliğinin ana sebebi olan sanayileşmiş ülkeler tarafından yeterince önemsenmemesi ve bu ülkelerin sorumluluk almayı bir türlü kabul etmemesi COP 19’un trajik yönlerini gözler önüne koydu. Konferans’ta zengin ülkelerin uluslararası mekanizmaya dahil olmayı reddetmesi, kayıp ve zararlarla ilgili görüşmeleri durma noktasına getirdi.
Tarafların ulusal taahhütlerinin iletişiminin ne zaman yapılması gerektiği ve emisyon hedeflerinin aşağıdan yukarıya mı (ülkelerin kendilerinin belirlediği hedefler), yoksa yukarıdan aşağıya mı (uluslararası mutabakatla belirlenmiş hedefler) olması gerektiği konularında önemli anlaşmazlıklar yaşandı. Varılan noktada, bir sonraki COP toplantısına kadar tarafların ulusal “katkılarını” belirlemek için hazırlık yapmalarına karar verildi. Burada “taahhüt” yerine “katkı” sözcüğünün yer alması, bırakın ilerlemeyi, tersine dönüşü gösterdi ve ciddi biçimde kaygı uyandırdı.

Temiz Kömür Oksimoronu 
Sürdürülebilir bir gelecek için önemli bir adım olması beklenen Varşova İklim Konferansı’ndan sonuç olarak hiçbir şey çıkmadı. Varşova’da hiçbir taraf emisyon azaltım taahhüdünde bulunmadı ve 2020 öncesinde iklime uyuma katkısını artırmadı. Böylece 2015 Paris anlaşmasının temellerinin atılmasının beklendiği konferansta alınan kararlar, henüz bu işin çok başında olunduğunu gösterdi. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, COP 19 devam ederken aynı yerde bir başka zirve daha gerçekleştirildi: Uluslararası Kömür ve İklim Zirvesi. Bu zirvenin en önemli konusu ise “temiz kömür teknolojileri” idi. Ev sahibi Polonya’nın konferansı kömür reklamı kampanyasına çevirmesi ve Polonya Cumhurbaşkanlığı’nın kömür endüstrisine minnettarlığını ifadesi, kirli enerji endüstrisinin çıkarlarının küresel vatandaşların çıkarlarının üzerinde tutulduğunu net bir şekilde ortaya koydu. Kötünün iyisi bile olamayacak bir aldatmaca olan “temiz kömür” ifadesini kullanmak ve bunu bir seçenekmiş gibi sunmak, iklimle mücadele konusunun ne kadar ciddiye alındığının anlaşılması için yeterli oldu. Tüm bunlar COP 19’un samimiyetsizliğine ve başarısızlığına damgasını vurdu. Sonunda, sanayileşmiş ülkelerin bir şey yapmaya niyeti olmayan pasif ve ikiyüzlü politikalarını protesto amacıyla dünyanın dört bir yanından Varşova’ya gelen, aralarında WWF, Greenpeace, Oxfam, ITUC, Action Aid, Friends of the Earth’in de yer aldığı sivil toplum kuruluşları, 21 Kasım’da taraflar konferansından çekilme kararı aldılar. Bu olay iklim müzakereleri tarihinde ilk kez gerçekleşti.
Konferansı terk eden sivil toplum kuruluşları arasında yer alan WWF’in Küresel İklim ve Enerji Girişimi Lideri Samantha Smith, “İklim değişikliği tehdidi karşısında iki seçenekle karşı karşıyayız. Haiyan tayfunu gibi yıkıcı hava olaylarının standart hale geldiği bir dünya ya da temiz ve yenilenebilir enerjiden gücünü alan bir dünya. Varşova’daki müzakerelerde, iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir adım atılmalıydı. Bu olmadı. 2015 yılındaki küresel anlaşma tehlike altına girdi. Gelecek yıl da benzer bir performans sergilenirse, bunun sonu, hem uluslararası müzakerelerin ilerleyişi, hem hassas konumdaki insan toplulukları hem de doğa açısından felaket olur” dedi.
Bu konuda görüşlerini aldığımız WWF-Türkiye İklim ve Enerji Programı Yönetmeni Mustafa Özgür Berke ise, “WWF’in, Varşova’daki Taraflar Konferansı’nı terk eden sivil toplum kuruluşları arasında yer alma kararı BMİDÇS sürecinden umudu tamamen kestiği anlamına gelmiyor. WWF, 2014’te Lima’da gerçekleştirilecek iklim müzakerelerinde yer alacak. Bununla beraber, çabalarımız iklim müzakereleriyle kısıtlı kalmayacak. Küresel sıcaklıklardaki artışın 2°C’de sınırlanması hedefi doğrultusunda ulusal ve yerel emisyon azaltım hedeflerinin belirlenmesi, eylem planlarının hazırlanması ve izlenmesi, seragazı emisyonlarının ana kaynağı olan enerji sektöründe sürdürülebilir ve yenilenebilir kaynaklara doğru hızlı bir dönüşümün gerçekleşmesi, düşük karbon ekonomisine geçişin sağlanması ve iklim değişikliğiyle uyum için gereken adımların atılması gibi konularda yerel, ulusal ve uluslararası ölçeklerde, ilgili paydaşlarla çalışmalarımıza devam edeceğiz” şeklinde konuşuyor.
WWF’in COP 19 delegasyonunun başında yer alan Tasneem Essop da, şöyle diyor: “Hükümetlerin iklim değişikliği konusunda daha somut adım atmaları yönünde baskı oluşturmak için üyelerimizi ve destekçilerimizi harekete geçireceğiz. Önümüzdeki yıl Peru’da ve daha sonra Paris’te gerçekleştirilecek COP toplantılarından beklentilerimiz büyük: 1) 2020 öncesindeki azaltım hedeflerine ulaşılması ve 2015’te adil bir anlaşmanın ortaya konulması. 2) BMİDÇS iklim müzakerelerine yönelik kirli kurumsal sponsorlukların sonlandırılması. 3) Sivil toplum kuruluşlarının ifade özgürlüğünün tanınması ve aktif katılımının sağlanması”.

Üç Maymunu Oynayan Türkiye 
COP 19’da Türkiye neler yaptı? Uluslararası anlaşmalara çok geç taraf olan ve emisyon azaltım hedefi koymayarak küresel iklim sistemini korumak için üzerine düşeni yapmayan Türkiye, COP 19’da da düşük profilli tutumuyla üç maymunu oynadı.
COP 19’a Türkiye’yi temsilen katılan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşar Yrd. Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar, Varşova’da yaptığı konuşmada 2023’e kadar yenilenebilir enerjinin payının %30’a çıkarılacağını belirtti. Ancak, Türkiye’de yenilenebilir enerji denildiğinde ilk akla gelen seçeneğin hidroelektrik santraller (HES) olması, ne yazık ki konulan hedefi önemsizleştiriyor ve bir başka çelişki yaratıyor. Türkiye’de özellikle son dönemlerde yaşanan HES furyası, ufacık derelerin bile enerji üretimi için heba edilmesiyle sonuçlandı. HES’lerin plansız bir şekilde tüm ülke coğrafyasına yayılması, çözümü giderek zorlaşan sosyal ve çevresel sorunlara neden oldu ve hâlâ oluyor. Bu konuda, TEMA Vakfı Çevre Politikaları Koordinatörü ve İklim Projesi Sorumlusu Gökşen Şahin “Ülkemizde rüzgâr, güneş ve jeotermal için çok önemli bir potansiyel olduğu biliniyor. Türkiye’nin %30 yenilenebilir enerji hedefine gelmesinde özellikle rüzgâr, güneş ve jeotermal gibi ekosisteme zarar vermeyen yenilenebilir enerjilere odaklanması gerekiyor. Bunun için bu alanlarda, özellikle alım garantileri ve yatırım teşviklerinin uygulanması büyük önem taşıyor. Türkiye’de bu alandaki çalışmalara baktığımızda ise, devlet tarafından verilen alım garantilerinin Filipinler, İspanya, Almanya gibi pek çok ülkenin sunduğu garantilerin altında olduğunu görüyoruz” diyor.
Germanwatch ve CAN Europe tarafından emisyon miktarı, emisyon artış oranı, yenilenebilir enerjinin payı ve iklim politikaları kategorilerinde hazırlanan iklim değişikliği performans endeksinde 2013 yılında birden fazla kategoride sonuncu olan Türkiye, Varşova Konferansı’nın üçüncü gününde “Günün Fosili” seçildi. İmza attığı uluslararası anlaşmalar gereği seragazı emisyonlarını 1990’a göre %5 düşürmesi gereken Türkiye, 2011 yılında yeni bir rekor kırmıştı. Türkiye’nin yıllık seragazı emisyonları 1990’a göre %124 artış göstermişti. Birleşmiş Milletler’in küresel ölçekte seragazı emisyonlarını en fazla artıran ülke olarak işaret ettiği Türkiye, iklim politikalarında da geriye gitti. İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu ile İklim Değişikliği Daire Başkanlığı’nın diğer birimlerle birleştirilerek etkisizleştirilmesi ve iklim değişikliği müzakerelerinde kilit rol oynaması beklenen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Varşova’daki müzakerelere katılmaması, Türkiye’nin bu yıl da Günün Fosili ödülünü almasında önemli bir rol oynadı. Türkiye’nin kömür yatırımları ve kamu enerji üreticilerini 2021 yılına kadar çevre izin ve yatırımlarından muaf tutması, iklim değişikliği performans endeksindeki düşük puanlarının ve dolayısıyla Günün Fosili seçilmesinin bir başka nedeniydi.

Bu Sırada Türkiye’deki STK’lar Ne Yapıyor?
2013 yılında Türkiye’de iklim değişikliğiyle mücadele konusunda hemen hemen hiçbir yenilik yaşanmadı. Hükümetin sessiz ve umursamaz tavrına paralel olarak, Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının mücadelesi de etkisiz ve dağınıktı. STK’ların çalışmaları ya çok teknik ve anlaşılmaz, ya da gerçekdışı ve romantik görülüyor, Türkiye gerçeği ile bağdaştırılamıyor ve yeterince desteklenmiyordu. Bununla birlikte, Haziran 2013’te Gezi olaylarının çıkış noktasının kamusal alanların kullanımı ve yeşil alanların gaspı gibi çevreyle ilgili konulardan kaynaklanması, toplumun doğa koruma ve çevre konularına sanıldığı kadar duyarsız olmadığını göstermesi bakımından ilginçti. Gezi olaylarıyla iç içe geçen ve 29 Haziran 2013 tarihinde İstanbul Kadıköy’de gerçekleştirilen eylem, iklim değişikliğine karşı toplumsal duyarlılığı ortaya koymuştu. Altı kıtadaki 140’tan fazla ülkeden gelen binlerce insanın, dünyanın dört bir tarafındaki iklim hareketleriyle aynı anda gerçekleştirdiği eylemde “%100 temiz ve yenilenebilir enerji, hemen, şimdi!” denildi. Türkiye’nin her an değişen gündeminde onlarca sorunla aynı anda mücadele eden toplum, iklim değişikliğinin, daha öncelikli görülen diğer sorunların (yoksulluk, eğitim, kadın hakları vb.) dışında olmadığını, bunlarla iç içe olduğunu, çözümün de toplu bir değişim ve köklü bir dönüşümle mümkün olacağını, bunun için kaybedecek zaman olmadığını söylüyordu.
Türkiye’de sivil toplumun iklim değişikliğiyle ilgili mücadelesinde yaşanan bir diğer ilginç gelişme, Varşova’daki İklim Konferansı ile aynı tarihlerde, 22-23 Kasım’da Ankara’da Türkiye’nin ilk “Sivil İklim Zirvesi”nin gerçekleştirilmesi oldu. Zirvenin amacı, Türkiye’de iklim politikalarına tabandan müdahale etmek ve yaklaşmakta olan yerel seçimlerde iklim dostu belediyecilik için adım atılmasını talep etmekti. Küresel Denge Derneği ile Tüketiciyi ve İklimi Koruma Derneği’nin ev sahipliğinde, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Küresel Çevre Kolaylığı/Küçük Destek Fonunun (UNDP GEF-SGP) desteğiyle yapılan Zirve’nin ana konusu belediyelerin iklim sorumluluğu olarak belirlenmişti. İklim düşmanı ekonomiyle büyüyen Türkiye yerine, iklim dostu ekonomi için çağrı yapan Sivil Toplum Zirvesi, toplantıların sonunda “Türkiye’nin Ulusal ve Yerel İklim Hedefini Biz Açıklıyoruz” diyerek aşağıdaki manifestoyu yayınladı:
Bu tehlikeli gidişe artık dur demek gerekiyor.
Türkiye küresel iklim değişikliğine neden olan seragazı emisyonlarını, 2011 yılına göre 2020’ye kadar en az %15 oranında azaltmak zorunda.
Bu ulusal hedefe ulaşmak için, yerel yönetimlerin de hemen eyleme geçmeleri lazım. Belediyeler seragazı envanterlerini çıkarmalı ve ulusal hedefe paralel olarak 2020 yılına kadar %15 emisyon azaltım hedefi almalı.
Çözüm ulusal ve yerel ölçekte kömür, petrol ve doğalgaz kullanımının azaltılması, kayıpların önlenmesi ve yenilenebilir enerji payının artırılmasıdır.
Yüksek maliyetli ve iklim düşmanı olan mevcut uygulamalara dur demek için belediyelerin bu sürece hemen dahil olması şart. Bu nedenle, yaklaşan yerel seçimlerin öncelikli gündeminin “iklim dostu belediyecilik” olmasını önemsiyor ve politik iradeyi bu yönde beyanat vermeye çağırıyoruz.
Tüm siyasi partilerin belediye başkanı adaylarından %15 seragazı emisyon azaltımı hedefinin seçim beyannamelerinde yer almasını talep ediyoruz.
Sivil İklim Zirvesi tarafından açıklanan emisyon azaltım hedefini değerlendiren WWF-Türkiye İklim ve Enerji Programı Yönetmeni Mustafa Özgür Berke, şöyle konuşuyor: “Sivil İklim Zirvesi’nde koyulan hedef, 2011 yılında 422,4 milyon ton olarak gerçekleşen emisyonların 2006 yılı seviyesi civarına çekilmesi anlamına geliyor. Kamu kurumları tarafından halkla paylaşılan veriler, projeksiyonlar ve İklim Değişikliği Eylem Planı gibi stratejik dokümanlar üzerinden yapılan değerlendirme sonucu ortaya koyulan bu hedefin makul ve gerçekçi olduğunu söyleyebiliriz. Enerji yoğunluğunun 2008-2023 arasında %20 oranında azaltılması hedefi tutturulur (Enerji Bakanlığı 2010-2014 Stratejik Planı), İDEP’te belirtildiği gibi sanayi ve ulaşımda en az %15, konutlarda en az %35 olan enerji tasarrufu potansiyeli hayata geçirilir, enerji talebindeki artışı karşılamak için öncelik yenilenebilir enerji kaynaklarına verilirse, %15 emisyon azaltım hedefini tutturmak, imkânsız bir görev olmaktan çıkar, ülke ekonomisi açısından da enerjide dışa bağımlılığın azalması ve istihdam konularında pek çok fırsat sağlayacak bir hedefe dönüşür”.

Sorunu Biliyoruz, Çözümü Biliyoruz. Neden Duruyoruz? 
Seragazı emisyonlarını sürekli olarak ve önemli miktarlarda azaltmak, fosil yakıt kullanımını terk etmeyi gerektiriyor. Fosil yakıt bağımlılığını kırmadıkça yeryüzünde ortalama sıcaklık artışının 2°C’yi aşacağı ve iklim değişikliğinin yıkıcı etkileriyle karşı karşıya kalacağımız kesin. Buna karşın, bilimin kılavuzluğunda ilerlememiz gereken yol ile politikacıların izlediği yol arasında giderek derinleşen bir uçurum oluşuyor. 2015 yılında COP 21’de Paris’te yeni küresel anlaşma imzaya açılacak. Aynı yıl G20’nin başkanı Türkiye olacak ve toplantılar Türkiye’de gerçekleştirilecek. 2015 yılında G20 Zirvesi’nin ana konularından biri iklim değişikliği olacak. Bugüne kadar iklim değişikliği konusunda kaçak güreşen Türkiye, 2015 yılında daha açık ve net bir tutum sergilemek, aktif bir iklim politikası oluşturmak, etkili ve adil bir anlaşma için taraf olmak zorunda. IPCC’nin 5. Değerlendirme Raporu’nun net bir şekilde ifade ettiği gibi, iklim değişikliğini sınırlamak istiyorsak seragazı emisyonlarını sürekli olarak ve önemli miktarda azaltmalıyız. Bu da üç maymunu oynamayı bırakıp, tüm ekonomik sistemde çok köklü değişiklikleri hemen şimdi devreye sokmamızı ve fosil yakıtları hayatımızdan çıkarmayı gerektiriyor.

Deniz Öztok

EkoIQ Editör