#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

“İksirli” Doğadan Sofralarınıza…

Matematik Öğretmeni İksir Aydın’ın emekliliğinin ardından babasının memleketi Kastamonu Daday’a dönerek yaptığı yatırım, bugün İksir Resort Town Yaşam ve Tatil Kasabası ve İksirli Çiftlik olarak hayat bulmuş durumda. Misafirlerin de üretim sürecine katıldığı doğal ürünleri, kadın girişimcileri bir araya getiren dernekleri ve kendine yeten bir sistem oluşturma çabasıyla Daday bölgesinin bir bütün olarak kalkınması için çalışıyorlar. Hikayeyi, ailenin ikinci kuşak temsilcisi ve Yönetim Kurulu Üyesi Duygu Ece Aydın’dan dinledik.

YAZI: Nevra YARAÇ

İksirli Çiftlik’in hikayesi nasıl başladı?

Başlangıç noktamız olan, tatil ve yaşam kasabası İksir Resort’un kurulma çalışma­ları 2006’da başladı. 2009 yılbaşında ilk misafirlerimizi ağırladık. Daday, dedemin memleketi, anneannem Kastamonulu, annem oralı ama dedemin görevi nede­niyle orada yaşamamışlar. Annemin bir akrabasını ziyarete gittiğimiz sırada, bir konak ve arazisinin satılması üzerine çok heyecanlandı bizimkiler ve orayı almaya karar verdiler. Zaten hep doğayı seviyor­duk, ablam doğduğunda, çocuklar sağlıklı beslensin diye Çatalca’da kendi üretimimi­zi yaptığımız bir alan oluşturmuş ailem. Annem de babam da çok okuyan insanlar ve biz çok gezerdik, gidebildiğimiz her yere gider, görürdük. Annem matematik öğretmeni ve hep bir şey üretmek isterdi, çok keyif alıyor üretmekten. İnsanlara bir şeyler öğretmeyi, geliştirmeyi de seviyor. Benim de üniversiteden mezun olduğum sene açılış senesine denk geldi ve ken­dimi bu sürecin içinde buldum. Daday’a insanlar gelsin, hem o coğrafyayı tanısın hem o doğadan faydalansın hem de onlar­la birlikte bir şeyler yapalım dedik. Çıkış noktası buydu.

Konak restore edilirken, yan tarafta es­kiden burada yaşayan ailenin samanlığı vardı, oraya samanlık adını verdik. Yıkıl­mış bir hamam kısmı vardı oraya hamam kuruldu, atlı spor merkezimizi yaptık. İnsanlar doğa içinde toplantılar yapsın diye toplantı salonları da olsun dedik. Neticede orası 60 dönümlük bir yaşam kasabasına dönüştü. Sonra baktık ki doğa çok güzel, bir sürü ürün veriyor ve her şeyin çok daha doğal olabilecek bir altyapısı var. Bu noktada da İksirli Çiftlik devreye girdi. Sunabileceğimiz bir sürü ürünü kendi bölgemizden temin ettik, büyük bir kısmını da kendimiz üretmeye başladık. Siyez buğdayını ekmeye baş­ladık, kendi tohumumuzu kullanıyoruz yedi yıldır. Çiftliğimiz 100 yıllık, ailelerin eskiden kendi tarımlarını, hayvancılığını yaptığı, gerçek bir çiftlik. Çatıları çök­mek üzereydi, geçen sene restore edildi. Orada da altı odamız devreye girdi şimdi. İneklerimiz, koyunlarımız, kedilerimiz, köpeklerimiz, tavşanlarımız, kazlarımız var. Varmak istediğimiz nokta elektriğiy­le, ısınmasıyla, gıdasıyla tamamen kendi­ne yeten bir sistem olması. Çünkü şu an ineğimizden süt geliyor, yoğurdumuzu, tereyağımızı yapabiliyoruz, ekimler de yapıldı. İki alanımız da insanların gelip bizimle her türlü sürece katılabildiği, görebildiği, üretim ayağında bulunabile­ceği ilçeyi kapsayan bir yapı. Çünkü biz doğadan da topluyoruz, ormanda mantar şenlikleri de yapıyoruz. Aslında temelde o bölgenin, Daday denince insanlara bir şey ifade edebilmesi, yeni bir rota olması gibi çeşitli amaçlarımız da var.

Enerji konusunda nasıl bir yol izliyorsu­nuz?

Güneş panellerimiz var. Su kısmına yeti­yor ama ısınma noktasında ne yapabile­ceğimizi araştırıyoruz. Çünkü birkaç ay dışında orada hep ya odun ya kömür ya­nıyor, ilçede doğalgaz yok. Merkez nüfus 3300 olduğu için muhtemelen hiçbir za­man da olmayacak. Ona birkaç alternatif çözüm üretmeye çalışıyoruz.

Günümüzde organik üretim konusunda bir kafa karışıklığı söz konusu, herkes organik tarım yaptığını söylüyor, siz ne düşünüyorsunuz?

Biz organik sertifikamızı geçen sene al­dık. Çiftliğin olduğu 100 dönümlük alan çok uzun süredir ilaçlanmıyor. Geçen sene siyezi de oraya ektik, bu sene de otel tarafımıza ve kiraladığımız alanlara ekim yaptık. Ürün dönüşümümüzü de yapıyo­ruz. Mesela şu an çiftlikteki araziler na­dasta, oranın bir bölümünü bostan yaptık. Böyle dönüştürerek kullanıyoruz ve ilaç­lama yapılmıyor. Organik konusunun da içi boşaltıldı. Bizim bazı köylülerimiz de organik diye bize ürününü satmaya çalı­şıyor. Ama aslında çok ciddi bir ilaç kul­lanımı var kırsalda. Çünkü onlar da verim almak durumundalar. Bütün sene yılda bir veya iki kere hasat ettiği şeyle geçini­yorsa o da muhtemelen getirisine bakıyor. Ama organik konusunda tüketici üreticiyi iyileştirebilir ve geliştirebilir. “Bana serti­fikanı göster veya hangi ürünlerde senin sertifikan var, bana bunu göster” dediği zaman tüketici, o üretici de “her şeyim or­ganik” diye ortaya çıkmayı bırakır.

Farklı ürünler de yetiştiriyorsunuz, me­sela üryani eriği…

Üryani eriğinin özelliği 700 metre yüksek­likte yetişmesi ve bizim Daday civarında yetişen bir erik türü. Şu anda zaten coğra­fi işareti için de ilçe başvuru yaptı. O erik toplandıktan sonra hemen kaynar suya batırılıp çıkarılır, kabukları soyulur, çam tahtaya (üryani tahtası diye bir tahta var coğrafyamızda) serilir ve güneşte kurutu­lur. Bu eriğin sindirim sistemine çok iyi geldiği söyleniyor, nadir bulunan bir ürün. Son yıllarda bahçeleri ve yetiştiriciliği baş­ladı ama aslında doğada olan bir ürün bu. Ve onun pelverdesini yapıyoruz, yani için­de meyvenin püresinden başka hiçbir şey olmayan marmelat kıvamı. Organik çam pekmezimiz var ki bildiğim kadarıyla biz­den başka üreten de yok. Son birkaç yıldır ilçede de üretilmeye başlandı. Mürver top­luyoruz şu anda. Mürvere, mundar ağacı diyorlar bizim orada koktuğu için. Ama ateş düşürücü, idrar söktürücü etkileri varmış, ilaç sanayiinde de kullanılıyor ve dağ bayır mürver bizim yörede. Bölge eko­nomisi için de çok daha faydalı olabilecek bir ürün. Bölgede bir kadın derneği de var. Kadın girişimcilere “siz de üretin, iyi bir pazarlamayla bu ürün de satılabilir” diyo­ruz. Gelişeceksek hep beraber gelişeceğiz zaten, başka türlü olmayacak.

Sürdürülebilirliğin üç ayağı dediğimiz çevresel, sosyal ve ekonomik boyutunu hayata geçirmiş oluyorsunuz kurduğu­nuz bu yapıyla. Derneğin ne gibi faali­yetleri var?

Dernek annemin öncülüğünde kuruldu. Yaklaşık 25 üyesi var ve o kadınlar bir araya geliyor, erişte kesiyor ya da bir ürün üretileceği zaman bir arada üretiliyor. El sanatları kısmı da var. Burada üretilenler­le fuarlara katılıyorlar dernek olarak. Ama bizim başka bir pazar bulmamız gereki­yor, çünkü insanların çoğu kendine fayda sağlamayacaksa emek vermiyor. O yüzden üç-dört kişinin elini taşın altına koyması la­zım ve “ben böyle bir pazar buldum ama koşulum dernek içinde bunu hep beraber yapacağız” kısmına gelmek lazım. Çünkü genelde kocaları izin vermiyor derneğe gir­melerine.

Aslında birçok yörede yaşanabiliyor bu durum. Olumlu yönde bir dönüşüm göz­lemliyor musunuz bu konuda?

Her şeyi kadınlar yapıyor. 3300 nüfuslu yerde 27 tane kıraathane var. Evde çalı­şan kadın; çocuklar, evin her işi onların üzerinde. Daday’da erkekler çapa yap­maz, “kadın işi” der. Onlar sadece trak­törle yapılan işlere bakarlar. İneği sağan da kadın, her şeyi yapan kadın ama yine bir karar alacağı zaman kocasına soruyor. Dernekte de o sorunu başta çok yaşadık. Eğer başka bir boyuta geçirebilirsek, baş­ka bir kanal yaratabilirsek muhtemelen onlar da daha aktif olup “ben de para kazanayım” diyebilirler. Mesela buradaki Nahıl ile görüştük, bu iyi bir motivasyon olabilir. Şirketlerle çalışan acentelerle de görüşüyoruz, kadın derneği olarak stant açabilirler bir yerlerde veya hazırlanan yıl­başı paketlerine onların da bir ürünü ekle­nebilir. Görüşmelerimize devam ediyoruz.

Çiftliğin ürünleriyle ilgili işbirlikleriniz var mı?

Hem Kastamonu mutfağını hem kendi yaptığımız doğal ürünleri yorumladığı­mız bir mutfağımız var bizim. Onları ta­nıtmak için çeşitli yerlerde pop-up mut­faklarımız oluyor. Birebir son tüketiciye ulaşabileceğimiz şenliklere katılıyoruz. Bahçe yapma projelerimiz var. Kurumlar gelsin, hem salonlarımızda toplantılarını yapsın hem de toprakla haşır neşir olsun istiyoruz. Onlar için ekim dikim yapılsın, sonra da onlara gönderelim diye düşü­nüyoruz. Ayrıca anne-çocuklara yönelik olarak da çocukların doğa bazlı, hay­vanlarla beraber olabileceği bir tecrübe yaşadıkları bir alan yaratıyoruz, kamplar düzenliyoruz. Ayrıca İstanbul ağırlıklı ol­mak üzere farklı şehirlerde ürünlerimizi satan yerler var, o yerlerle beraber tadım etkinlikleri düzenliyoruz.

Ziyaretçilerinizin bir günü nasıl geçiyor?

İki alanımızı da kullanabiliyorlar. Atla­rımız var, safariler yapılabiliyor; havuz, hamam, saunadan faydalanıyorlar. Bir şey üretiyorsak, toplama kısmından son ürün olana kadarki tüm süreçlerde bizimle ola­biliyorlar. İnek sağma, tavukları yemleme gibi çiftlik aktivitelerini yapabiliyorlar. Bölge çok zengin olduğu için çevreye de insanları götürüyoruz mutlaka. Cumarte­si günleri ilçenin pazarı var, her geleni oraya götürüyoruz, orada da bir hareket olsun istiyoruz. Bizimle workshop’lara ka­tılabiliyorlar, atv’lerle, bisikletlerle çevreyi gezebiliyorlar. Bir arkadaşımız çok güzel resimler çiziyor. Son dönemde misafirler­le beraber doğadan toplanan çiçekleri çi­ziyorlar, boyuyorlar.

Sizden ilham alarak kendi yöresinde bu modeli uygulamaya karar verenler olu­yor mu?

Oluyor öyle örnekler. Bizim il sınırları içinde de var. Mesela daha ufak çaplı ama benzer konseptler çıktı bu son sekiz sene içinde. Ayrıca insanlar “Ben böyle bir şeyi başka bir yerde kurmak istiyorum” dese­ler, biz de destek olmak isteriz. Ama o coğrafyanın içinde ne olduğunu bilmek la­zım. Benim de hiçbir fikrim yoktu 10 sene öncesine kadar. Şimdi hangi mevsim ne olduğunu biliyorum.

EkoIQ Editör