#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

İneklerin Saatine Ayarlı Bir Turizm

O kadar çok seviyoruz ki, sevgimizle yok ediyoruz onu. Marazi bir aşk ve tutku, turizm. 11 yıldır ailesinin köy ve yayla evinde farklı bir turizm deneyen Yasemin Şişman’la turizmi, insanları ve doğayı konuştuk. İneklerin saatine bir göz atmak isterseniz www.platodamola.com sitelerine de uğrayabilirsiniz.

Yazı: Barış DOĞRU

“Bizim burada her şey ineklerin saatine bağlıdır,” diyor Yasemin Şişman. Yaklaşık 11 yıl önce, anasının babasının, atasının topraklarına, Çamlıhemşin’e eşiyle beraber geri dönüp, Pokut’taki yayla evini, ortan köyündeki dede evini pansiyona dönüştürmüşler ve ailenin bir önceki kuşağının da katkılarıyla işe koyulmuşlar ancak, “Burada yaşayacaksak, sadece turizm olmaz. İneksiz, hayvansız yaylacılık mı olur,” demişler ve bir Karadeniz yaylasının olmazsa olmazı inekleri, bu yaşamın içine katmaya karar vermişler. Bir inekle başlamışlar, sonra yavaş yavaş ilerlemişler. “2009’da Pokut’a çıkardığımız o inek – ismi de Şeftali idi – yıllar sonra Pokut Yaylası’na çıkan ilk inek oldu. Yıllar içinde yaylacılık ve dolayısıyla hayvancılık bitmişti. İlk çıktığımızda, köpek gezdirir gibi geziyorduk yaylada Şeftali’yle. Ama bize göre, bu işi yapacaksak mutlaka yağımızı, peynirimizi, yoğurdumuzu kendimiz yapmalıydık,” diyor Yasemin Hanım…
Geçen sürede çokça tanınmışlar. Sosyal medyayı iyi kullanan Yasemin Hanım, “yavaş yavaş” bazı şeylere takılmaya başladığını anlatıyor. “Telefon açıp, bugün hava açık mı, ona göre geleceğiz,” diye soruyorlar. Burası yayla, dağların eteklerinde, Karadeniz’deyiz. Hava 10 dakikada değişir. Ama birçok kişi, sosyal medyada gördüğü, bulutlar ayaklarının altında, açık havadaki fotoğrafı çekmeye geliyor,” diyor. Sohbetimiz ilerlerken, benim sık sık yazıp
çizdiğim, “İnsanlar bir anı yaşamanın tadına varmak yerine, orada olduklarını kendilerine ve başkalarına kanıtlamakla uğraşıyorlar” tespitimi de paylaşıyor Yasemin Şişman: “İnternet sitesinde veya sosyal medyada gördükleri bir fotoğrafı anlatıp, onu nerede çekebiliriz diye soruyorlar”. Bir başka deneyim yaşamayı, bir yeri keşfetmeyi, orayı doğasıyla, insanıyla anlamayı değil, daha önce birilerinin yaşadığı bir deneyimi (belki o fotoğraf da bir başkasından kopyalanmıştı) kopyalamaya çalışıyor insanlar çoğu zaman ne yazık ki. Bu da gerçek bir deneyimle değil, kopyanın kopyası bir tüketimle sonuçlanıyor. Ve tabii ki bu aslında hiç de derin bir tatmin vermiyor (ne kadar like aldığınızı sayıp duruyorsunuz) ve bir sonrakinde yine benzer bir kopyanın peşine düşüyorsunuz. Bu, ne yazık bir tüketim döngüsü…
Yayla turizmi gelişmeye, bölge de popülerleşmeye başladıkça, sorunlar da artmaya başlamış aslında. Bu konuda ardı ardına dertlerini sıralıyor Yasemin Hanım. Aslında bu dertlerin her biri, üzerine ayrı ayrı düşünülmesi, oturup çözümler geliştirilmesi gereken ciddi sorunlar. Atıklar sözgelimi, gelen turist sayısı arttıkça, ciddi bir soruna dönüşmeye başlamış: “Eski dönemde de dağcı abilerimiz gelir, kamp kurar ama hiçbir atık bırakmazdı. Hatta kamlarını bile, yaylanın dışına atarlardı. Ancak zaman içinde hem gelenlerin sayısı çok arttı, hem de profil çok değişti. Artık yaylanın dört bir yanından akşamüzerleri çocuk bezi, yemek artıkları, plastik torbalar topluyoruz. Günübirlik gelenlerden, yaylanın içinde mangal yakmaya kalkanlar bile oluyor”. Bu sene ise korktukları başlarına gelmiş, pandemi sonrası ne yazık ki çevreden maske ve plastik eldiven atıkları toplamaya başlamışlar. “Bütün bunlar aslında, insanların buraya neden geldiklerini bilmediklerini gösteriyor,” diyor üzülerek…

Kopyanın Kopyasının Kopyası
Zaman içinde kendi aile pansiyonlarına sürekli gelenlerden bir topluluk oluşmuş. “Bu kişiler, buraya ne için geldiklerini, ne istediklerini bilen, buranın nasıl bir yer olduğunu kavrayan ve bunu yaşamak isteyen insanlar. Onlarla hiçbir sorun yaşanmıyor,” diyor Yasemin Hanım. Ama ne yazık ki çeşitli turlarla gelenlerin çoğu aslında yapay bir gösterinin parçası oluyorlar. “Arabalarla buraya getiriliyorlar; onları çeşitli yerlerde otantik kıyafetlerle karşılayıp, folklor gösterileri yapıyorlar. Ama bunlar aslında yapay şeyler,” diyor Yasemin Şişman. “Uydurma bir Karadeniz lehçesiyle konuşmamızı bile bekliyorlar. Bana, ‘Siz buralı değil misiniz’ diye bile soruyorlar. Ben uzun yıllar Çamlıhemşin dışında yaşadım. Konuşmamda bir aksan yok. Tabii ki kendi aramızda konuşurken bazı farklılıklar oluyor ama bunu ben size özel olarak neden yapayım”. Bu, folklorizasyon ve karikatürleştirme de, aslında daha önce bahsettiğim, sunulmuş yapay bir dünya tüketiminin parçası. İnsanlar, gerçek bir deneyim yerine, “Truman Show”un içine düşmeyi gönüllü olarak kabul ediyorlar. Ve bu elbette sadece Karadeniz turizminin sorunu da değil, dünyanın ve Türkiye’nin dört bir yanında, animatörler ve kurgu gösteriler aracılığıyla, turizm bir tür yapay dünyalar yaratma eğiliminde. Ve sonuç yine, gerçek olmayan bir şeyi tüketmeye geliyor…
Ama en ciddi sorunlardan biri elbette, turizmin çevresel baskısı. Bu, dünyanın her köşesinde ciddi bir sorun ama Karadeniz’in 1500 küsur metre rakımlı yaylalarında çok daha hızlı bir şekilde etkisini gösteriyor. “Sonuçta burası bir yayla, son derece hassas ve kırılgan bir ekosisteme sahip. Her alanın bir istiap haddi var. Eğer siz bunu sürekli aşarsanız, o yer yavaş yavaş ve adım adım eksilmeye başlar” diyor Yasemin Hanım. Bu aşırı turizmin en önemli unsuru ise, evet tahmin edebileceğiniz gibi, “Yol”. Sonuçta yayla ya mükemmel olarak yapılmış asfalt bir yolla ulaşmak hiç de normal değil. Zaten bir yere otoyol getirmek, oraya büyük nüfusları akıtmak anlamına geliyor ki bu da küçük ölçekli bir yerleşimi derinden etkileyebiliyor. Karadeniz yaylalarının doğal ortamını derinden etkileyebilecek “Yeşil Yol” üzerine de görüşlerini aktarıyor Yasemin Şişman: “Biz yayla yolunun bile çok geniş ve asfalt olmasını doğru bulmuyoruz. Buraya geleceklerin belirli bir sıkıntıyı göze almaları gerekmeli. Sonuçta bu kadar rahat ve lüks arıyorsanız, burası zaten sizin tatil seçiminizin içinde yer alamaz. Karadeniz yayalarının dağların üzerinden birbirine bağlayan Yeşil Yol ise tam bir felaket. Böylesine güzel ve benzersiz bir doğaya sahip bir coğrafyaya, böylesine büyük ve doğayı tahrip edecek bir yol yapmamak lazım. Bizim zaten en önemli sorunlarımızdan biri, insanları doğaya, doğal yaşamın göbeğine çekerken, bir yandan da hiçbir lüksten, şehirdeki her olanağı sunmamız gerektiğini zannetmemiz. Bu, kabul edilemez diye düşünüyorum”.
İneklerin saatine gelirsek, Yasemin Hanım, konuklarına bu uyarıyı yapıyormuş: “Burası bir yayla ve bu yayla evinin yaşamı ve saati, ineklerin saatine bağlı. Onlar gün doğunca uyanırlar ve doğal olarak ses yapmaya başlarlar. Öğleye kadar uyumak istiyorsanız, burası pek uygun sayılmaz”. Bence güzel bir metafor: İneklerin saatine bağlı bir turizm. Ama bunu her coğrafyaya ve bölgeye uyarlayabilirsiniz. Doğanın ve yerelin saatine uygun bir turizm. Ya bunu becerebiliriz, ya da çok sevdiğini kendi elleriyle tahrip eden âşık misali, çok kısa bir sürede, tüm bu güzellikleri tahrip ederiz. Biraz da, dokunduğunu altına çeviren ve tabii öldüren Kral Midas’ın hikâyesine benzemiyor mu bu turizm anlayışı?

Dr. Barış Doğru

#ekoIQ ve iklimhaber.org Yayın Yönetmeni, Sürdürülebilirlik Uzmanı