Yeşil bina uygulamalarını hayata geçiren Altensis firmasının kurucu ortağı Emre Ilıcalı, Türkiye’de ve dünyada yeşil bina uygulamaları üzerine yapılan çalışmaları EKOIQ için anlattı.
Yazı: Burcu GENÇ
Yeşil bina sertifikasyonu konusunda farklı görüşler var. Biri sertifika almak için yapılan işlemlerin artık bir gereklilik olduğu yolunda, diğeri ise sertifikanın olması gereken bir artı değer yarattığı konusunda. Sizin düşünceleriniz nelerdir?
Yeşil Bina sertifikası dediğimiz aslında tabir yerindeyse bir ödül, bir başarı belgesi. Nasıl üniversiteden mezun olup diploma almak için bazı sınavlardan geçmek, bazı kriterleri yerine getirmek ve bir sisteme uyum sağlamak gerekiyorsa, yeşil bina sertifikası almak için de yapılması gerekenler buna benziyor. Bu sertifikaları elde etmek için yapılacak çalışmalar, uygulanacak stratejiler ve bunların sonuçları aslında çok daha önemli. O yüzden ben bunlara yeşil bina değerlendirme sistemleri demeyi daha uygun görüyorum. Bu sistemler kapsamında talep edilen stratejilerin bazıları aslında ilgili projenin gündeminde yeşil bina sertifikası olsun olmasın, gerek ilgili mevzuatın bu yönde zorlamasıyla, gerekse de getirdiği faydaların iyi incelenmesi sonucunda zaten uygulanıyor. Yeşil bina sistemlerinin getirdiği esas katma değer, bütünsel bir yaklaşımla, bu uygulamaların sürdürülebilirlik kavramının tüm öğeleri için yapılmasını sağlamasıdır. Bu anlamda örneğin sadece enerji verimli bir bina değil, enerji dışındaki su verimliliği, malzeme verimliliği, atık yönetimi, ulaşım vb. konularda da belli kriterleri sağlayan bir binanın ortaya çıkması için Yeşil Bina Sistemleri önemli bir yol gösterici oluyor. Bence esas katma değer de burada. Ayrıca bu sistemler dönem dönem versiyon güncellemeleriyle kendilerini yenileyerek, sektörü de peşinde sürükleyip yenilikçi uygulamaların da yer bulmasını sağlıyor.
Sertifika alındıktan sonra denetim mekanizması yok diye biliyorum. Örneğin Türkiye’de bu tarz süreçlerden sonra bazı gereklilikleri kullanmama gibi olaylarla karşılaşılıyor mu? Soruyu şöyle formüle edeyim, sizce sertifika Türkiye’de amaçladığı hedefe ulaşabiliyor mu?
Bu da genellikle yanlış bilinen veya yanlış yorumlanan konulardan bir tanesi. Burada yeşil bina değerlendirme sistemlerinin değişik kategorileri ve kapsamları var. Bunların bazıları binaların tasarım, inşaat ve devreye alma süreçlerini değerlendirirken, bazıları binaların operasyonel süreçlerini değerlendiriyor. Bu yüzden ilgili kapsama göre hepsinin bir denetleme mekanizması var. Burada karıştırılan konu, bu sistemlerin kapsamları. Mesela siz yeni inşa edeceğiniz bir binaya sertifika almışsanız, bu sertifika sizin tasarım inşaat ve devreye alma süreçlerinizi denetlemiş ve bu süreçler için sertifikaya layık görülmüştür.
Operasyonel süreçler için ayrıca değerlendirme sistemleri vardır. Yani Yeni Yapılan bir Bina için alınan sertifika aslında o binada kullanılan tasarım stratejilerinin, malzemelerin, ekipmanların ve inşaat tekniklerinin ilgili kurallara uygun olup olmadığını denetlemektedir. Sonrasında gelen operasyon kısmı ise bambaşka kriterler içerecektir. Sonuç olarak, bu sertifikaların farklı kategorileri ve kapsamları vardır ve samimi bir şekilde yapılan çalışmalar sonucunda amaçlanan hedeflere ulaşılmaktadır.
Araştırmalar, küresel emisyonların %39’undan binaların ve inşaat sektörünün sorumlu olduğunu söylüyor. Bu sebeple BM 2030’a kadar yeni binalarda sıfır karbon, 2050’de tüm mevcut binalarda sıfır karbon olması gerektiği şeklinde bir hedef koydu. Uzman gözünden Türkiye’de ve Dünyada durumu nasıl görüyorsunuz? Bu hedefe ulaşmak için herhangi bir kamu-devlet-stk girişimi var mı? Ulusal ya da uluslararası mecralardan iyi uygulama örneği verebilir misiniz?
Türkiye, Avrupa Birliği ve OECD ülkeleriyle karşılaştırıldığı zaman, kişi başına karbon emisyonları yönünden kötü bir pozisyonda değildir. Ancak özellikle deprem riski kaynaklı kentsel dönüşüm sürecinin tetiklediği gayrimenkul sektörünün bu kadar aktif olduğu bir ülkede, yapılı çevrede sürdürülebilirlik konusu her zaman gündemde olmalıdır. İlgili kurumların günümüze kadar bu konularda Avrupa Birliği uyum çalışmaları ve Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları kapsamında hazırlamış olduğu, başta 2007 tarihli Enerji Verimliliği Kanunu olmak üzere, çeşitli kanun, yönetmelik ve eylem planları bulunmaktadır. Bu anlamda yerel mevzuat olarak gerekli çalışmaların yapılmış olduğunu düşünüyorum. Ancak bizim tarafta bu konularla ilgili daha fazla aksiyon alınmalı, sağlam denetleme mekanizmaları kurulmalıdır. Özellikle kentsel dönüşüm süreci, aynı zamanda sürdürülebilirlik ve yeşil binalar öğelerinin de entegre edilmesi adına daha etkin kullanılmalıdır. Aksi takdirde maalesef yine başka konularda da rastladığımız üzere, yeterli kanunları ve kuralları olan ama bunları uygulayamayan bir pozisyonda kalabiliriz. Ben açıkçası bahsetmiş olduğunuz Avrupa Yeşil Anlaşması hedeflerinin tekrardan bu konuyu canlandırabileceğini düşünüyorum.
Türkiye ekonomisinin bel kemiği hep inşaat sektörü olmuştur. COVID-19 ile gelen küresel ekonomik kriz Türkiye’de inşaatı açmaza düşürdü. Sizce pandemi sonrası sürdürülebilir inşaat tahayyülü nasıl olmalı?
İnşaat sektörü, Türkiye gibi gelişmekte olan ve de ayrıca yine bize özel deprem riskinin yüksek olduğu ülkeler için her zaman önemli olmuştur ve olmalıdır. Özellikle konuya sadece ekonomik ve dolayısıyla rant açısından değil, esas önemli nokta olan insan güvenliği, yaşam kalitesi ve konforu açısından da yaklaşıldığı zaman, kentsel dönüşüm ve diğer altyapı programlarının gerekliliği tartışılmazdır diye düşünüyorum. Pandemi sürecinde ortaya çıkan durum, küresel bir olgu olup, belli noktada maalesef engellenemez bir durum haline gelmiştir. Özellikle bundan sonraki planlama süreçlerinde risklerin belirlenmesi noktasında, bu tür sıradışı sistematik olmayan olayların da göz önünde bulundurulması önem kazanacaktır.
Yine de sanki bundan sonra hep bir pandemi dönemi yaşanacakmışcasına senaryolar oluşturulması da mühendislik ve planlama ilkeleriyle çok örtüşmemektedir diye düşünüyorum. Her durumda bizim yıllardır gündemde tutmaya çalıştığımız, insan sağlığı, hijyen, yaşam kalitesi, iç mekanlarda hava kalitesi ve kaynak verimliliği gibi konular, pandemi olsun olmasın her zaman karşımıza çıkacaktır.