YAZI: Doç. Dr. Ahu ERGEN, Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi, ahu.ergen@vs.bau.edu.tr
İnsanlığın önünde duran en büyük küresel risklerden biri iklim değişikliğidir. Birleşmiş Milletler’e (BM) bağlı Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (Intergovernmental Panel on Climate Change – IPCC) 2021 Ağustos’ta yayınlanan 6. Değerlendirme Raporu’na göre, küresel ısınma 2030’a kadar 1,5 derece artacak ve iklim değişikliği kesin olarak “insan kaynaklı”…
Bugün insan kaynaklı iklim krizinin doğrudan ve dolaylı etkilerini yaşamayan ülke kalmadı. Biyolojik çeşitlilik tehdit altında. 1 milyon tür yok olmak üzere. Çölleşme artıyor. BM’ye göre 2050 yılına kadar, her dört insandan en az birinin, sık sık yaşanan su sıkıntısından etkileneceği tahmin ediliyor. Sulak alanlar azalıyor. Dünya üzerinde her yıl 10 milyon hektar ormanı kaybediyoruz. Her gün on kişiden dokuzu kirli hava soluyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2019 tarihli “On Küresel Sağlık Tehdidi” raporunda, hava kirliliği insan sağlığı için en büyük çevresel risk olarak görülüyor. Su ve hava kirliliği yılda 9 milyon insanın ölümüne neden oluyor (Pandemideki ölümlerin altı katından fazla). Okyanuslar aşırı avlanma ve plastik belasıyla mücadelede. Emdikleri karbondioksit, okyanusları asitli hale getiriyor. Doğal yaşama insan müdahalesinin etkisiyle yeni tanımlanan bulaşıcı hastalıkların %75’ten fazlası zoonotik (hayvanlardan insanlara bulaşan hastalıklar). 2020 yılı en sıcak üç yıldan biri olarak rekor kırmış…
Tüm bu yaşananlar ve daha fazlası, iklim değişikliğiyle ilişkili.
İklim değişikliği fazla teknik bir kavram gibi algılanabiliyor. Ne var ki, iklim bilimci olmasak da artık hepimiz yurttaş olarak iklim değişikliğinin sebeplerinin ve mücadele yollarının farkında olmalı ve davranışlarımızda değişikliklere gitmeliyiz.
İklim Değişikliği Nedir?
Küresel bir sorun olan iklim değişikliği kömür, petrol gibi fosil yakıtların yakılması, arazi kullanımı değişiklikleri, ormansızlaştırma, sorumsuz üretim ve tüketim süreçleri gibi insan etkisiyle atmosfere salınan seragazındaki hızlı artışın sonucunda yerkürenin ortalama yüzey sıcaklıklarındaki artış ve iklimde oluşan değişikliklerdir. Küresel iklim değişikliği çok boyutlu ve sonuçları itibariyle tüm yaşamı etkileyen bir sorun. Aşırı hava olayları, biyolojik çeşitlilik kaybı, göç, kuraklık, gıda sorunları, yoksulluk ve sağlık sorunları gibi çevresel, toplumsal ve ekonomik sonuçları var.
İklim Değişikliğinin Nedenleri Nelerdir?
İklim değişikliğinin en önemli nedeni artan seragazları. Kömür ve petrol gibi fosil yakıt kullanımı, ormanların yok edilmesi, sentetik gübre kullanımı, sorumsuz üretim ve aşırı tüketim, kontrolsüz nüfus artışı, gezegenin ısısını artıran sera etkisinin ana sebepleri arasında.
Seragazı emisyonları 1990 yılındaki düzeye göre %50 artmış durumda. Güneşten gelen radyasyonun bir bölümü bulutlar, buzullar ve diğer yansıtıcılar tarafından yansırken, karbondioksit, metan gibi gazlar tarafından ise tutulur. Bu da dünyayı ısıtır.
Örneğin, 2020 yılında atmosferdeki karbondioksit miktarı rekor seviyelere ulaşarak, Mayıs ayında milyonda 417 parçaya ulaştı. Bu seviye en son 4 milyon yıl önce milyonda 400 parçayı aşmıştı. Yeryüzündeki karbonun %45’i ise ağaçlar ve toprakta depolanıyor. Ormanlar yok edildiğinde ya da yandığında toprak bozuluyor ve karbon salımı maalesef artıyor. Ormanların doğal şekilde kendini yenilemesi karbonu tutmak ve biyolojik çeşitliliği canlandırmak için en verimli yollardan biri olarak görülüyor.
Dünyamız, 1990 yılından bugüne dek Libya büyüklüğünde bir orman alanını (178 milyon hektar) kaybetti. Diğer yandan, donmuş toprak, büyük miktarda karbon ve metan gibi seragazı içeriyor. Kanada, Sibirya ve Grönland’daki donmuş toprak erimeleri karbon salımını artırarak küresel ısınmaya neden oluyor. Buzulların erimesi de iklim değişikliği üzerinde etkili. Güneşin ısısını yansıtan parlak beyaz buzullar ısınmanın yavaşlamasında etkilidir. Ne var ki, Kutup Bölgesi dünyanın diğer bölgelerinden iki kat hızlı ısınıyor.
İklim Değişikliği ile Mücadelede Bireyler Ne Yapabilir?
Bireylerin, kendilerinin ve çevrelerindeki insanların tüketim alışkanlıklarını ve yaşam tarzını sürdürülebilir hale getirebilme, sürdürülebilir ürün ve hizmet sunan markaları tercih etme, siyasi tercihlerinde sürdürülebilir çözümleri ajandasına almış partileri seçme iradeleri vardır. Öncelikle davranışlarımızın ve yaşam tarzımızın gezegen üzerindeki etkileri üzerine düşünebilir, öğrenebilir, araştırabiliriz. Örneğin, otomobil penceresinden atılan izmaritle aşırı sıcaklarda ormanın yanabileceğini, tek kullanımlık plastik pipet ve bardakların geri dönüşmediğini ve toprağı, suyu kirlettiğini hatta aşırı plastik nedeniyle denizlerde bir süre sonra balıktan çok plastik olacağını bilmek, aşırı deterjan kullanımının insan ve diğer canlıların sağlığını tehdit ettiğini, bir tişörtün üretimi için ne kadar su ve enerji harcandığını ve doğaya olan zararını öğrenmek ve alışkanlıklarımızı değiştirmek hepimizin elinde.
Sürdürülebilirlik okuryazarlığı eğitimlerinin her seviyede öğrenciye ve yetişkinlere verilmesi gerekiyor. Bu konuda bilinç düzeyi arttıkça davranış değişikliği de gerçekleşiyor. Kamu spotları ve TV dizilerine davranış yerleştirme, sosyal medya iletişimi gibi pek çok yöntemle farklı hedef kitlelerine yönelik temel sürdürülebilirlik bilinçlendirme kampanyaları yapılmasında büyük fayda var.
Diğer yandan, sürdürülebilir üretmek ve tüketmekten başka çaremiz kalmadı. Farkında olmadığımız pek çok davranışımız maalesef iklim değişikliğini etkiliyor. İklim değişikliği ile ilgili “harekete geçmiş toplumlar”, “henüz farkında olmayanlar” ve “yavaş yavaş farkına varanlar” olarak kabaca toplumları üçe ayırmak mümkün.
İklim değişikliğiyle mücadelede Avrupa Birliği (AB) ülkeleri harekete erken geçmiş ve diğerlerine liderlik eden ülkeler. 2019 yılında AB, karbon emisyonlarını 1990 seviyelerinin %24 altına çekmeyi başardı. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, AB Yeşil Düzeni’nin (European Green Deal) Avrupa’nın yeni büyüme stratejisi olduğunu ifade etti. Pandemi sonrası iyileşme paketinde “Doğaya nasıl davrandığımızı, nasıl ürettiğimizi ve tükettiğimizi, nasıl yediğimizi ve ısındığımızı, nasıl seyahat ettiğimizi ve ulaşımımızı değiştirmenin zamanı geldi” derken AB, Yeşil Düzen ile emisyonları azaltırken yeni iş imkanları yaratmayı ve yaşam kalitesini arttırmayı da hedefliyor. AB Yeşil Düzen ile temiz enerjiye yatırım yapılacak, döngüsel ekonomi hızlanacak ve Avrupa’nın biyolojik çeşitliliği korunacak. AB, 2050 yılı itibariyle “sıfır karbon” taahhüdü veren ilk topluluk. Birleşik Krallık, Japonya, Kore ve 110’dan fazla ülke 2050 sıfır karbon taahhüdü verdi. Biden hükümeti de 2050 taahhüdünü ilan etti. Çin ise 2060 hedefi koydu. Bu ne anlama geliyor? Dünya karbon emisyonunun %65’ten fazlasını ve dünya ekonomisinin %70’ini temsil eden ülkeler ciddi yeşil taahhütlerde bulunuyor.
2006’dan beri vurgulanan “küresel salgın” tehdidi 2020’de maalesef gerçek oldu. İklim değişikliği ise 80’li yıllardan beri gündemde. Orta ve uzun vadeli tehditleri görmezden gelmek, bunların gerçekleşme olasılığını azaltmıyor. Ülkemizde ağustos başındaki orman yangınlarıyla ilgili olarak, bilim insanları aşırı sıcaklar, kuru hava ve kuvvetli rüzgar konusunda uyarılarda bulunuyorlardı. Tüm paydaşların dahil olacağı risk yönetimine her zamankinden fazla ihtiyaç var. İklim değişikliğine yönelik devlet politikaları, iş dünyasının sürdürülebilir iş modellerine geçişi ve elbette bireylerin sürdürülebilir tüketime yönelmesi gerekiyor.
İklim krizinin sebebi de çözümü de insanda.
Dünyamız tek, başka çaremiz yok.