#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

İnsanın Trajikomik Hikayesi

“İnsan tepeye o kadar hızlı çıktı ki ekosistemin gerekli ayarlamayı yapacak vakti olmadı.” Dünyada yankı uyandıran “Hayvanlardan Tanrılara Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi” isimli kitabı kısa bir süre önce Türkçeye çeviren Kudüs İbrani Üniversitesi Beşeri Bilimler Fakültesi öğretim görevlisi Yuval Noah Harari, işte böyle diyor. Kitabı EKOIQ için değerlendiren Ali Bulunmaz, Harari’nin “Hayvanları ve ekosistemi mahveden ve konforunu düşünen, üstelik tatmin olmayan böylesine bir Tanrı’dan daha tehlikeli bir şey olabilir mi?” sorusunu aktarıyor ve “son sürat giden Sapiens’ler olarak bu soruları kendimize sormanın vakti gelmedi mi” diye ekliyor.

Ali BULUNMAZ, [email protected]

Zaman zaman işittiğimiz, ba­zen de büyük bir bilgiçlikle kullandığımız “Ne oldum demeyeceksin, ne olacağım diyecek­sin” sözü, aslında ahvalimizi açıkla­maya en uygun deyişlerin başında. Çünkü hiç vazgeçmeden ipin ucunu kaçıran insanoğlu olarak, nereden nereye geldiğimizin farkındayız bel­ki, ama nereye gittiğimizi o kadar seçemiyoruz.
Kurduğu kültür, evrilen alışkanlık­ları, edindiği ve sürekli genişlettiği bilgi dağarcığı, sınırları zorlayan keşif ve icatları insanın ilk günden bugüne “korkutucu” ilerleyişinin simgeleri aslında.
Ayağını toprağa basıp oradan çekişi arasında geçen zamanda, kendisini sürekli yeniden tanımlamak için boyutunu sürekli değiştiriyor. Bu anlamda Bilişsel Devrim, Tarım Devrimi ve Bilimsel Devrim gibi dönüm noktaları, hem atalarımızla bağlantı kurmamızı sağladı hem de o bağı kopardı. Yuval Noah Harari de bu fikirden hareketle Hayvan­lardan Tanrılara Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi adlı ki­tabıyla “ne olduğumuza” ve “ne olacağımıza” dair ilginç bir tartışma başlatıyor.
Hikayeci ve Gezgin Sapiens
İnsan çeşit çeşit sıfatlarla anıldı, anılmaya da devam ediyor. Kendi­ne, “homo erectus”, “homo rudol­fensis” ve “homo neandertalensis” de dedi, “homo economicus” da “homo ludens” de. Fakat bunlar arasında en popüleri kuşkusuz “homo sapiens”ti. Zeka bir boy öne geçtiğinde sınırlar genleşti ve nihayet ortadan kalktı. “Düşünen hayvan” mertebesi, sınırsızlığı açık­lamak için de kullanıldı. Üstelik “homo sapiens” diğer kardeşlerin­den sıyrılıp kendini büyük bir sürat­le geliştirdiğinde bu hızın gösterge çatlatacağından habersizdi. Evrim, insanoğlu için bir gaz pedalı işlevi gördü; beyin büyüdü ve ağırlığı art­tı. Harari ilginç bir saptama yapıyor: “İnsan tepeye o kadar hızlı çıktı ki ekosistemin gerekli ayarlamayı yapacak vakti olmadı ve buna ek olarak insanlar da bu değişime ayak uyduramadı. Gezegendeki büyük avcıların çoğu muhteşem yaratıklar; milyonlarca yıl süren hakimiyetleri sayesinde kendilerine olağanüstü derecede güveniyorlar. Sapiens ise adeta bir muz cumhuriyetinin dik­tatörü gibi.” Harari’ye göre korkak ve endişeli Sapiens, aynı zamanda zalim ve tehlikeli. Bu yüzden ölüm­cül savaşlar ve çevre felaketleri gibi birçok tarihsel kötülüğün öznesi. Hepsinden öte dünyada dolaşmaya başladığında karşılaştığı öbür insan türlerini yok edecek kadar da gözü­pek. Kendine özgü diliyle dünyayı fethetmesi bir başka özelliği. Bu fetih anlayışı Bilişsel Devrimi tetik­ledi; Sapiens, etrafındaki dünyayla ilgili bilgi edinip bunu aktardı, ilişki­ler kurdu ve davranışlarını geliştirip soyutlama yetisi kazandı. Kısacası kültürün kuruculuğunu üstlendi. Avcı-toplayıcılıktan alet yapımına, oradan ekip biçmeye ve sonunda müreffeh topluma uzanan süreçte Sapiens, eski bir filozofun dediği gibi bir balona üflenircesine büyü­dü. Harari bu büyümeye “hikayeci ve gezgin Sapiens’in, hayvan krallı­ğındaki en önemli ve en yıkıcı güç haline gelişi” diyor.

Harari’nin yorumları, Sapiens’in eh­lileştirici ve yapıcı kimliğini de açığa çıkarıyor. Örneğin hayvan evcilleşti­ren veya piramitleri oluşturan yine o. Bunun altında bir gelecek kaygısı mı vardı? Yazarımıza göre evet. Ne kadar çok tarım ya da yapı, o kadar kaygı ve savaş demekti.
Sapiens’in atılımı, pek çok taşı ye­rinden oynattı veya taş taş üstüne koydu. Kendi refahı için çatışmaya girmesi, cinsler arasında ayrımın keskinleşmesi, toplumsal sınıfların oluşması ve adilliği tartışmalı adale­tin geliştirilmesi bunlardan birkaçı. Sayılanların arasına bir zamanlar “Tanrı’nın niyetiyle uyumlu” anla­mına gelen “doğal olan”la “doğal olmayan” ayrımını da katalım.
“Biz” ve “onlar” bölünmesi, çoğun­lukla geliştirilen dinle bağlantılı görünse de bunda ticaretin, gerilim­lerin ve fetihlerin de hatırı sayılır payı vardı. Sapiens, imparatorluklar kurma vizyonuyla hareket etmeye başlayınca, “biz” ve “onlar” ara­sındaki makas açılmaya başladı ve Tarım Devrimi’nde yeni bir evreye geçildi. Unutulan küçük ayrıntı ise paraydı: Onun adına yapılacak her eylem “kutsal” sayıldı. Harari’nin de hatırlattığı üzere para, her türlü hastalığı gidermeye muktedir şifalı bir icattı. Elbette yeni hastalıklar da yaratıyordu…
Tarihi Sonlandırma Kapasitesi
Mal ve hizmet takasına değer biçil­meye başlanması, Harari’nin de de­diği gibi zihinsel bir devrimdi. Daha da ötesi, hayal gücünün hareketlen­mesi ve bilinenlerin gözden geçiril­mesi demekti. Artık her şey, her şey­le değişiyor, para hem güveni hem de derin bir kuşkuyu simgeliyordu. Nice kral, toplum, imparatorluk ve devlet bu yolda heba olup gitti. An­layacağınız Sapiens, başına büyük bir iş aldı ama olsun, hayat devam etmeliydi.
Hakimiyet kurup emperyal politika güden, para bastıran, kültünü ya­yan ve “tüm dünyayı herkesin iyiliği için” yönetmeye aday olan Sapiens, gitgide yabancı düşmanı haline gel­di; “biz” ve “onlar” ayrımı keskinleş­ti. “Onlar”, “biz” haline getirilmeye çalışıldı, buna direnenler daha fazla “onlar” yapıldı. Tarihin iyi ve kötü çocukları, ayrıştırma ve birleştirme için kendi yarattığı kültürü de kul­landı, üyesi olduğu din ve mezhep­leri de. Kendine Tanrı da icat etti, varlığının kendisinin üstünde bir Tanrı’nın eylemi olduğunu da söy­ledi. Bütün bunlar kılıç kuşanmak için yeterliydi. Sonuçta “biz” iyiydi, “onlar” da kötü. Önemli olan ne ta­raftan bakıldığıydı.
Harari, Sapiens’in yükselişinin ola­ğanüstülüğünü anlatırken bu hızın, tüm kudretine rağmen aynı zaman­da onun bilgisizliğini kavramasına yol açtığını da belirtir. Keşifler yeni bir kimliğe bürünür, yayılmacılık ise vites artırır. Bilimsel araştırmalar da cehaleti alır.

Sapiens, sorular sorup Sokrates’in kulağını epey bir çınlattı, “tek bildi­ğinin hiçbir şey bilmediği” olduğu­nu kavradı, hırsa kesti; Harari’nin deyişiyle “tarihin akışını değiştire­bilmenin ötesinde tarihi sona erdi­rebilme kapasitesine de sahip oldu”. Bilimsel Devrim’in, cehalet devrimi olduğu böylece ortaya çıktı; sorula­rın cevaplarını bilemedikçe onlara yenileri eklendi ve tahmin bile edi­lemeyecek yerlere ulaşıldı. Bilginin gücü, ileride patlatılacak bombalar gibi gözleri kamaştırıyordu. Bilgi ve bilim kısa sürede imparatorlukların kaldıracına dönüşecekti.
“Neyi İstemek İstiyoruz?”
Emperyal projeler, bilim insanla­rının denetimindeki pratik bilgi, ideolojik gerekçeler ve teknolojiy­le donatıldı. İşgalciler bunların bir adım öteye taşınmasına yardım etti. Fakat Harari, bilimi destekleyen bir gruptan daha bahsediyor: “Daha fazla para kazanmak için uğraşan işadamları.” Yani en az diğerleri ka­dar hırslı bir Sapiens. Onlar olmasa yatırımcı arayan Kolomb nasıl ra­hat hareket ederdi? Serbest piyasa kültürü nasıl boy verirdi? Kapitalist ortam nasıl yaratılabilirdi? Üretim bandı bir yaşam şekli olabilir miydi? Alışveriş çağı hayat bulabilir miydi? Ekolojik bozulma ya da çevre fela­keti gündeme gelebilir miydi?..
Harari, son soruya önem atfedi­yor, çünkü hırslı Sapiens, kendi türünü tehdit edebilecek ekolojik bozulmayı körüklüyor. Sapiens, de­ğiştirdiği doğanın isteklerine karşı duyarsızlaşıyor. Kendinde topladığı ekonomik, ticari, bilişsel ve bilimsel gücün yozlaştırıcı etkisi hemen her yere bulaşıyor: Beklentiler büyük, Sapiens mutsuz ve bu durum artık bizi yeni bir aşamayla yüzleştiriyor; Harari oraya dokunuyor: Akıllı ta­sarım. Şimdilerde bilim insanları “laboratuvarlarda doğal seçilim ya­salarını bozarak bir organizmanın özgün özelliklerini dikkate almadan canlı yaratıklar tasarlıyor.” Bunu, “Tanrı’dan rol çalmak” olarak yo­rumlayanlar da var, “doğanın işine burun sokmak” olarak da. Ama iki yorumun da kesişme noktası, o la­boratuvarlardan inorganik bir şeyin çıktığına işaret ediyor. Bu da bizi Homo Sapiens’in yerini, bilişsel ve duygusal bakımdan çok başka var­lıkların alabileceği sonucuna götü­rüyor. Harari, ölümsüzlüğü arayan ve doğanın dengesini günden güne bozan Sapiens’in eylemleri karşısın­da, haklı olarak “Neye dönüşmek istiyoruz?” diye soruyor.
Yazarın bizi götürdüğü ikinci ve asıl soru ise “Neyi istemek istiyoruz?” Gezegenin efendisi ve ekosistemin başına bela olan Sapiens, bu iki so­ruyu kendine ne kadar yöneltiyor?
Harari’nin vardığı sonuç, üzerin­de düşünmeye değer; hatta bugün artık bunu samimiyetle yapmak zo­rundayız: Hayvanları ve ekosistemi mahveden ve konforunu düşünen, üstelik tatmin olmayan böylesine bir Tanrı’dan daha tehlikeli bir şey olabilir mi? Harari’nin sıraladığı bu soruları, son sürat giden Sapiens’ler olarak kendimize sormanın vakti geleli epey oldu.
Bugün, ne olacağını düşünüp buna göre hareket eden öznelerden çok ne olduğuyla ilgilenen Sapiens’le­riz. Üstelik bu eylemin bizi soktu­ğu ve sonu belirsiz tünelde ilerli­yoruz.

Harari Kimdir?

Yuval Noah Harari, 1976 doğumlu, insan bilimleri ve tarih konusunda uzmanlığa sahip bir akademisyen. 2002’de Oxford Üniversitesi’nde tarih doktorasını tamamlayan Harari, Kudüs İbrani Üniversitesi Beşeri Bilimler Fakültesi, Tarih Bölümü’nde Dünya Tarihi dersleri veriyor. “Renaissance Military Memoirs: War, History and Identity, 1450-1600”, “Special Operations in the Age of Chivalry, 1100-1550” ve “The Ultimate Experience: Battlefield Revelations and the Making of Modern War Culture, 1450-2000” adlı çalışmalarıyla tanınan yazarın Türkçeye çevrilen ilk kitabı ise “Hayvanlardan Tanrılara Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi”.

EkoIQ Editör