Katılımcı bütçe, belediye gelirlerinin bir bölümünün çeperde yaşam savaşı verenlere harcanması üzerine kurulmuş bir sistem. İlk uygulaması 1980’li yıllarda, Latin Amerika’da ortaya çıkıyor. Porto Allegre’de uygulanmaya başlanmasının ardından Avrupa sahillerinin en güzel kentlerinden biri olan ve 2020 yılında “Avrupa Yeşil Başkenti” seçilen Lizbon’a taşınıyor. 2008’den bu yana katılımcı bütçe yapan Lizbon’un yanı sıra İstanbul da iki yıldır bu konuda çalışıyor. Peki, İstanbul bir gün yeşil bir kent statüsü kazanabilecek mi?
Yazı: Burcu GENÇ, [email protected]
Katılımcı bütçe; Latin Amerika’da, 1980’li yıllarda, halkın yönetime katılım ve adil bütçe dağılımı talepleriyle birlikte ortaya çıkan bir uygulama biçimi. Belediye gelirlerinin bir bölümünün zengin mahalleler yerine çeperde yaşam savaşı verenlere harcanması üzerine kurulmuş bir sistem. İlk olarak Brezilya’da ortaya çıkan bu sistem, Porto Alegre’de, 1989 yılında uygulanmaya başlandı. Her ne kadar daha öncesinde birçok farklı deneyim olsa da tam anlamıyla “katılımın” uygulanabildiği bir deneyim Porto Alegre oldu.(1)
Latin Amerika’daki solcu/sosyalist işçi partisi yönetimlerinin yoksulluktan kıvranmakta olan halk için ve halk ile birlikte uyguladığı katılımcı bütçe, ne yazık ki Avrupa’ya ithal edilme sürecinde neoliberalleşti. Avrupa için oldukça “devrimci” sayılabilecek bir uygulama olarak biraz da Dünya Bankası’nın “katılımcı bütçe” kitapçıklarına benzer şekilde adapte edildi. Ancak Latin Amerika’daki o dalga, Avrupa sahillerinin belki de en güzel kentlerinden biri olan Lizbon’a taşındı.
Lizbon Deneyimi-İstanbul Örneği
Lizbon’daki deneyimin Dünya Bankası standartlarından uzakta, neoliberalizmden kendini olabildiğince arındırmış, gerçekten katılımcı olan ve tabandan gelen bir taleple uygulandığını söylemek mümkün. 2008’den bu yana katılımcı bütçe yapan Lizbon ile iki yıldır katılımcı bütçe çalışan İstanbul’un birçok farklı boyutunu karşılaştırdığım tezimde projeler ve oylamalar kapsamında da “yeşil kent” göstergelerine uygun olanları detaylı bir şekilde inceledim. Bu aynı zamanda katılımın, bir kentin yeşil olmasına katkı sunup sunmadığını merak etmemle başlayan bir tezdi. Lizbon’u incelememdeki motivasyon, uzun yıllardır bu programı uyguluyor olmaları ve 2020 yılında Avrupa Yeşil Başkenti seçilmelerinden kaynaklanıyordu. Bunu İstanbul’la karşılaştırma isteğim ise tamamen duygusal. Yaşadığım kentin bir gün yeşil bir kent statüsü kazanıp kazanamayacağını merak ettiğim için bu sistemin, duruma katkı sunup sunmayacağının ufak bir öngörüsünü yapmak istediğimdendi. Malum, Lizbon ile İstanbul’un benzerliği nice şiire konu olmuştur. Ortada başarılı bir Lizbon örneği varken İstanbul örneği neden olmasın?
Yeşil Kent
Birçok kapsamda karşılaştırma yaptığım araştırmam içerisinden lafı fazla uzatmadan, yalnızca projeler ve oylamalar arasındaki bağlantıya değindiğim bölümden ve yeşil kent kısmından bahsetmek istiyorum. Araştırmamın sonuçlarına göre Lizbon’da yıllar içerisinde çevre koruma kapsamında yer alan projelere oylar artıyor; belirli bir doygunluğa ulaştıktan sonra ise pandemi ve iklim krizinin de etkisiyle- sağlık ve iklim krizine uyum projelerinde tekrar artış görülüyor. Örneğin, Lizbon’da 2014 yılında yeşil projelere aktarılan katılımcı bütçenin oranı %64 iken; 2015’te %59, 2016’da %60, 2017’de %18, 2018’de %24 ve 2021’de %72 oldu.
Lizbon’da 2008 yılında sisteme 1.101 oyla başlandı, 2016 yılında 51.591 oya ulaşıldı ve 2021 yılında pandemi şartlarına rağmen 14.128 oy toplandı. 12 yılda toplam 6.999 önerinin içerisindeki 2.148 projede 317.316 oy kullanıldı ve 162 proje katılımcı bütçeden pay aldı. Toplam yatırım bütçesi ise 38.801.168 euro oldu.
Oylamaların sonuçlarına göre ise en çok oyu alarak seçilen projelerin Lizbon’da 12 yılda %44’ü yeşil olarak nitelendirilebilecek projeler oldu. Lizbon’da bütçenin oylara oranına bakıldığında, en büyük bütçenin ve oyun Kamusal ve Yeşil Alanlara aktarıldığını gözlemlemek mümkün.
İstanbul’da Durum
İstanbul’da ise katılımcı bütçenin %45’i 2021’de yeşil projelere ayrılırken 2022’de bu oran %87 oldu. 2021 yılında 147.837 oy kullanılırken 2022’de kullanılan oy 14.834’e düştü.(2) 5.543 öneriden 268 proje seçildi; bunlar için 162.671 oy kullanıldı ve 55 proje katılımcı bütçeden pay aldı. Toplam yatırım bütçesi ise 552.363.000 TL oldu(3). İstanbul’da son iki yılda yapılan projelerin %60’ı yeşil projeler oldu. Projelerin konu dağılımı ise şu şekilde;
- Ulaşım: 13 proje,
- Sosyal Hizmetler: 13 proje,
- Çevre ve İklim Değişikliği: 11 proje,
- Sağlık ve Spor: 6 proje,
- Kültürel Yaşam ve Eşsiz Miras: 6 proje,
- Afet ve Risk Yönetimi: 4 proje,
- Katılımcı Yönetişim: 1 proje.
Aslında katılımcı bütçenin İstanbul’da iki yıldır bilfiil yapılıyor olması oldukça önemli olsa da, ikinci senesinde biraz hız kaybettiğini görmek mümkün. Özellikle ilk senede yakalanan katılımcı sayısının 10’da 1 oranına düştüğü anlaşılıyor. Bunun asıl sebebini katılımcı bütçenin felsefe olarak İstanbullulara uymamasındansa sistemin kurumsallaşması sırasında yaşanan aksaklıklarla açıklamanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Araştırmalarım sırasında Lizbon’da rakamlara ulaşmak çok daha kolaydı, ne yazık ki yaşadığım İstanbul’da rakamlara ulaşmak samanlıkta iğne aramaya benziyordu. Zaten Kent Konseyi’nin ilk yıl raporunda da katılımcıların şeffaflık konusundaki bazı yorumlarına yer verilmiş durumda. Bir de katılımcı bütçe sitesinde iki yıldır seçilmiş/kazanmış projelerin ne durumda olduğunun katılımcılar tarafından görülememesi hesap verilebilirlik ve şeffaflık konularını da zora sokuyor. Bu iki nitelik, katılımcı bütçe felsefesi için oldukça temel ilkeler. Tabii hal böyle oluncaprogram, bir proje olarak kalıyor ve ruhu yakalayamıyor. Aslında şunu demek istiyorum: İnsanları doğrudan demokrasi çağrısıyla kararlara ortak etmeyi amaçlayan bir sistemde, insanların yalnızca proje sunmasını ve oy vermesini istemek ne yazık ki katılımı gitgide düşürüyor. Buna oldukça üzülüyorum çünkü Lizbon’un Avrupa Yeşil Başkenti olabildiği bir sürece evrilen katılımcı bütçe ile birlikte aslında İstanbul’da da katılımcı bütçe ile ne kadar önemli bir kazanımın elde edilebileceğinin hayalini kurmadan edemiyorum. Çünkü bu tek taraflı bir etkileşim değil; belediyeler insanlardan, insanlar belediyelerden öğreniyor. Demokratik bir tartışma ortamı açılıyor ve demokrasi kültürü yayılıyor. Bir de işin içine bütçe girince ve İstanbulluların en önemli gündeminin ekonomi olduğu düşünülünce; toplumu yatay kesen, herkesi ilgilendiren ekonomi sebebiyle tüm zemine yayılabilen bir sistem haline dönebiliyor.
Katılımcı demokrasiye inanan biri olarak bu kadar değerli bir projenin bu kadar dar bir alana sıkıştırılması ve ivmeyi kaybetmesi beni derinden yaralıyor. Özellikle demokrasinin alanının oldukça kısıtlandığı, kamusal alanın daraldığı şu zamanda katılımcı bütçe projelerinin, reklamın artırılması ve sistemde bir-iki ufak değişiklikle kaybettiği ivmeyi geri yakalaması mümkün. Katılımcı bütçenin farklı sebeplerle kıyıda kenarda bırakılmasını ise benim bir yurttaş olarak kabul etmem mümkün değil.
Neler İyileştirilebilir, Neler Yapılabilir?
Katılımcı bütçe çokça araştırılmış, metodolojik olarak akademik geniş bir literatürü bulunan bir konu. Bu sebeple, özellikle İstanbul’da uluslararası literatürde kabul görmüş bir metodolojiyi temel alarak özgün bir sistemin oluşturulmasının şeffaflık ve hesap verilebilirlik anlamında oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Web sitesinin mobil uygulamaya taşınması kararının arkasındaki neden nedir, bilemiyorum. Ancak bu şekilde akıllı telefonla arası iyi olmayan veya akıllı telefonu olmayanları dışarıda bırakıyor. 2023 oylama sonuçları henüz yayımlanmadı ama oyların daha da azalmasından dolayı oldukça endişeliyim. Web sitesinin yeterli olmadığını belirttiğim tezimde; SMS, mobil uygulamalar, ev ziyaretleri, STK ziyaretleri yapılmasını önerirken web sitesinden de olmak beni oldukça düşündürüyor. Özellikle Katılımcı bütçe uygulamasının, seçime aylar kala kurumsallaşması için önemli adımlar atılması gerektiğine inanıyorum. Kurumsallaşmanın; imzalı, onaylı, karar numaralı bir ilkeler belgesiyle olabileceğini ve Kent Konseyi’nin, İBB’nin, İPA’nın, yurttaşların ve diğer kurum/kuruluşların görevlerinin net bir şekilde yazılması gerektiğini düşünüyorum.
Şişli Belediyesi örneğinde olduğu gibi ilçelerden gönüllü katılımcı bütçe temsilcileri istenebilir ve komisyonlar kurulabilir. Kırılgan grupların dahil edilebilmesi için özel odak grup toplantıları organize edilebilir.
Katılımcı bütçenin stratejik plana ve performans programlarına özel bir kodla işlenerek izlenebilirliği ve görünürlüğü artırılabilir. Lizbon örneğinde olduğu gibi web sitesine projelerin fizibilite/değerlendirme raporlarının eklenmesi, projelerin durumlarının izlenebildiği küçük kutular olması şeffaflığı ve hesap verilebilirliği artıracaktır.
Umarım seçim telaşı sırasında katılımcı bütçe unutulup gitmez ve hak ettiği yeri bulur. En büyük hayalim ise bunun bir İstanbullu geleneği olarak gündelik hayatın bir parçası olması.
Dipnotlar:
(1) Türkiye’de, 1979 yılında, Fatsa’da da benzer bir deneyimin başlangıcı yapıldı, ta ki askeri operasyonla belediye başkanı Fikri Sönmez görevden alınana kadar. Yalnız dokuz ay süren yönetimi sırasında katılımcı yönetimin ilk modelini oluşturan çok önemli çalışmalara imza attı. 45 yıla yakın süre geçmesine rağmen bu yönetimin bıraktıkları üzerine hâlâ konuşuluyor. Görevde kalması durumunda yerel yönetim açısından Türkiye’de bugün nasıl bir tartışma ortamı olacağı konusu insanı düşündürüyor.
(2) İstanbul’da ne yazık ki oyların sayıları görünmüyor, yüzdelik cinsinden verilmiş. Açıklanan toplam oyla yüzdelik rakamlar da puanlandırma sistemindeki metodolojiden dolayı ne yazık ki tutmuyor. Bu sebeple, oylar bağlamında bir tablo yapmak yüzdelik üzerinden mümkün olmuyor.
(3) İstanbul’da İBB’nin yayımladığı Performans Esaslı Yatırım ve Hizmet Programı’ndan bazı kalemlerdeki bütçelere ulaşabildim ancak İSKİ’nin veya diğer kuruluşların sorumluluk alanlarına giren projelerin ne yazık ki bütçelerine ulaşmak mümkün değil, Çözüm Masası ve görüşme taleplerim de hüsranla sonuçlandı. Bu toplam rakamda 11 projenin rakamları dahil değil.