Yanımız, sağımız solumuz, önümüz arkamız kötülükle çevrili. Belki bu yüzden bu kadar çok “iyi”likten bahseder olduk. Belki bu nedenle birçok şirket, aslında son derece jenerik, artık neredeyse hiçbir şey anlatamaz hale gelmiş “iyi” nosyonunu tekrar tedavüle sokuyor, özellikle de sürdürülebilirlik çalışmaları bağlamında…
YAZI: Barış DOĞRU
Kötülük Kol Gezerken. Geçen yüzyılın en büyük Avrupa tarihi uzmanlarından, Cambridge ve Oxford üniversitelerinde dersler vermiş olan Tony Judt’un ölmeden önce yazdığı son kitabının ismi böyleydi. Aklın karamsarlığı ile iradenin iyimserliğini son derece güçlü bir biçimde anlattığını düşünmüştüm Judt’un kitabını okurken. Araştırırken çok benzer bir isme sahip bir tiyatro eseri olduğunu da fark ettim: Fransız yazar Jacques Audiberti’nin “Kötülük Kol Geziyor” eseri.
Bu yazıyı yazarken, Doğan Hızlan’ın yazısından gördüğüm bir sergi ile de karşılaştım internette. 7 Mayıs’ta bitmiş, ne yazık ki görme olanağı bulamayacağım. Jake ve Dinos Chapman’ın Anlamsızlık Âleminde başlıklı sergisi Arter sanat galerisinde sergilenmiş. “Sergi, acımasız bir dünyada yaşadığımızı anımsatıyor, insanların savaşlarda nasıl yok olduğunu, nasıl ezildiğini seyrederken bizi ürpertiyor” diyor Hızlan. Oğlum Güney’le Arter’deki bir sonraki sergiyi, Görme Biçimleri’ni (13 Ağustos’a kadar devam ediyor bu sergi) gezerken de, tüylerimizi diken diken eden bir “iş” çıktı karşımıza. Picasso’nun savaşın ve kötülüğün en ünlü tasviri sayılan Guernica tablosunun önünde atılan çığlıklardan oluşan bir “ses”le karşılaştık galeride. Güney Afrikalı sanatçı James Webb, Madrid’deki Reina Sofia Müzesi çalışanlarından Picasso’nun Guernica tablosunun önünde çığlık atmalarını isteyerek acıyı somutlaştırmak istemiş. Serginin diğer bölümlerini gezerken yavaş yavaş uzaklaşsak da kulaklarımızdan gitmeyen o çığlık, kötülüğün hep oralarda, yakınımızda bir yerlerde olduğunu durmadan hatırlatıp durdu.
Evet kötülük hemen oralarda bir yerlerde. Modern toplumun en güçlü eleştirilerine imza attığını düşündüğüm ünlü İtalyan sinemacı Pier Paolo Pasolini’nin, hunharca öldürülmesinden önce verdiği son röportajın başlığı da “Hepimiz tehlikedeyiz” idi; sonrasında yayınlanan bu röportajın yer aldığı kitabın başlığı da öyle atılmıştı: Hepimiz Tehlikedeyiz.
***
Yanımız, sağımız solumuz, önümüz arkamız kötülükle çevrili. Belki bu yüzden bu kadar çok “iyi”likten bahseder olduk. Belki bu nedenle birçok şirket, aslında son derece jenerik, artık neredeyse hiçbir şey anlatamaz hale gelmiş “iyi” nosyonunu tekrar tedavüle sokuyor, özellikle de sürdürülebilirlik çalışmaları bağlamında (Allianz, Barilla ilk akla gelenler). Birçok sivil toplum kuruluşu ve sosyal girişim de (ilk akla gelen Good4Trust) “iyi”yi tekrar hatırlatmanın hâlâ sağaltıcı ve geleceği kurucu bir yetisi olduğunu düşünüyor gibi…
Cemal Süreya’nın “Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı” dizesinden ilhamla, sürdürülebilirliğin de “iyi” ile bir ilgisi olduğunu düşünüyorum ben. Her zaman hatırlatmaya çalıştığımız gibi, sürdürülebilirlik basitçe teknik bir çözümün ötesinde, bugün tıkanmış, ite kaka giden, her yanı dökülen mevcut uygarlığa karşı yeni bir kurucu irade çağrısı, manifestosu olarak algılanmadıkça işimiz gerçekten zor. Düşürülen emisyonların, dikilen ağaçların ötesinde tüm paydaşlarla ve toplumla birlikte yeşertilen yeni bir umut, anlam ve ortak idealler olmadıkça sürdürülebilirlik, aynı “iyi” gibi jenerik bir slogan olarak kalmaya mahkûm…
Judt, geleceği kurmanın yolunun geçmişe bakmakta, dayanışma, diğerkâmlık ve paylaşım üzerine kurulu bir toplum idealine geri dönmekte olduğunu söylüyor. Yeni yollar, yeni hayatlar ve yeni bir uygarlık üzerine çalışmaya, düşünmeye devam… Geçen bayramdan daha iyi bayramlar olsun tüm gezegene…