Prof Dr. Selahattin İncecik
Türkiye’de iklim değişikliği konusunda en çok araştırma yapan bilim adamlarından biri olan ve 2007 Nobel Barış Ödülünü Al Gore’la birlikte alan BM İklim Değişikliği Raporunu hazırlayan 100 bilim adamı arasında bulunan Selahattin İncecik Türkiye’yi uyarıyor: “En çok Güneydoğu Avrupa ve Akdeniz ısınacak. Yeni tatil merkezi Baltık Denizi kıyıları olacak.”
Röportaj: Balkan Talu
Fotoğraflar: Özgür Güvenç
2007 yılında Türkiye İklim Değişikliği Kongresinde (TİKDEK) atmosfer olaylarına bağlı doğal afet oranı yüzde 84 demişsiniz. Bu çok dramatik bir rakam. Bu anlamda bizi nasıl bir gelecek bekliyor?
Yakın zamanda IPCC’den yeni bir davet aldım. İklim değişikliğiyle ilgili ekstrem hava olaylarına bağlı olarak yaşanan afetlerden sonraki adaptasyon süreciyle ilgili hazırlanacak bir raporda hakemlik yapacağım. Sözkonusu afetlerden sonra sosyal ve ekonomik olarak ne tür tedbirler alınabileceği giderek önem kazandı. Buradaki anahtar soru şu: ABD’de yaşanan bu fırtınalar, kasırgalar; Asya’da yaşanan tayfunlar daha önce yok muydu? Yüz yıl önce de bu olayların hepsi vardı ama bu kadar sık ve şiddetli değildi.
Bu olayların mali boyutları ilk önce sigorta şirketleri sayesinde ortaya çıkmaya başladı. Sonra Stern Raporu geldi. Özellikle Stern Raporundan sonra iklim değişikliğinin maliyetinin gayrısafi milli hasılanın yüzdelik paylarına kadar çıktığı, bununla mücadele edebilmek için de devlet bütçesinden pay ayrılması gerektiği belli oldu. Bunlar gelişmekte olan ülkeler için çok zor adımlar. Biz böyle konuşurken karbondioksit seviyesi de artmaya devam ediyor. Bundan on gün önceki ölçümlere göre karbondioksit oranı 390 ppm’e ulaştı. Bu rakam, yıllık sıcaklık artışının 1,9 derece arttığını gösteriyor. 90’lardan önceki artış bunun yarısıydı. IPCC tarafından 2007 yılında hazırlanan 4 ilerleme raporunda bizim 0,75 derece olarak belirlediğimiz küresel sıcaklık artışı 21. yüzyıl sonunda 2 dereceye ulaşacak. Bu da en iyimser tahmin ve kimse bu tahmine inanmıyor artık. Bu rakamın daha da artacağı düşünülüyor. Önlem alınmadığı takdirde 4,5 derece gibi bir artıştan söz ediliyor. Bu durumda insanlar, önlenemez tarzda şiddetli hava olaylarıyla karşı karşıya kalacaktır.
Bu durumdan en çok kimler etkilenecek?
İçindeki yaşadığımız Kıta Avrupası, ısınmanın en doğal kanıtı. Akdeniz ve Güneydoğu Avrupa en çok etkilenen yerler olacak. Yağışlar sadece kuzeyde artacak. Akdeniz ve Türkiye’de azalacak. Tarım üretiminde ciddi problemler yaşanacak. Su kaynaklarıyla ilgili problemler ortaya çıkacak. Ekstrem hava olayları ile aşırı ısınma arasındaki bağlantıyı da en iyi ABD’deki kasırgalar açıklıyor. ABD’yi etkileyen kasırgalar hep Meksika Körfezinden doğar. Enerjisini oradan alır. Körfezin fazla ısınması da kasırganın şiddetini artırır. Katrina bugüne kadarki en şiddetli kasırgaydı. Daha önce bu kasırgalar maksimum 3 Simpson ölçeği şiddetindeyken şimdi 5 Simpson şiddetinde kasırgalar meydana geliyor. Bugün Louisiana’da bunun sosyal etkilerini hâlâ görüyoruz. Üstelik bu fırtınalarla ilgili bilgiler artık önceden verilebiliyor. Nereleri etkileyeceği, yağışların nereye, ne şiddette düşeceği… Hepsi biliniyor. Louisiana’daki insanlara da bu bilgiler verildi. Fakat dar gelirli insanlara bu bilgi bir mana ifade etmiyor çünkü gidecek hiçbir yerleri yok. En son Pakistan’daki sel felaketinde de aynı şey yaşandı.
Karbon emisyonunu azaltmakta en başarılı örnek Almanya diyorsunuz. Neye dayandırıyorsunuz bunu?
Örneğin Türkiye’ye şöyle bir baktığınızda 2010 itibariyle ürettiği karbon emisyonu miktarı 400 milyon ton. Almanya, Türkiye ya da Çin fark etmez, karbon emisyonlarında en büyük pay enerji sektörünündür. Bundan on sene önce enerji kaynakları içinde yenilenebilir enerjinin oranı yüzde 3’ü zor buluyordu. Almanya on yıl içinde yenilenebilir enerjiye (güneşe ve rüzgâra) yüzde 6’lık bir pay ayırdı. Çok büyük bir pay bu. Yenilenebilir enerjiye en fazla yer veren, en fazla projelendiren ve bunları kendi kaynaklarına en çok aktaran ülke Almanya. Arkadan gelen en büyük ülke de Çin. Çin bu konuda çok büyük bir atılım içinde. Çin o kadar büyük bir çıkış yapıyor ki 2020’lerden sonra Çin’in yüzde 10’u geçeceği düşünülüyor. Biz Türkiye olarak daha yüzde 1’e bile erişemedik.
Bu konuda Türkiye’nin pozisyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz ?
ABD Kyoto’yu imzalamayınca AB bu işe öncülük yaptı. Türkiye de zaten AB’ye aday ülke olduğu için girdi bu işe. Yoksa gireceğini hiç zannetmiyorum. AB de Türkiye’ye dedi ki “Tamam gir ama önce kendine bir çeki düzen ver.”
Aslında 400 milyon ton çok yüksek bir rakam değil. Almanya ve İngiltere’nin emisyon miktarından az, İspanya’nınkine yakın bir rakam. Türkiye’nin sorunu şu: Kyoto diyor ki, sen karbon emisyonunu 1990’lardaki seviyenin de yüzde 5 altına düşür. Türkiye’nin karbon salımı düşmediği gibi büyük bir hızla artmaya devam ediyor. Üstelik yüzde 120 gibi bir artış söz konusu.
Ekonomisi gelişmekte olan birçok ülke karbon indirimiyle ilgili ciddi taahhütler vermekten kaçındı. Bu açmaz nasıl aşılacak?
Ben Bali’deki toplantıya da gittim. Orada da bu sorun tartışıldı. Gelişmekte olan ülkeler “Buna ayıracak sermayem yok. Kendi birikimim ayakta durmama ancak yetiyor. Yardım almadan bu işi yapamayız” diyorlar. Zengin ülkeler de “Paramız var ama yapabileceklerimiz sınırlı” diyorlar. Hâlbuki yapılabilecek bir sürü şey var. Kyoto’da benimsenen yeni yaşam modelinde enerji verimliliği diye bir slogan ortaya çıktı. Akkor ampullerin devlet eliyle sökülüp atılması lazım. Birçok belediye halka bedava tasarruflu ampul dağıtıyor. 1970’lerde arabalar 100 km’de 10-12 litre benzin harcarken şimdiki otomobiller 4-5 litre benzinle yetiniyor. Eğer enerji verimliliğini konuşuyorsak hibrid ve elektrikli araçların da yaygınlaşması lazım.
Aralık ayında Cancun’da düzenlenecek Dünya İklim Zirvesinde bir mutabakat bekliyor musunuz ya da 2011 Kasımı’nda Güney Afrika’da?
İyimser senaryolara karşıyım artık. Zaten iyimser senaryolar artık terk ediliyor. Atmosferdeki karbondioksit oranı bugün 390 ppm olarak ölçülüyorsa üç yıl sonra 400 ppm’i bulacağız demektir. 21. yüzyılın ortasını bulmadan 450 ppm’e geliyoruz yani. Bu yüzden iyimser senaryoyu artık çöpe atmak lazım.
Sizce en çok eleştirilen ülkelerden biri olan ABD ne yapacak?
Çin ve Avrupa ABD’yi epey bir zorlayacak. Çin’in yeni stratejisi doğrultusunda Yeşil Yarışa girmesi, ABD yönetiminin de bu rekabete dahil olmasını sağlayacak. Böyle bir durumda ABD “Ben yokum” diyemez.
Türkiye Kopenhag’da karbon emisyonuna dair herhangi bir taahhütte bulunmadı. Türkiye ne yapmalıydı?
Taahhüt işi çok zor bir konu. Türkiye şu ya da bu şekilde bir taahhütte bulunup bunu gerçekleştiremediği zaman bunun bedelini özel sektör ödeyecek. Çimento fabrikaları ne yapacak mesela? Ya tesisi taşıyacak ya da kapatacak. Burada Fransa’dan Türkiye’ye çimento fabrikalarının nasıl geldiğini bir düşünmek lazım. Ya da Demir-Çelik endüstrisi gerçekten olması gereken standartlarda mı çalışıyor? Ben her iki sektörde de büyük sorun görüyorum. Hangi sektör, ne kadar karbon indirimi yapabilir ona göre belirlemek lazım. Firmaların karbon azaltımı yapabilmesi için büyük yatırımlar gerekiyor. Mevcut kriz ortamında da bu yatırımların gerçekleştirilmesi çok zor. Öte yandan, kamu ve belediyeler yoluyla yerel çözümler de bulunabilir. İleriye dönük etkin adımlar atılabilir. Burada önemli olan şeylerden biri de Yenilenebilir Enerji Yasasının (YEK) bir an önce çıkması.
Türkiye’de alternatif enerjinin yaygınlaşması gerektiğini söylüyorsunuz. YEK ile ilgili sorunlar da ortada. Bu anlamda sektörün geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Enerji yatırımları biraz teşvik edildi; Türkiye’nin toplam enerji olarak kurulu gücünün iki katı kadar teklif geldi. Bu konuda istekli epey bir yatırımcı var. Ben rüzgâr enerjisi üzerine Türkiye’de ilk makale yazanlardan biriyim. 1990’ların başında, Yunanistan’dan bizim Ege kıyılarına kadar yanaşan rüzgâr türbinlerini görünce aklıma geldi. Batı Anadolu zaten çok ciddi bir potansiyel. Zaten Ege sahillerinde dolaşırken eski zamanlardan kalma antik yel değirmenlerini görürsünüz. Biz de şu anda offshore (deniz üstüne monte edilen) rüzgâr türbinleri üzerine çalışıyoruz. Türkiye’nin bu konudaki potansiyeli oldukça fazla ve Türkiye’nin enerjisinin en az yüzde 10’u bu yolla karşılanabilir. Bu yüzden Türk bürokrasisinin çok da uzun süre direnemeyeceğini düşünüyorum.
Türkiye ile ilgili farklı senaryolar var. Bir cephe tropikal veya muson iklimi, diğer cephe de çöl iklimi diyor. Hatta sizin bu spekülasyonlar hakkında bir benzetmeniz var. Televizyonlara çıkan deprem profesörlerine benziyorlar diye…
Yakın zamanda bir tanesine daha denk geldim. Arkadaş diyor ki “İstanbul Topkapı Müzesi sular altında kalacak.” Düşündüm, bu adam herhalde eline hiç metre alıp ölçmemiş. Bize gelse biz kapıdan sokmayız. Hiçbir tedbir alınmadığı şartlarda Türkiye için kullanılan bilimsel bölgesel modellerde Akdeniz’in bayağı bir ısınacağı belli. En iyimser şartlarda 2,5-3 kat daha fazla bir ısınma söz konusu. Kıta Avrupası ısınıyor. Güneydoğu Avrupa ve Akdeniz daha da ısınıyor. Yağışlar ise Kuzey Avrupa’da artıyor, Akdeniz ve Güney Avrupa’da azalıyor. Türkiye’de ise Akdeniz ve Ege’de sıcaklık artıyor.
Doğu Karadeniz’de yağış artıyor. Doğu Anadolu kendini koruyor. Şu açık ki turizm sektörü çok kötü etkilenecek. Bütün Akdeniz ülkeleri kötü etkilenecek. Temmuz Ağustos ideal aylar olmaktan çıkacak. İdeal sezon ilkbahar olacak. Akdeniz’e turizm yatırımı azalacak. 2050 yılından itibaren turizm için ideal bölge Baltıklar olacak. Bundan on sene önce bir dergide yazım çıktı. Bunları anlattım ve bir okur yorumu geldi: “Bu hoca Rizeli midir?” diye.
5 Simpson Ölçeği: Katrina
23 Ağustos 2005’te başlayan Katrina, Amerikan tarihinin en yıkıcı, en ölümcül kasırgalarından biri olarak anılıyor. En çok can ve mal kaybı New Orleans eyaletinde yaşandı; New Orleans’ın yüzde 80’i sular altında kaldı. Louisiana eyaletinde taşkınları engellemekle yükümlü set sitemleri başarısız oldu; Louisiana’yı sel bastı. 1836 kişinin yaşamını yitirmesine sebep olan Katrina, 1928 Okeechobee kasırgasından beri ABD’de yaşanan en ölümcül felaket oldu. Meksika Körfezinde 30 kadar petrol platformu zarar gördü. Bölgede altı aylık bir dönem boyunca petrol üretimi yapılamadı. Birçok tavuk çiftliği ve yaklaşık 140 bin civciv telef oldu; tarım tesisleri ve ormancılık sanayi büyük zarar gördü.
Selahattin İncecik Kimdir?
İstanbul Teknik Üniversitesi Uçak ve Uzay Bilimleri Meteoroloji Mühendisliği Öğretim Üyesi Selahattin İncecik 1949 yılında İstanbul’da doğdu. Lisans eğitimini 1971 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Fakültesi Meteoroloji Şubesini bitirdi. Yüksek lisans ve doktorasını İTÜ’de tamamlayan İncecik, 1987 ve 1994 yılında Pennsylvania Eyalet Üniversitesinde Meteoroloji Bölümünde çalıştı. Atmosfer Bilimleri, Hava Kirliliği, Ozon ve Modelleme branşlarında uzman olan İncecik, 2007 Nobel Barış Ödülünü Al Gore’la paylaşan BM İklim Değişikliği Raporu’nu hazırlayan 100 bilim adamı arasında yer aldı.