“Gezegen için olan endişelerimi ekonomik eşitsizlik için olanlardan ayırmıyorum çünkü ikisi de aynı sistemin parçaları”. Böyle diyor, Seventh Generation isimli yeşil temizlik ve sağlık malzemeleri şirketinin kurucusu ve yazar Jeffrey Hollender. Bu ay EKOIQ Kitaplığı’ndan Sorumluluk Devrimi (Responsibility Revolution) kitabını yayınlayacağımız Hollender ile Anna Simpson’un, Forum for The Future’un Green Futures dergisinin Temmuz 2012 sayısında yaptığı söyleşiyi beğenerek okuyacağınızı umuyoruz.
Röportaj: Anna Simpson
Çeviri: Fırat Demir
Şirketler araştırma ve yeniliğe yatırımlar yaparak sürdürülebilir kalkınma çözümlerine yönelmeye başladılar. “Sorumluluk Devrimi” (The Responsibility Revolution) isimli altıncı kitabınızda bunun yeterli olmayacağını söylüyorsunuz. Neden?
Balık stoklarından su kıtlığına her alanda gezegenin sağlık durumuna bakarsanız yaptığımız olumlu değişimlerin, kaynakların tükenmesi konusunda bir fark yaratmadığını görürsünüz. Bu çalışmalar bize yalnızca zaman kazandırdı. Şimdi yapabileceğimiz iki şey var. Olumsuz sonuçlar için kendimizi hazırlayabiliriz. Ya da fikrimizi yenileme ve dirence çevirebiliriz. Daha az kötü şeyler yapmak yerine iyi şeyler yapmalıyız. Ancak önce, iyi şeyler yapmanın neler olduğunu anlamamız lazım. Maalesef, bizleri adil ticaret ve organik gibi kişisel özelliklere bakmaya yönlendirirken büyük resmi görmekten alıkoyan bir siteme sahibiz. Ve bizi daha büyük amaçlara nasıl ulaştıracağını sormadığı mız, yalnızca bir alandaki gelişmeyi teşvik eden sistemler geliştirdik.
Etanol’e bakın mesela. Neyse ki Amerika Birleşik Devletleri’nde etanol için devlet desteğini bitiriyoruz ama biz olaya “Sebzeden ne yapsak iyidir” mantığıyla baktık. Etanolü üretmek için gereken enerjiye ya da fiyatlara bakmadık. Daha olumsuz sonuçları olan bir teknolojiyi teşvik etmeye giriştik. Hükümet düzenlemeleri daha geniş strateji ve vizyonlar yerine spesifik kaygı ve özellikler üzerine yoğunlaşıyor. Tabii ki tesirlere “Yaşam Döngüsü Analizi” gibi daha karmaşık şekillerde bakmak mümkün. Ancak bunlar tüketicinin nasıl düşündüğünü, işletmelerin nasıl işlediğini ya da hükümetlerin nasıl karar verdiklerini göstermiyor. Yeni bir iletişim kurmalıyız. Nasıl olumlu şeyler yapabileceğimizi sormalıyız.
İşletmelerin toplumlarımızı ve eko sistemlerimizi aktif olarak güçlendirdiği bir dünya fikri oldukça çekici görünüyor. Böyle çok örnek var mı?
Benim hep gösterdiğim örnek Cleveland, Ohio’daki Evergreen Kooperatifleri’dir. Bu, topluma refah kazandırmak isteyen –güneş enerjisi, kentsel gıda, çamaşır konuları üzerinde çalışan- kâr amacı gütmeyen bir şirketler grubu. Her şirketin sahibi kendi çalışanları. Böyle bir şirket yapısı, varlıkların yalnızca belli kişiler ve şirketlerde toplanmasını engelliyor. Çalışanlar yükselmeyi ya da ayrılmayı tercih edebiliyorlar ancak işi bıraktıklarında hisselerini yanlarında götüremiyorlar. Bu grup 2010 yılında Cleveland Vakfı, şehir yönetimi ve kentsel gelişimle ilişkili hastane ve üniversite gibi kuruluşlar tarafından oluşturuldu. Bu tarz yerel kuruluşlar beni daha iyimser bir havaya sokuyor. Ve bu tarz kuruluşlar çalıştığınız toplumlarda ortaya çıktığında, yaptığınız herhangi bir hareketin olumlu ve olumsuz sonuçlarını fark etmeniz daha kolay oluyor!
Yani Evergreen Kooperatifleri yerel refahı artırarak iyi bir iş yapıyor. Ancak hangi noktaya kadar amaçlanan şey refah?
Büyüme önemli. Ancak bizler, takıntılı ve zenginlik odaklı makineler hâline gelen toplumlarda yaşıyoruz. Servetin birkaç kişinin elinde bulunması toplumu kötü etkiliyor. Kişisel servet fikrinin ta kendisi- ortak servet fikrinden farklı olarak- sadece gezegen değil şirketler ve toplumsal doku için de tehlikeli. Gezegen için olan endişelerimi ekonomik eşitsizlik için olanlardan ayırmıyorum çünkü ikisi de aynı sistemin parçaları. Ancak ne yazık ki biz sorumluluğu parçalara ayırdık. Hayır kurumlarına çekler yazarak sorumluluklarımızı yerine getirdiğimizi düşündük. Etkimizin geri kalanı bilincimizin ve bakış açımızın tamamen dışında. Bu hiç de holistik, bütüncül bir bakış açısı değil.
Öyleyse asıl istediğimiz şey, toplulukları destekleyecek zenginliğin olduğu sağlıklı sistemler. Bildiğiniz gibi, Forum for the Future, sizin sorunlarına dikkat çektiğiniz finans, gıda ve enerji gibi göbekten bağlı olduğumuz sistemler üzerine beraberce yeniden düşünmek için kuruluşları bir araya getiren bir organizasyon. Bu sistemleri anlamamız ne kadar önemli?
Sistemleri anlamanın, eğitim müfredatımızın içsel bir parçası olması gerektiğini düşünüyorum. Farklı parçalar arasındaki bitmeyen bağlantıyı anladığınızda önerileri görmezden gelmek daha da zor bir hâle geliyor. Ve olayları eski hâliyle görmenin gerçekleri çarpıtmak olduğunu hissedersiniz. Bu sistemleri çocuklara birinci sınıfta öğretmezseniz, onları yakaladığınız yerde öğretmeniz gerek -ki bu yer kesinlikle işyerleridir. Yedinci Nesil’de (Hollender, kurucusu olduğu yeşil temizlik ve sağlık malzemeleri üreticisi Seventh Generation şirketinden bahsediyor) tüm çalışanlarımıza Sistemler Düşüncesi’ni öğretiyoruz; hem de iş dünyasının oldukça pragmatist amaçları doğrultusunda! Eğer çalışanlar işlerinin iş arkadaşlarınınkiyle nasıl ilişkili olduğunu anlamazsa, elinizde bütünün parçası olmakta zorlanan, farklı amaçlara sahip iki ayrı departman oluşur.
Ancak bazen kararlarınızı daha geniş bir çerçeveye oturtmak zor olabilir. Bir süpermarketin koridorlarında yürürken sepetime koyacağım her şeyin önceden sistematik bir değerlendirmesini yapmıyorum; bunu gerçekleştirmek son derece karışık olur. Ancak etkinizin %50-70’e ulaştığı önemli bazı alanların farkında olmanız gerektiğini söyleyebilirim: Sürdüğünüz araba ve beslenmeniz mesela. Manavda plastik mi yoksa kâğıt torba mı alacağınız gibi küçük kararlarla kendinizi çıldırtmamanız için stratejik olmalısınız.
Ancak “Sistemler Düşüncesi” birçok kimse için oldukça yeni ve biraz da belirsiz bir kavram. Öğrenmeye nereden başlanabilir?
Donella Meadows’un “Sistemlerle Düşünme” (Thinking in Systems) adlı harika bir kitabı var. Yeni başlayanlar için en iyi seçim muhtemelen bu kitap. Ancak benim için bir şey oldukça önemli, ki o da beraber çalışmak gereksinimi. Karşılaştığımız sorunları çözmek için uğraşan güçler (şirketler, STK’lar ve araştırmacılar) beraber çalışmak yerine birbirleriyle yarışıyorlar. İki milyon kâr amacı gütmeyen kuruluşun ilk hedefinin, bir problemi çözmek için 100. çözümü bulmaya çalışmak yerine birleşmek olduğunu düşünsenize. Bizi birleştiren şeyler ve hepimizi daha ileri götürecek hareketler üzerinde -bu bizim kişisel önceliklerimizle kısmen ters düşse de- daha fazla zaman harcamalıyız.
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki politik kutuplaşmanın işbirliğine engel olduğunu düşünüyor musunuz?
Evet. Birleşik Devletler’deki muhabbetimizin geldiği nokta son derece rahatsız edici ve üzücü. O kadar kutuplaştı ki ilerleme neredeyse imkânsız hâle geldi çünkü bir orta yol bulamıyoruz. Sorunun önemli bir kısmı da, iş çevrelerinin politik alana para yatırmasına izin vermemizden kaynaklanıyor. Şirketler böyle yaptığında bireyleri seçme haklarından mâhkum etmiş oluyor: Eğer büyük şirketler astronomik çekler yazabiliyorlarsa, kişilerin seslerini duyurmaya çalışmalarında bir fayda yok.
Diğer bir problem ise şirketlerin maliyetlerini dışsallaştırmaları. Mesela General Electric’e bakın. GE ödediği vergileri azaltmak için hepsi “yasal” olan stratejiler benimsiyor. Bazıları bu kadar büyük bir şirketin eğitim ve sağlık sistemimize katkı yapmamasını ayıplayabilir. Bu sistematik bir problemle birleşen kültürel bir problem ve bana göre oldukça endişe verici. Birleşik Devletler’deki şirketlerin toplumla nasıl işbirliği yapabileceğini bulması lazım, ona karşı mücadele etmesi değil. Bazı Avrupalı şirketler (Unilever, M&S, Novo Nordisk), Forum for the Future sayesinde bu kavrayışa ulaştı. Ancak Forum’un, Amerikan şirketleriyle ilişkilerinin inşasında, çok daha büyük sorunlarla yüzyüze kalacağına hiç şüphe yok.
Bu kültürü, özellikle de paranın ortak sorumluluklardan muafiyet satın alabileceği fikrini değiştirmek zor olacaktır. Yaşananları doğru yola sokacak gelişmeler görüyor musunuz?
Ben radikal şeffaflıktan yanayım. İlk kez karşılaştığımız sorunları anlamak konusunda eğer çok da istekli olmazsak şu anki problemleri çözmemiz mümkün olmaz. İnsanlar hep başarılarından söz etmek ister, başarısızlıklarından değil. Bu iş dünyasının bir problemidir. Çoğu şirket iyi, kötü ve çirkinden konuşursa bu onları zor bir durumda bırakacak ki kimse bunlardan hoşlanmayacak. Ancak başarılarımızdan öğrendiğimiz kadar başarısızlıklarımızdan da öğreniriz.