Enerji

Kanatlar dönünce…

Kanatlar dönünce…
Demirer Enerji’nin sahiplerinden ve aynı zamanda EKOIQ Danışma Kurulu Üyesi Önder Demirer, tek bir soruyla bizi olduğumuz yere çiviliyor: “Var olmayan bir dünyada kalkınmanın ya da gelişmenin ne anlamı var?” Demirer, kendine bu soruyu sormuş ve yola koyulmuş. Finansal, hukuksal, aklınıza gelebilecek her tür soruna karşın Türkiye’nin ilk rüzgâr enerjisi santrallerini kurmuş. Bugün 11 santralin kanatları dönüyor ve Türkiye için temiz enerji üretiyor. EKOIQ Kitaplığı’ndan yayınlanan “Umudu Yeşertenler” kitabı için yaptığımız söyleşiden kısa bir bölümü dergimizin okurlarıyla paylaşmanın anlamlı olacağını düşündük…

Türkiye’nin en büyük rüzgâr enerjisi santralleri şirketinin sahibisiniz. Nasıl girdiniz rüzgâr enerjisi işine?
Tesadüfler büyük rol oynadı. Demirer Kablo olarak enerji sektöründe ve kablo iletim alanında çalışan bir aile şirketiydik. Yirmi küsur sene kablo sektöründe çalıştım, ama aslında işletme fakültesi mezunuyum. 1992 yılında bir ıstakoz çiftliği kurmaya niyetlendim. Istakoz çiftliğinin araştırmalarını yaparken tesadüfen Kerim Kılavuz diye birisinin ıstakozla ilgili araştı rma yaptığını tespit ettik. Kerim Bey Bozcaada’da yaşıyordu. Istakoz işini araştırmaya 1992 yılında, 26 Nisan’da başlamıştım. 8 Mayıs’ta Kerim Bey İstanbul’a geldi; tanıştık. Daha sonra 22 Mayıs’ta biz Bozcaada’ya gittik.

Çok hızlı mı karar verirsiniz böyle?
Çok hızlı karar veririm. Karar verdiğimde de çok yo- ğun çalışırım. Bozcaada’ya gittikten sonra üç sene epey yoğun bir şekilde çalıştım. Evde seksen bin ıstakoz bebeği yetiştirdim. O kadar çok kitap okudum ve araştırma yaptım ki anlatamam. John Boot adında Avustralyalı bir adamla yazıştım; yirmi bir kitap yazmı ş ıstakoz üzerine. Yazışmalarda bana “Dr. Demirer” diye hitap ediyor. O kadar ilgilenince beni biyoloji doktoru zannetmiş. Ama bir baktım, bir ıstakoz 150 sene yaşıyor. Yarım kilo alması beş sene sürüyor, bir kilo alması on sene alıyor yani yatırım süresi çok uzun. Ayrıca çalınma ve hastalık riski var ve geri dönüşü çok yavaş. Sonuç olarak çiftlikte yetiştirmenin ekonomik olmadığına karar verdik. Ama bu vesileyle Bozcaada’yı tanımış olduk. Orada bir ev yaptık. Adayı da çok sevdim; doğayla çok uyumlu bir yer, ama oturulacak gibi değil; korkunç bir de rüzgâr var. Burada ne yapayım diye düşünürken aklıma birden rüzgâr enerjisi geldi. 1996 yılıydı. Hemen karar verdim ve bir gün sonra Manisa ve Akhisar’ın datalarını aldım. Nasıl hesaplanır diye düşündüm ve kendi kafama göre bir hesap yaptım. 48 saatte bir fizibilite çıkardım.

Kendiniz mi çıkardınız?
Tamamen kendim çıkardım. “fiu rüzgâr türbiniyle şu metre/saniyede şu kadar enerji üretilir; bir tane power curve de şunu üretir” diye bir hesap yaptım. İşletmeci olduğum için hemen bir tane de nakit akışı tablosu hazırladı m. Enerji fiyatlarını ortalama 6 cent üzerinden hesapladım. Yüzde 35 kapasite faktörü koydum. Ve tesadüfen de Bozcaada Santrali aynı 6 cent satış fiyatı ve yüzde 38 kapasite faktörüyle dört sene sonra hayata geçti.

Tamamen tesadüf mü bu?
Tahmin ettiğim rakamlara göre bu rakam çıkıyordu. Ondan sonra da “Bu işe hemen girelim” dedim. Bunların hepsi de 4-5 gün içinde gerçekleşti.

Çevrenizdekiler “ne yapıyorsun, bir dakika!” demedi mi?
Hayır. Istakoz araştırmasını babam da desteklemişti. Aklıma gelen şeyleri çok hızlı yapıyorum. Mesela hemen Amerika’dan uçakla ölçüm direği sipariş ettik.

Ölçüm direği?
Rüzgârı ölçmek için. Uçakla, hemen 48 saatte getirtdik ve aynısını Türkiye’de kopyaladık. Aynı zamanda bir sürü eleman alıp, Datça, Çeşme, Manisa, Akhisar ve Türkiye’nin bütün rüzgârlı bölgelerine gidip ölçüm yapmaya başladı k. Gece gündüz…

Türkiye’de o zaman bir rüzgâr haritası yoktu herhalde…
Hiçbir veri yok. On metrelik meteoroloji direkleri var sadece, ama onlar üretim olarak hiçbir şey ifade etmiyorlar. Sağlıklı bir rüzgâr ölçümü için 50-60 metre yükseklikte direklere ihtiyaç var. Aşağıdan ölçtüğünüz zaman yanılırsınız, çünkü rüzgârın hızı yüzeysel etkilerden düşer.
Dolaştıkça, araştırdıkça inanılmaz bir potansiyel olduğunu gördüm. Bir yere gidiyorum, ölçüm yapıyorum: On binlerce megavat çıkıyor. Kendi kendime “Bu hesap doğru olamaz” diyorum. “Bu kadar basit bir şey olsa herkes yapar, niye yapmamışlar” diye düşünüyorum. Hesaplamalarımdan eminim, ama yine de birisinin teyit etmesi lazım. Ama teyit edebilecek birisi de yok. O zaman dünyada kurulu rüzgâr enerjisi gücü 4000 megavattı. Bugün dünya 150 bin megavata ulaştı. Ağabeyimle düşündük ve bu gücü kim üretmişse ona danışalım dedik. Hemen Danimarka ve Almanya’ya on günlük bir gezi yaptık. Ne kadar rüzgâr enerjisi üreticisi varsa, Enercon, Vestas, Bonus (şimdi Siemens oldu), dünya türbin üreticilerinin yüzde 70’ini ziyaret ettik. Hesaplamalarımızı gösterdik. Son derece doğru olduğunu hatta kendilerinden bile daha hassas yaptığımı- zı söylediler. “Biz rüzgârın Weibull da- ğılımlarını yapıyoruz, sizse 8760 datayı tek tek koymuşsunuz. Son derece doğru bir hesap” dediler. Biz de ölçümler bile bitmeden işe giriştik. İlk sene hemen üç türbinin siparişini verdik Almanya’ya. 97’de ilk rüzgâr türbini Türkiye’ye gelmişti bile…

Ama Bozcaada’ya değil, ilk Çeşme’ye mi kurdunuz?
Evet.

Neden?
Çünkü Bozcaada SİT Alanıydı. İzinleri almak çok daha zordu. Çeşme’de kurmak çok daha pratik oldu. Bu türbinler Çeşme’de yaklaşık 12 senedir çalışı- yor. Sonra Bozcaada’ya kurmak için 1998-99’da başvurduk, ama bürokratik engeller nedeniyle ancak 2000’de gerçekleştirebildik yatırımı. Sonra başka bir sürü yer için, binlerce megavatlı k başvuru yaptık. Yap-işlet-devret projelerini imzaladık 2000 yılında. Ama sonra doğalgaz anlaşmaları sebebiyle işler aksadı.

Doğalgaz mı durdurdu bu işi?
Evet. 2000 yılında Enerji Bakanlığıyla 450 megavatlık bir yap-işlet-devret projesi imzaladık. 1999-2000 döneminde Türkiye’de büyük bir enerji açı- ğı söz konusuydu fakat Mesut Yılmaz hükümeti döneminde yap-işlet modeliyle doğalgazla üretilmek üzere ENKA ve bir şirketle 4500 megavatlık bir anlaşma imzaladı. Bunların eşdeğeri olarak 30 milyar kilovat saat enerji arzı girdi Türkiye’ye. Türkiye’nin o zamanki enerji tüketimi 120 milyar kilovat/ saatti; bugün bile 200 milyar kilovat/ saat.

İhtiyacın çok üzerinde bir miktarda anlaşma yapılmış oldu…
Evet, 120 milyar kilovat saat tüketim var. 8 ayda, 30 milyar kilovat saat yani Türkiye ihtiyacının yüzde 25’i kadar ek bir arz girdi. Türkiye’nin enerji talebi ise yüzde 6-7 artıyor. Bir anda yüzde 25-30 arz girince, Türkiye’nin beş sene ihtiyacı kalmadı elektrik enerjisine. Enerjiye ihtiyaç kalmadığı için bizim rüzgâr santralleri yapılamadı. Hidroelektrik santralleri kapatıldı. Biz de bir şey yapamadık. Biz bu arada, 2002 yılında Almanlarla da ortak bir de kanat fabrikası kurmuştuk.

Kanat fabrikasını Enercon’la mı kurdunuz?
Evet dünyanın en büyük üçüncü türbin üreticisi olan Enercon’la kanat fabrikası kurduk. Yarı yarıya ortaktık, çünkü elimizde bir sürü proje vardı. Aslında devletle yapılan anlaşmamız, Uluslararası Tahkim Maddesi içeriyordu. Dolayısıyla Türk hükümetini İsviçre’de mahkemeye versek epey paralar kazanabilecek durumdaydık.

Kanatlar elde mi kaldı?
Elde kaldı. Kanatlar elde kalınca başladı k ihracat yapmaya. 26 ülkeye ihracat yaptık. Japonya’dan İtalya’ya kadar bütün Yunan Adaları’na… fiu anda 500 kişi çalışıyor o tesiste.
Büyük zarar ettik o zaman, çünkü devlete güvenerek bu yatırımı yaptık. Devlet sıfır alım yapınca, ihracata yöneldik, ama ihracat pazarını hemen bulamadık. O kadar hızlı bulmamız çok zordu. Birkaç sene zarar ettik. Almanlar da şaşırdı bu işe.

Burası Türkiye dediniz…
Burası Türkiye… Adamlar da anlayış gösterdi. 2005 yılının sonunda Türkiye’nin arzı bitti yani talep arzı yakaladı. Türkiye yine 150-160 milyar kilovat saatlik tüketime ulaşınca, Türkiye’de enerji krizi tekrar baş gösterdi. Bu arada petrol fiyatları da, 30 dolardan 120-130 dolarlara çıktı. Türkiye 1984 yılında doğalgazla elektrik tüketiminde sıfır noktasındaydı; şu anda yüzde 52. fiu anda toplam elektrik enerjimizin yüzde 52’sini doğalgazdan elde ediyoruz.

About Post Author