“Karbon Yakalam ve Depolama” (CCS) teknolojisinde en büyük maliyet unsuru CO2’nin tutulması, en büyük risk ise depolanan CO2’nin tekrar atmosfere sızması. Araştırmacılar sızıntı engellemeye yönelik Depo Güvenlik Hesaplaması (Storage Security Calculator) adında yeni ve etkin bir yöntem geliştirdiler. Bu yöntem ile 12 milyar ton CO2’nin (AB’nin 2050 karbon depolama hedefi) yeraltında tam 10 bin yıl süre ile depolanmasının etkileri araştırılıyor.
YAZI: Özgür ÖZTÜRK, ozgur.ozturk@akcansa.com.tr
Bilim ve teknoloji dünyasında, CO2’nin havada tutularak terk edilmiş petrol/gaz rezervuarına veya derin tuzlu formasyonlara aktarılarak/pompalanarak depolanması prosesi “Karbon Yakalama ve Depolama” (CCS) olarak adlandırılıyor. 40 yıldan fazla süredir üzerinde çalışılan ve uygulanan bir karbon emisyon azaltım teknolojisi olan CCS’in, “2 derece” (2DS) ve “2 derece ötesi” (B2DS) senaryolarında anahtar rol oynayacağı öngörülüyor.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) iklim değişikliği senaryolarında küresel ısınmayı Sanayi Devrimi dönemine göre 2 derecenin altında tutabilmek için atmosferdeki CO2’nin bir bölümünü muhakkak gidermek/uzaklaştırmak gerekiyor. İşte tam bu noktada CCS’in önemi ortaya çıkıyor: Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) raporlarına göre, 2060 yılı baz alındığında küresel karbon emisyonu azaltımına CCS’in %14 oranında katkı sağlama potansiyeli var. Bu oran ile CCS, Enerji Verimliliği (%40) ve Yenilenebilir Enerji’nin (%35) ardından üçüncü kritik unsur olarak yer alıyor. Bir başka pencereden baktığımızda CCS bu oranı yakaladığında, bugünkü petrol/gaz gibi dev ölçekte bir endüstri olacak!
IEA raporu, 2050’de yılda 10 milyar ton (10 Gt CO2) depolama kapasitesine ihtiyaç duyulacağını da belirtiyor. Bir CCS depolama tesisi kapasitesi 800 bin ton CO2/yıl ve üzeri ise “endüstriyel”, 50 bin ton CO2/ yıl altında ise “pilot” ölçekte kabul ediliyor. Global CCS Institute verilerine göre ise dünya üzerinde bugün endüstriyel ölçekte faal ve yapımı devam eden 22 adet CCS tesisi bulunuyor. Bunların toplam kapasitesi 37 milyon ton CO2/yıl. Yani, bugün hedefin çok çok gerisindeyiz.
Sızıntıyı Önlemek
CCS teknolojisinde en büyük maliyet unsuru CO2’nin tutulması, en büyük risk ise depolanan CO2’nin tekrar atmosfere sızması. Araştırmacılar sızıntı engellemeye yönelik Depo Güvenlik Hesaplaması (Storage Security Calculator) adında yeni ve etkin bir yöntem geliştirdiler. Bu yöntem ile 12 milyar ton CO2’nin (AB’nin 2050 karbon depolama hedefi) yeraltında tam 10 bin yıl süre ile depolanmasının etkileri araştırılıyor. Bugüne dek elde edilen sonuçlar doğru depolama yeri seçimi ile sızıntı riskinin minimumda olacağını gösteriyor. Peki yeraltına pompalama ile depolanan CO2’nin sızıntı yolu nereler?
Birincisi, enjeksiyon yapılan sondaj borularının ta kendisi. İkincisi, depolama yapılan eski petrol/ gaz rezerv alanındaki eski sondaj kuyularına ait borular: Bunların sayısı ne kadar fazlaysa, tahmin edeceğiniz üzere, sızıntı riski de o denli yüksek oluyor. Üçüncü ve sonuncu ise bölgede yer alan fay hatları; tabii proje alanı seçiminde bu jeolojik risk en başta tespit edilmesi gereken unsurların başında geliyor.
Yeraltında, herhangi bir sızıntı riski olmaksızın kalıcı depolamanın en güvenilir yolu, CO2’nin kayaçlar içinde bulunan suda çözünerek katı minerale dönüşmesiyle mümkün oluyor; böylelikle bir kez daha sızıntı ile yüzeye çıkma ihtimali sıfırlanıyor. Diğer taraftan işin yasal boyutu da önemli. IEA tarafından hazırlanan Yasal İnceleme Dokümanı (CCS Legal & Regulatory Review) birçok ülkenin kendi mevzuatını oluşturmasında referans kaynak olarak kullanılıyor.
Ve son olarak, CCS’in büyük bir balondan ibaret olduğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Anormal pahalı bir teknoloji olduğu kadar, bugüne kadar yapılan araştırma ve yatırımların sonucunda elde edilenin son derece yetersiz ve hayal kırıklığı olduğunu savunuyorlar. Üstelik CCS teknolojisinin gelişmesi ile özellikle kömür endüstrisinin bu teknolojiyi kullanarak sonuna kadar yoluna devam etmesinden endişe ediliyor.