Kendimizi Kandırmayalım

İklim ve çevre konusunda bir yan­dan kendimizi kandırıyoruz, bir yandan da kandırılıyoruz. Ama esas önemlisi, bunu bilerek ve isteyerek yapıyoruz. Gerçeklerle yüzleşmek işimize gelmiyor. Gerçeklerle yüz­leşecek olursak bir şey yapmadan durmak artık mümkün olamayacak. Bu nedenle de kafamızı kuma gö­müp problemlerin geçeceğini umu­yoruz.
Mesela küresel ısınma yokmuş gibi davranıyoruz. Şubat ayında bir gün hava sıcaklığı normallerin 12-13 de­rece üzerine çıktığında “oh ne gü­zel” diyoruz “tam bahardan kalma bir hava”. Ama içten içe biliyoruz ki aynı fark temmuz ayında görüle­cek olsa “cehennem sıcakları” diye başlık atacak gazeteler. Her şubatın bir temmuzu olduğunu unutuyoruz veya unutmaya çalışıyoruz.
2015, tarihte yaşadığımız en sıcak yıl oldu. 2016 da 2015’ten daha da sıcak bir yıl olacak gibi görünüyor. Son 10 sene içerisindeki her sene, bundan 50 yıl önce yaşadığımızdan daha sıcaktı. Küresel ısınma bel­gesellerde gördüğümüz ve sadece kutup ayılarını ilgilendiren bir konu değil. Bu değişiklik artık burada ve hepimizi ilgilendiriyor.
İklim değişikliğinin en önemli et­kilerinden biri sivrisinekler gibi ta­şıyıcılar aracılığıyla yayılan salgın hastalıklarda görülen artışlar. Son senelerde Ebola gibi bir salgını gör­dükten sonra şimdi de Zika diye bir virüs çıktı ortalığa. Bu virüs bulaş­tığı kişilerde önemli bir soruna yol açmıyor, ancak bu virüsün bulaştığı kadınların doğumları sonucunda be­yin gelişimlerini tamamlayamamış çocuklar dünyaya geliyor. Bu virüs önce Brezilya’da görülmeye başlan­dı, şimdi oradan dünyaya yayılıyor. Bu virüsü insanlara bulaştıran da bir sivrisinek türü. Havalar ısınıp daha da nemli olmaya başlayınca bu sivrisinekler de tropik bölge­lerden kutuplara doğru taşınmaya başladılar ve Zika gibi virüsleri de beraberlerinde getirdiler. Kendimizi kandırmayalım; bu, karşılaştığımız salgınların ne ilki ne de en kötüsü. Gelecek bu salgınların daha da sık­laştığı bir dönem olacak.

Kalkınmadan da Gelişebiliriz
Kişisel bazda “Ama ben ne yapabili­rim ki?” diyerek günlük hayatımıza devam ediyoruz. Oysa yapılabilecek o kadar çok şey var ki. Eğer ister­sek tüm bu iklim felaketlerini bizlere ağır zararlar vermeden durdurmak mümkün, yeter ki biz kendimizi kan­dırmayı bırakalım. Hepimizin yapa­bileceği çok şey var. En başında, şu anda içinde yaşamakta olduğumuz sistemin tek doğru sistem olduğuna inanmaktan vazgeçmemiz gerekiyor. Dünya ekonomisinin büyümemesi bir felaket değil, tam tersine bir ge­reklilik. Sınırları ve kaynakları belirli bir gezegende yaşıyoruz ve eminim çoğumuz bu büyümenin sonsuza kadar sürmeyeceğinin farkındayız. 1972 yılında yayınlanan Limits to Growth (Büyümenin Sınırları) bize büyümenin sürdürülemeyeceğini ne­denleriyle açıklamıştı. Dolayısıyla ne bizler bahaneler üretebiliriz ne de dünya liderleri “bilmiyorduk” diyebi­lirler. Büyümenin sınırları vardır ve biz ya o sınırlara çok yaklaştık ya da o sınırları çoktan aştık. Bu nedenle büyümeye inanmayı bırakıp sürdü­rülebilirlik üzerine odaklanmamız gerekiyor.
Ama nedense bizim kafamıza soku­lan Kalkınma=Ekonomik Büyüme düşüncesinden kurtulamıyoruz. Kalkınma bize dışarıdan gelen bir kavram, İngilizcesi development. Biz bunu kalkınma diye tercüme ediyoruz, sonra da kalkınmayı ka­famızda ekonomik büyümeye eşit­liyoruz. Aslında “development” “kalkınma” değil, “gelişme”dir. Yani bizler kalkınmadan da gelişebiliriz. Gelişmenin sürdürülebilir olması için de ekonomiye yaptığımız yatı­rım kadar, hatta belki bu yatırımın daha da fazlasını insana ve doğaya yapmalıyız. Ne zaman insana ve do­ğaya verdiğimiz önem ekonomiye verdiğimiz önemin önüne geçerse o zaman sürdürülebilir gelişme yolu­na girebiliriz.

Temiz Kömür Yoktur
Şimdi sizi duyar gibiyim. Bana kla­sik modelden habersiz olduğumu söylüyorsunuz, insanların cebinde daha fazla para ve daha fazla maddi imkan olduğunda daha kalkınmış olacaklarını ve bu imkanları kulla­narak daha da gelişebileceklerini anlatacaksınız. Peki o zaman size şunu sorayım, çocukken mahallede bir tek çocuğun topu olurdu, çoğu­muz boş arsalarda top peşinde ko­şardık, kızlar da seksek veya lastik oynardı, ip atlardı. Milli gelirimiz bugünkünün çok altındaydı, iste­diğimiz an bir alışveriş merkezine gidip oyuncak alamazdık, para olsa bile oyuncak yoktu. Ama o zaman­ki çocuklar mı daha mutluydu, şu anda çok daha yüksek bir ekonomik kalkınma seviyesine sahip ve iste­diklerini satın alabilen çocuklar mı? Bu soruya cevap verirken kendinizi kandırmayın yeter.
Sonra devletler diyor ki “büyümek için enerjiye ihtiyacımız var, ener­ji üretmek için de karbondioksit salmak gerekiyor”. Kanmayın! Bü­yümek için enerjiye ihtiyaç yok. Sadece büyümenizi eski ve kimse­nin istemediği sektörler üzerine kuracak olursanız enerjiye ihtiyaç duyarsınız.
Ülkelerin 1 dolarlık bir GSMH üretmek için kaç kilogram kar­bondioksit saldıklarına ve bunun zaman içerisinde nasıl değişmekte olduğuna baktığınızda; Meksika, Brezilya, Arjantin gibi bizim yapı­mıza benzer ülkelerin GSMH’larını yükseltirken karbondioksit salımla­rını artırdıklarını, ABD ve Hollanda gibi gelişmiş ülkelerin bir yandan seragazı salımlarını azaltırken diğer yandan gelirlerini artırabildiklerini görürsünüz. “Ama onlar gelişmiş ülkeler” derseniz, Uruguay da ABD ve Hollanda’nın yaptığını becerebi­liyor. Önemli olan doğru planlama ile ilerleyebilmek, “öyle büyümek imkansız” diyenlerin sizi kandır­masına izin vermeyin. Yapılabilir, yapanlar var.
“Temiz enerji kaynaklarına dayana­rak büyüyeceğiz, bunun da başında temiz kömür geliyor” diyenlere de kanmayın. Temiz kömür yoktur. Te­miz doğalgaz da yoktur, temiz LPG de yoktur, temiz dizel de yoktur. At­mosfere karbondioksit salıyorsanız temiz değilsiniz, olsa olsa daha kirli yakıtlara göre daha temizsiniz, ama bu temiz olduğunuzu göstermez. Gerçekten temiz olan sadece rüz­gar, güneş ve jeotermal enerjidir. Ne kömür, ne petrol, ne doğalgaz, ne de nükleer temiz değildir. Lütfen kanmayın.
“O zaman biyokütleden benzin üre­tiriz” diyenlere de kanmayın. Biyo­kütle dediğiniz şey çoğunlukla tar­lada yetiştirdiğiniz mısırdır ve onu yetiştirmek için çok fazla sulama yapmak zorundasınız. Ayrıca ben­zin veya dizel üretmek için kullan­dığınız her dekar tarım alanı besin üretmek için kullanamayacağınız tarım alanı demektir. Dünyada gide­rek artan bir açlık varken tarlalarda benzin üretmenin iyi bir fikir oldu­ğuna kanmayın lütfen.
Aslında tüm bu problemlerden na­sıl kurtulabileceğimizi siz de bili­yorsunuz. Daha az tüketeceğiz ve lüksümüzden vazgeçeceğiz. Bu ka­dar basit. Bunun hesaplarını yapan bilim insanları diyorlar ki: “Eğer dünyadaki tüm insanlar 1970 yılın­da Almanya’da yaşayan bir ailenin tükettiği kadar tüketecek olsalar, bu dünyanın kaynakları sürdürüle­bilir bir şekilde hepimize yeter.” Dü­şünecek olursanız bu çok da kötü bir hayat değil. Size daha fazlasının gerekli olduğunu söyleyenlere kan­mayın yeter.

Önerilen makaleler