“Senden rica ediyorum. Lütfen beni evcilleştir!” dedi. “Elbette” dedi Küçük Prens. “Ama burada çok kalamayacağım. Bulmam gereken yeni dostlar ve anlamam gereken çok şey var.” “İnsan ancak evcilleştirirse anlar” dedi Tilki. “İnsanlarınsa artık anlamaya zamanları yok. Her şeyi dükkândan hazır alırlar. Ama dostluk satılan bir dükkân olmadığı için, hiç dostları olmaz. Eğer bir dost istiyorsan, evcilleştir beni!”
İnsan olmak, hayat ve insanlık durumu üzerine, dünyanın en güzel ve en öğretici metinlerinden biri olan Antoine de Saint-Exupéry’nin unutulmaz eseri “Küçük Prens”in harika bölümlerinden biridir yukarıdaki metin ve insanlık durumu üzerine çok çarpıcı bir şey söyler: İnsan olmak bağlar kurmaktır; bir başka deyişle köprüler kurmaktır. Ve gerçek bir köprü her zaman iki taraflıdır. Sen buradan oraya geçebilirsin ama bağlandığın şey de köprüyü kullanıp oradan buraya, senin içine geçebilir…
***
İnsan olmak köprüler kurmaktır. İzole bir insan artık insan değildir veya hiç insan olamamıştır. Bu anlamda insanın varlığı toplumsallığıdır, toplumsal özüdür. Bağlar giderek gelişir, yayılır ve kocaman bir şebekeye dönüşür ki, işte insan, o bağların toplamıdır… Çoğu zaman unutulan ise bağların karşılıklı olduğudur. Küçük Prens, Tilki’yle bağ kurar, onu evcilleştirir ama Tilki de Küçük Prens’i evcilleştirir.
***
Ama köprüleri sadece diğer insanlarla kurmayız. Tilkiyle, kuzgunla, börtü böcekle, başı göğe eren kavaklarla, ulu çınarlarla, sadık yârimiz kara toprakla, ciğerlerimize çektiğimiz havayla da hayati köprüler var aramızda. Biz ne kadar fark etmesek de, tüm bir doğa ile kopmaz bağlarımız var. Ya da koptuğunda bizi felaketlere sürükleyen…
Aslında köprüler, arasında uçurumlar olan (veya yaratılan) her şeyi birleştirmek için inşa edilir. Köprülerin atıldığı, uçurumların yaratıldığı bir yer de benliğimizdir. Ne yazık ki modern insanın benliği, parçalara, departmanlara ayrıldı. En önemli bölümlenmelerden biri de bence, iş ve hayat arasında yaşanıyor. Evinde, gündelik hayatında kuzu gibi olanlar, iş hayatında köpekbalıklarına, sırtlanlara dönüşmek zorunda kalıyor. İşte en büyük şizofrenilerden biri de bu… Öyleyse bir köprü de, kendi benliğimizde, iş hayatımızla gündelik hayatımız arasında kurmamız gerekiyor insan olmak, bütün olabilmek için…
****
Ya insanoğlu ve kızının yarattığı ama çoğu zaman yabancılaştığı, kendisinden ayrı bir varlık olarak gördüğü kurumlar? Onların kurduğu bağlar, köprüler? Ne yazık ki bütün bir kurumsal ilişkiler tarihi de, kendi sözlerini söylemekten, dikte etmekten, tamamıyla pasif olarak görülen kitleleri ikna etme çabalarından başka bir şey değil. Kurumlar daha yeni yeni, köprüler kurmanın, karşılıklı konuşmaktan, anlatmak kadar dinlemekten yani diyalojik iletişimin olağanüstü katkılarından geçtiğini anlamaya başladılar. “Tek yönlü yollar” çıkmaz sokaklardır. Köprüler ise karşıya geçmek ve anlatmak kadar, karşıdan bu yana geçilmesine izin veren, dolayısıyla dinlemek ve anlamak için yaratılırlar.
***
EKOIQ’nun neredeyse beşinci senesini dolduruyoruz. Derdimizi ne kadar anlatabildik, kurumların insanların derdini ne kadar dinleyebildik, bunu değerlendirmek zor. Ama bizim “Ekolojik Zeka” kavramsallaştırmasıyla aktarmak istediğimiz tam da buydu. İnsan olmak, bizim gibi olmayanları, diğerlerini tanımak, anlamaya çalışmaktır. Doğayla köprüler kurmak, onu evcilleştirmek kadar, onun da bizi evcilleştirmesini sağlamaktır. Onu dinlemek, onun da bizi dinlemesini sağlamaktır. Köprü kuran insan, sonsuz bağlarla, farklı kültürlerle, kurumlarla, cinslerle ve mavi gezegenin tüm canlılarıyla hasbihal eden; kendisini dayatmayan; öğretirken öğrenen, anlaşılmaya çalışırken anlamaya çalışan yeni bir öznedir. Ve inanın, yüzbinlerce yıllık insan macerasının mavi gezegendeki varoluşu bu yeni, köprü kuran insana bağlıdır…