#ekoIQ Gıda Köy-Koop İzmir Birliği Başkanı Neptün Soyer: “Kooperatifçilik İçime İşlemiş”
Gıda

Köy-Koop İzmir Birliği Başkanı Neptün Soyer: “Kooperatifçilik İçime İşlemiş”

Köy-Koop İzmir Birliği

İzmir Tarımsal Kalkınma ve Diğer Tarımsal Amaçlı Kooperatifler Birliği (Köy-Koop İzmir Birliği) Başkanı Neptün Soyer’le İzmir’de kooperatifçiliği, kırsaldan kente göçü ve kadının tarımdaki yerini konuştuk.

Yazı: Sibel BÜLAY, sibel.bulay@gmail.com

Ege Üniversitesi, Fen Fakültesi Matematik Bölümü mezunusunuz ve iş hayatınızda matematik öğretmenliği yaptınız. Kooperatifçiliğe ilginiz nereden kaynaklanıyor? Matematik öğretmenliğinden Türkiye’de kooperatifçilik konusunda söz sahibi olma konumuna nasıl geldiniz?

Öğretmenlik güzel bir meslek. 2000’li yıllarda Bademler Köyü’nde matematik öğretmenliği hayatım başladı. Bademler, sıradan bir köy değil. Türkiye’de 60’lı yıllarda kooperatifçiliğin gerçek anlamda ve bu döneme kadar sürdürülebilirliğini ispat etmiş, tohumunun atıldığı bir yer. Köy-Koop İzmir Birliği’nin de ilk tohumunun atıldığı, o kooperatifin kurulduğu yer. Şimdi kalmadığını biliyorum ama benim 2000’li yıllarda çalıştığım dönemlerde çeşitli kollar vardı: Kitaplık Kolu, Yeşilay Kolu, Kızılay Kolu ve Kooperatifçilik Kolu. Aslında öğretmenler kooperatifçilikten uzak değildir. 1920 yılında, Mustafa Kemal Atatürk kooperatifler şirket yazısına şu maddeyi koymuştur: “Köylerdeki üreticinin, çiftçinin kooperatifkurabilmesi için kooperatifçiliği öğrenmesi için; köylerdeki meclis üyeleri, ticaret odalarının meclis üyeleri, muhtarlar ve öğretmenler kooperatifçiliği öğrenecek ve köylüye anlatacak.” Kooperatifçilik içime işlemiş bir şey. Bademler’de yaşarken, Seferihisar’da yaşarken -memleketteki toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak açısından baktığınızda- kooperatiflerdeki o eril yapının içinde kadın ortakların da olması gerektiğini düşünerek Seferihisar’daki kadınlarla böyle bir yola çıktık.

Kooperatif konulu konuşmalarınızda sık sık Atatürkten bahsediyorsunuz. Atatürk ile kooperatifçilik arasındaki bağlantı nedir?

Balkanlar’da kooperatifçilik çok güçlüdür. Atatürk bence bir Balkan evladı olmanın sonucuyla kooperatifçiliğin Türkiye’de yaygınlaşması için çok çalışmış. İzmir’de, İktisat Kongresi’nde kooperatifçiliğin ne kadar önemli olduğunu söylüyor. 1920 tarihinde, Meclis’e getireceği yasaları hazırlamış; orada kırsalın, köyün ne kadar önemli olduğunu anlatıyor. Köyü ve kırsalı, çiftçiyi korumak için örgütlenmek gerektiğini söylüyor. Ve bunu yasalaştırıp yapmayanlar hakkında ne yapılması gerektiğini yazıyor. Şu an en büyük sorun göç: Köylerin boşaltılmış, dolayısıyla da tarımdan vazgeçilmiş olması. Atatürk bu sorunları 1920’de görmüş bir insan. Köylerdeki kooperatifçilik; küçük işletmelerin, aile işletmelerinin bir araya gelmesidir. Biz büyük sanayicilerden bahsetmiyoruz. Doğduğu yerde 3 dönümüyle, 10 dönümüyle, 20 dönümüyle tarım yapan insanların birleşmesinden bahsediyoruz. Köy-Koop İzmir Birliği de bu zaten. Kır-kent ilişkisinde kırın rolünün daha güçlü olması açısından da kooperatifçiliğe sıkı sıkıya bağlanıyorum.

Köy-Koop İzmir Birliği’ni bize anlatır mısınız?

Köyde önce kooperatif kurulur, elbette bu tabandan gelen bir istekle olmalı. 250-300 hanelik bir köy düşünün; geliri pamuk. Sizin 10 dönümünüz var, benim 5 dönümüm var. Köyde geçimimizi sağlayabileceğimiz, pamuğu mamule dönüştürebileceğimiz maddi ve manevi güce sahip değiliz. Kırsalda bir yandan üretim yapıp öte yandan ticaretini sürdürebilmeniz kolay değil. Ulaşım zorlukları, mamulun pazarlanması, markalaşması… Ama biz bunu en kolay şekilde bir araya gelerek gerçekleştirebiliriz. 1960’larda, Mahmut Türkmenoğlu bu bilinçle bütün Bademler’i içine alan, köylünün gerçekten isteyerek ürününü pazarlayacağı bir kooperatif oluşturmuş. Tabandaki örgütlenmedeki her ortak kendi güçlendiğinde kooperatif büyür. Daha sonra il bazında bir araya gelerek dayanışma içinde olmaları gerekir ki bunlar da Köy-Koop İzmir Birliği’dir. Ve Türkiye’nin diğer illerindekilerin de dikey olarak örgütlenmesi merkez birliğidir. 1960’larda başlamışlar. 1971 Mayıs’ında Köy-Koop İzmir Birliği, Temmuz’da ise genel merkez kuruluyor. Genel merkez 1980’de, ihtilal sonrası kapatılıyor; derken 1999’da tekrar kuruluyor. Öte yandan Köy-Koop İzmir Birliği hiç kesintisiz, hâlâ bayrağını dalgalandırıyor ve çok sağlıklı bir şekilde başkanlarını seçerek yoluna devam ediyor. Ben bayrağı bu dönem için alan bir insanım. Benden sonrasında da sağlıklı bir yönetim ve sağlıklı bir yapıyla inşallah bayrağı devrederek Köy-Koop İzmir Birliği’nin yaşamasını sağlayacağız.

Dünyaya örnek olacak modeller geliştirmek için çalıştığınızı söylüyorsunuz. Vizyonunuz nedir?

Ortaklarımızın dünyaya mal olmuş kooperatifçilik yapıları var. Açıkçası Köy-Koop İzmir Birliği, hâlâ ayakta durabiliyorsa tamamen tabanının güçlü olmasına bağlı. Arkasında anlatılacak hikayesi yoksa, köklü bir kurumsal yapıya sahip değilse Köy-Koop kalamaz. Vizyonumuzun en temelinde ise şu yatıyor: En biricik ortağımızın da güçlü, üretimini yerinde ve yerelde yapacak olması ve tüm Türkiye’ye örnek şekilde bir kooperatifçilik dayanışma modelini sürdürebilmemiz. Dayanışma modelimiz süt için, peynir için, küçükbaş hayvancılık için, narenciye için olabilir. Tümünün temelde güçlü olması gerekiyor. Şu anda Köy-Koop İzmir Birliği olarak 40 binin üzerinde ortağımız var ve sayımız çoğalıyor. Bu, kırsalda hayatın sürdüğü anlamını taşıyor. Hepimizin sürekli olarak konuştuğu, en büyük sorunumuz da bu: Şehirlerin artık obez, göçle yaşanamayacak hale gelmiş olması. İzmir de nasibini alıyor ama biz kendi kırsalımızdan fazla göç almıyoruz. Bu çok önemli. Ve de kendi kırsalımızdaki göçü dışarıya vermiyoruz. Hâlâ tarım faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. Tarım topraklarımıza sahip çıkmaya çalışıyoruz. 

İzmir’in köylerinin kente göç vermiyor olmasının nedeni İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin tarım ekonomisine getirdiği farklı yaklaşımı olabilir. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer bu konuda şöyle diyor: “Belediyecilik hizmetleri yol, su, altyapı hizmetleri ile sınırlı değil. Yaklaşık 1,5 milyon kişi, ekmeğini tarımdan kazanıyor. Dolayısıyla benim başkanlığımdaki İBB’nin en temel önceliği, bu toprakların bereketini artırarak refahını büyütmek, bu kentte yaşayan insanların sağlıklı gıdaya ulaşmasını kolaylaştırmaktır.” İBB ile Köy-Koop İzmir Birliği ve birliğe üye kooperatiflere kırsal kalkınma konusunda nasıl bir destek sağlanıyor? Aranızda nasıl bir işbirliği var? Bu arada okurlarımıza bir not olarak Tunç Soyer’in, konuğumuz Neptün Soyer’in eşi olduğunu da belirtmeyi isterim.

Genellikle benim onun eşi olduğum söylenir. Toplumsal cinsiyet eşitliği açısından evet, böyle de denebilir. Kadınlar adına çok teşekkür ederim. Tunç çok güzel söylemiş, belediyecilik yalnızca yol yapmak, binalar dikmek değildir. Aslolan havasına, suyuna, toprağına sahip çıkmaktır. Belediyelerin yasal mevzuatta tarıma desteği zaten mevcut yani belediyeler tarıma destek olmalı. Büyükşehir Yasası’nı çıkardıkları anda, köyleri bir anda mahalle yaptılar ve “Daha iyi hizmet getireceğiz” diyerek tarımı dibine kadar büyükşehirlerin masasına koydular. Bazen, “Başkan bu kadar tarımla uğraşıyor, ne o? Tarım Bakanı mı?” diye soruyorlar ya… Keşke her Bakanlık, İzmir Büyükşehir Belediyesi kadar tarıma dahil olsa. Burada işbirliği yasalar çerçevesinde yapılıyor. 4734 Kamu İhale Kanunu’nun 3A’sında der ki “Kamu üreticilerden, birliklerden ihaleye çıkmadan ürün alabilir.” İzmir Büyükşehir Belediyesi, tüm yapılacakları bu yasaya oturtuyor çünkü pazarlama konusunda büyük sıkıntı yaşıyoruz. Özellikle pandemi sonrasında çok daha fazla sıkıntı yaşadık. Aslında üretimimizi hiç durdurmadık. Ama pazarlama konusunda tahmin edersiniz ki birtakım zorluklarla karşılaştık. İşte orada İzmir Büyükşehir Belediyesi, 4734’ün 3A’sına dayanarak bizden süt mü alacak? Bizi hiçbir süt sanayisiyle karşı karşıya getirmeden sütümüzü alabiliyor. Bahsettiğim çok büyük bir kolaylık çünkü biz, adımız üzerinde küçük işletmeleriz. Küçük küçük, bir araya gelerek bir şeyler oluşturuyoruz. Kooperatifler arasında rekabet olmaz. Bizim de küçük yapımızda dışarıda o büyük işletmelerle rekabet gücümüz pek yok. Bizi burada güçlendiren aslında yasada söylenen kamu. Ve kamu olarak bunu en iyi şekilde yerine getiren de İzmir Büyükşehir Belediyesi. Kamu denildiğinde yasadaki gibi Valilik de işin içine girer, devlet üniversite hastaneleri de, hapishaneler de işin içine girer. Aklınıza gelebilecek, devletin elinin altında olan her kamu kurumu gıdayla ilgili tarımsal faaliyete destek verebilir.

Bir üniversitenin yemekhanesine alınacak sebze, meyve ve gıda tüketim maddeleri bizden hiç ihaleye girmeden alınabilir. Burada bazen fiyatlar piyasanın 3-5 kuruş üstünde de olsa o 3-5 kuruş bütün memleketin sigortası bence. Çünkü kırsal ne kadar korunursa kentli o kadar iyi ve sağlıklı gıdaya, nefese, oksijene sahip olacak. Biz gıdanın tarladan başlayarak havasını, suyunu, nasıl üretildiğini, hangi şartlarda üretildiğini, pestisitten ne kadar uzak olduğunu bilirsek damak lezzetimizin çok daha artacağını düşünüyoruz. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin başlattığı mera hayvancılığı projesini çok önemsiyorum çünkü memleketteki su kriziyle ilgili büyükbaş hayvancılığının tekrar mercek altına alınması gerekiyor. Bu büyükbaş hayvanlar bize yurt dışından geldi ve onların yemleri, samanları ithal ediliyor. 100 hayvan yetiştiren bir üretici için “Sen ne kadar yem vereceksin?” diye bir planlama yok. Hayvana ot vermeden süt-et alabilir misiniz? Ne kazanacağım ben? Girdi maliyetleri hep konuşuluyor ya? Mesele buradan başlıyor. Ve bu hayvanları doyurmak için bir mısır ekimi var ki, Türkiye’nin her yerinde. Yeşil yeşil şirin gözüküyor belki o silajlık mısır (bizim yiyeceğimiz değil) ama o mısırın tohumu dışarıdan ve çok fazla su tüketiyor. Konya Ovası, Türkiye’de süt üretiminde birinci sıradadır. Biz ikinci sıradayız. Konya’da obruklar, çöküntüler oluşuyor. Neden? Yeraltı sularını çektiler. Ne için? Süt üretimi için. Bu kadar plansız bir yapının içindeler. Elbette, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı doğayla uyumlu, kırsalı koruyan tüm projeler içinde de Köy-Koop İzmir Birliği olarak yer almaktan çok mutluyuz.

Köy-Koop İzmir Birliği’nin logosunda kadın ve erkek el ele. Tarımda kadının emeği %50’ye yakın, dolayısıyla da çok önemli bir yer tutuyor. “Kadının emeğinin olduğu alanlarda aynı zamanda masada söz sahibi olmalarını çok önemsiyoruz” demiştiniz. Köy-Koop İzmir Birliği’nde ve birliğe üye kooperatiflerde kadının durumu nedir? Kadınların söz sahibi olduklarını söyleyebilir miyiz?

Çok düşük olduğu için bunları dillendiriyoruz. Sorun olmasa hiç konuşmayacağız. Birlik başkanı olarak kooperatifte olmam her şeyi biraz daha değiştirdi. Birlik Başkanlığımın tarımsal alanda olmasını çok önemsiyorum. Tarımsal alanda güç birliği içinde kadınla erkeğin üretim yaparken bu üretimin markalaşması, katma değer kazanması, uluslararası arenaya çıkabilmesi için -nasıl tarlada beraber çalışıyorlarsa ki bazen kadın daha fazla çalışıyor olabilir- söz hakkında da o dengeyi sağlamamız lazım. Dediğim gibi şu an çok sağlıklı değil. Kadın-erkek ortaklıklarında bir denge olsaydı dile getirmezdim ama arttığını söyleyebilirim. O günler de gelecek.

Devletin tarım politikalarındaki toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda çalışmaları var mı?

Köy-Koop İzmir Birliği, toplumsal cinsiyet eşitliği çerçevesinde bir kadın başkanla yıllardır yol alıyor. Ve Köy-Koop İzmir Birliği’nde kadın ortaklar her geçen gün artıyor. Tarım, toprak… Bunu cinsiyetçilik olarak söylemiyorum, öyle bir şey değil ama öte yandan Anadolu’ya baktığınız zaman tohumu koruyan kadındır. Köylere gittiğimiz zaman, tohum takasları için çalışma yaptığımızda tohumu ahırda ya da kerpiçlerin arasından bize kadın verir. Kadın ortak sayımızın yüksek olması, kadınların tarımda emeği bu kadar görünürken karar mekanizmasında da, masaya oturacak kadınların sayısında da eşitlik olması gerektiğini söylediğimiz halde kooperatifçilikle ilgili, tarımla ilgili yapılan hiçbir toplantıya biz Köy-Koop İzmir Birliği olarak naçizane bir resmi davet almıyoruz. Proje içine dahil edilmiyoruz.

Devletten tarım desteği alıyor musunuz?

GSMH’nin (Gayrisafi Milli Hasıla) %1’i tarım desteklerine verilmeli. Lütfen, yüzde kaçının bize verildiğinin incelenmesini istiyorum; yarısı bile değil. Kanun’da, “%1’inden az olmayacak” der. Yani daha fazlasını da verebilir. “Az olmayacak ve direkt üreticiye verilecek” denir. Lütfen bir bakılsın: Kaç yıldır ne almışız, ne alamamışız? Ve o paralar nereye gitmiş? Bize gelmedi.

(Not: Nisan 2006’da Resmi Gazete’de yayımlanan 5488 sayılı Tarım Kanunu’nun “Tarımsal desteklemelerin finansmanı” 21. Maddesi, “Tarımsal destekleme programlarının finansmanı, bütçe kaynaklarından ve dış kaynaklardan sağlanır. Bütçeden ayrılacak kaynak, gayrisafi milli hasılanın %1’inden az olamaz.”)

2012’de çıkan Büyükşehir Yasası’yla köylerin ve beldelerin mahalleye dönüşmesi tarımı ve hayvancılığı nasıl etkiledi?

Çok kötü oldu. Hatta bunun ne kadar yanlış olduğunu görünce Merkezi Hükümet, “Tamam sizi kırsal mahalle yapacağız” dedi. Köy diyemiyorlar nedense. Anlayamıyorum. “Sizlere daha iyi hizmet getirilecek. Yollarınız, sularınız, her şey Büyükşehir Yasası’nda yapılacak. O yüzden sizi mahalle yapıyoruz” denildi. Bu kadar basit ve inanılmayacak bir cümleydi bu. Daha iyi hizmet için. Bunun için yasada mahalle statüsüne girmesine gerek mi var? Köylere yapacak yardım için Köy Hizmetleri var; Tarım Bakanlığı’nın yapısı çok iyidir. Bakanlığın veteriner hekimi de, ziraat mühendisi de, gıda mühendisi de, teknikerleri de köydeki en ücra alandaki üreticiye yetişecek bir yapıda. Bunun için niye köye mahalle diyorsunuz? Bunun şöyle bir sakıncası oldu elbette. Kırsal alan tanımlamasını bozdular. İki-üç tane ineği olup kokusu da olduğunda turist gibi gezerken “Ay ne güzel, burası ahır kokuyor. Ay ne güzel tezek koktu” diyorlar ama yaşamaya başladıklarında şikayet sebebi oluyor. Üç horoz aynı anda öttüğünde “Sabahın köründe bu horozları istemiyorum” dediklerinde zabıtanın artık bu işleri yapmak durumunda olduğunu ve bunun sağlıklı bir karar olmadığını herkes gördü. Şimdi “kırsal mahalle yapacağız sizi” dediler. Onu da şöyle diyorlar: Köyler buna evet diyecek, onlar ilçelere gidecek ve büyükşehir bunu onaylayacak. Sen bir gecede 16 bin köyü kapatmış bir hükümetsin. Senin bu kadar gücün var. Bir gecede de “Haydi köy oldunuz” diyebilir aslında.

Pandemi, iklim krizi, savaş, enflasyon, bunların tümü gıda güvenliği açısından sorun. Bunların hepsini bir arada yaşıyoruz. Mükemmel bir fırtınanın ortasındayız. Kooperatifler bu konuda çözüm olabilir mi? Bu sorunlar kooperatif çalışmalarını nasıl etkiliyor?

Kesinlikle çözüm olmalı. Üst birliklerle işbirliği içinde olmak lazım. Bizim geldiğimiz noktada gıda güvenliğini sağlayabilmemiz için, sağlıklı beslenmeye ulaşabilmemiz için, gıda egemenliğini kurabilmemiz için ve kooperatifler bu konuda en uçtaki üretici olduğu için, en doğru örgütlenme olduğu için; en demokratik, eşitlikçi örgüt olduğu için bence çözüm de olması gerekiyor. Ama şu an o noktada değiliz. Bizler mümkün olduğunca bir şeyler yapmaya çalışsak da tarım politikalarında ve planlamalarda yer verilmiyor. Sofralarımızı donatan, %70 oranında küçük aile işletmeleri doyuruyor bizi. Bu %70’i sağlıklı kıldığınızda, iyileştirdiğinizde, muhatap aldığınızda, işbirliği içinde olduğunuzda zaten gıda güvenliğinizi de, gıda egemenliğinizi de sağlamış oluyorsunuz. İyi, adil, temiz gıdayı hem üretmiş hem de tüketmiş oluyorsunuz.

About Post Author